Çoğunluk İlahımdır!

Yaklaşık çeyrek asırdır dünya üzerindeyim. Garipliklerle dolu bu yaşam mücadelesinde bir köşeye sıkışmış, olup bitenleri izlemek yerine olanları anlamaya çalışıyorum. Merakım ve içinde bulunduğun sıkıntılar beni gerçeğe yaklaştırma çabasında oluyormuş, zamanla anladım bunu. Ben mutluyken bir şey öğrenmedim zaten.

Burada samimiyetin dibine vurarak bir şeyleri izah etmeye çalışacağım. Aynı samimiyeti senden de bekliyorum. Bu konuda yanılmayacağımı umuyorum. Ben daha açıklama yapmayıp önyargının kralını yapacak olursan bu yazıyı hiç okuma! Anlamak yerine yadırgamak gibi bir çaba içindeysen biz hiç anlaşamayız zaten.

Şöyle bir bakıyorum da, toplumun etkisinde çok fazla kaldığını görüyorum.(Benim daha önce etkisinde kaldığım gibi) O yüzden yazacağım şeyler hem aklının toplumdan ne kadar bağımsız olduğunu hem de Kuran’ı anlama kapasitenin topluma göre nasıl belirlendiğini gösterecek.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, hangi açıdan bakarsan bak ‘doğrunun’ toplumun çoğunluğuna göre belirlendiğini görüyoruz. Kitle psikolojisi içinde yaşayan insanların tüm yargıları toplum tarafından kategorize edilmiş durumda. “Kutsal” dediğine kutsal, “yanlış” dediğine yanlış, “çirkin” dediğine çirkin demek zorunda bırakılıyoruz. Menfaatimizi zedeleyecek her türlü hakikatten kaçınıyoruz. Neredeyse herşeyimizi toplum belirler oldu; hem hayat koşullarımızı hem de inancımızı. Bu işi en iyi şekilde yapabilmek için dini profesyonelce kullandılar. Örneğin bu toplumun ‘haramına’ ters bir tavır takındığında, “deli, sapık” gibi hakaretlere maruz kalabiliyorsun. Sistem oturmuş durumda. “Ne olursan ol yine gel” ifadesinin Mevlana’ya ait olduğunu zanneden bir toplumla karşı karşıyayız. Belki bu sözün gerçekten kime ait olduğu pek önemli değildir. Ancak konu Allah’ın dini olursa, orada ayaklanırım. Benim ‘gelecek yaşamıma’ zarar veren her kuşkuyu ortadan kaldırmak için ölümü göze alırım. Allah’ın net ifadelerini çarpıtanların beynini darmadağın ederim. Hiç olmazsa o topluluktan uzaklaşırım.

İnsanlarımızın öyle ilginç mantıkları var ki; doğru bilirsen değil, çok bilirsen itibar görüyorsun.  İçerikten çok görselliğe önem veren putperest bir beyin yapımız var. O yüzden dini, hocaların ve alimlerin dillerinden dökülen kelimelerle uygulamaya çalışıyoruz. Kaynağımız, toplumun belirlediği ve kutsallaştırdığı kişilerin söz ve davranışları oldu. Kuran’ın içeriği hiç önemsenmedi.

Çoğu kimse için gerçeğin ne olduğu pek de önemli değildi. İnsan, hoşuna giden fikirlerin savunucusu oldu. Ekranlarda ağlamaklı sohbet veren yada komik hikayeler anlatan hoca, daha çok hoşumuza gitti. İlgimizi çeken onların ses ve mimikleriydi. ‘Doğru’ zannettikleri yanlışları içtenlikle seyircilerle paylaştılar. İster istemez inanır olduk. Çünkü o bir hocaydı. Çünkü o, çok büyük ilimler okumuştu. Bizim gibi avam tabakasından değildi.

“Herkesin izlediğini ve takip ettiğini ben de izlemeliyim. Topluma göre hareket etmeliyim. Benim bir şey okumama gerek yok. Zaten ekranlar bilgiyle dolu.” düşüncesi bu toplumun genel prensibi oldu. Başkalarının düşüncelerini ‘düşüncelerimizmiş’ gibi savunduk. Düşünmeye gerek yoktu çünkü. Bizim yerimize düşünenler vardı zaten. Anlamamıza gerek yoktu. Anlayanlar vardı zaten. O yüzden Kuran’ı anlamak  değil dinlemek prim yapıyordu. Dinletenlerin kanaatlerine göre islami bir görüşümüz ortaya çıkıyordu. Masallar ve hikayeler ilgimizin odağı oldu. Kuran’daki olayları hikayesel gözlerle dinledik. Kuran’ı hakkıyla anlamayanlar ‘Bahçe sahipleri’ kıssasını okuya okuya bahçe sahibi oldu.

Kalıplaşan bir islam anlayışı var. “Bu dediğin hüküm Kuran’da yok, ama ne hikmetse Tevrat ve Mezhepler’de var. Allah’ın vermediği hükmü bir alim nasıl verebilir?” dediğinde, onların gözlerinde sapıklaşırsın. Okumamış cahiller “O kadar alim yanlış biliyor da sen mi doğru biliyorsun?” deyip çoğunluğa göre yargısını belirledi. Çoğunluğa inanmak Allah’a inanmanın önüne geçti, hala farkedemiyor musun? Okumuş cahiller de “nesh, muhkem-müteşabih, cerh, tadil, tefsir, islam tarihi, tasavvuf ve hadis bilmeden bu işler öyle olmaz!” diyerek, anlaşılır olan kitabı anlaşılmaz hale getirmeye çalıştılar. Akıllarınca, Hayat kitabı olan Kuran’ı, akademik seviyeye çıkardılar. Dini kendi tekeline aldıklarının farkında değillerdi. Atalarından öğrendiği her dini prensibi topluma dayatmayı matah bir şey zannettiler.

“Çoğunluk ilahımdır” diyemeyen ancak her fırsatta bunu ima eden bir zümre türedi bu coğrafyada. Toplumun inancını ve yargısını ilah edinenlerden uzaklaşmamış mıydı Peygamber? O dönemden beri devam eden bu sosyolojik düşünce ve davranışlar günümüzde daha da yaygınlaşmadı mı? O dönemin putperest devriyle bugünü karşılaştırmak yanlış mı olur diyorsun? Sana göre yanlışsa, toplumun etkisinden kurtulamadığının farkına varmadın demek.

Kafanda birçok eleştirel sorular ve tepkiler var, eminim. Ama oraya da gelicem. Derdimi anlamaya çalış istiyorum, dinle beni.

Bak sana toplum neyi öğretti onu söyleyeyim.  Dedi ki;” Kuran’a abdestsiz dokunamazsın.” Farkında olmadan, kısmen seni bu kitaptan mahrum ettiler. Yanlış yorumladıkları ayeti “bak temizlenenler Kuran’a dokunabilir” diyerek ikna edilmeye çalışıldın. Sustun ‘eyvallah’ dedin. Çünkü senin gibi avam tabakası bu Kuran’ı anlamazdı. “Nesh var, müteşabih var. Oğlum bunlar çok karışık şeyler, ilim sahibine soracaksın.” dediler. Kuran dışı kaynaklardan hüküm çıkartan her hocayı kabul ettin. Hangi hocanın doğru, hangi hocanın sapık olduğunu da bunlar öğretti. Aklını kavanoza koyduğundan haberin yoktu. Beyninin turşusunu kurdular, farkında değildin. “Türkçesini okuyarak sevap kazanamazsın” dediler.  Anlamadan Arapçasını okudun, sevap kazanmaya çalıştın. Ama Allah’ın ne dediğinden habersiz yaşadın. Allah’ı da bunlar öğretti sana, Kuran dışı ilimleri de. Halbuki Kuran açık, anlaşılır ve kolaydı. Kendi beyinlerinde zorlaştırdıkları kitabı sana da ‘zormuş’ gibi empoze ettiler. Allah’a inanır gibi inandın bunlara. Sana “üç ihlas okursan tüm Kuran’ı hatim etmiş sevabı alırsın” diyerek uydurma hadisleri önüne serdiler. Üç ihlas’la yetindin, diğer ayetleri okuma gereği bile duymadın. Hakikaten, üç ihlas okuyan tümünü hatim etmiş sevabı alıyor da, hepsini okuyan ne sevabı alıyordu? Yok,yok, seni Peygamberimiz’e ait olmayan sözlerle kandırdılar ama farketmedin sen.

Sana daha neyi öğrettiler anlatayım, bi dinle… Senin anlamanı bilmeden arapça okuduğun o ayetler, hayatını değiştirecek cümleleri ve hayat prensiplerini içeriyordu. Ama engellendin, mahrum edildin. Bu kitabın birkaç alimin anlayacağı şekilde indirilmiş olduğunu bilinçaltına yerleştirdiler. Ulema dediğin bu insanları, avam kesiminden alıp göklere çıkarmanı istediler. Yüceliklerinden sual olunmaz, dediler. Onların himmetiyle yaşadığını ileri sürdüler. Kuran’da bildirilen Peygamber’in özelliklerinden yetinmeyenler, o güzel nebiyi başka atmosfere taşıdılar. İki cihan Peygamber’i olarak tanıttılar. Yetinmediler, “Ya Muhammed! sen olmasaydın alemi yaratmazdım” sözünü hadis diye yaydılar. Sen fark etmedin tabii… Allah’ın sevdiği bir kul ve resul olan Peygamber’i “Allah’ın sevgilisi” haline getirdiler. Hz. İsa’nın göğe yükseltilmesiyle yetinmeyip ‘oğul’ isnat edenler gibi bir yarışmaya girdiler. Allah kulunu ve resulunu severdi, kendine sevgili yapmazdı. Sevgiliye ihtiyacı yoktu Allah’ın; oğula ihtiyacı olmadığı gibi.

Kuran’ı senin dünyandan çıkaranlar fikirlerini sana dayatmaya çalıştı. “Kuran’ı Türkçe okuma! yanlış manalar çıkarırsın. Çok tehlikelidir, aman ha!” dediler. Ne o tehlikeyi fark etmeni istediler, ne de doğrusunu bulmanı. Akıllarını diğer insanların akıllarından üstün tuttular. Ama sen fark etmedin. Tüm insanlığa gönderilen bu yüce kitabı “sadece hocaların ve alimlerin anlayabileceği” inancını yaydılar da yaydılar. “Sana birkaç zikir ve tesbihat verelim, sen onları çek, yeter” dediler. Seni bir partiye üye yapar gibi kendi cemaatlerine, tarikatlarına ve anlayışlarına üye yaptılar. Belki niyetleri iyiydi ama akıllarını şirke bulaştırdıklarının farkında değildiler.

Seni birçok şeyden mahrum bıraktıklarının farkında değildin. Allah’ın tekelindeki dini kendilerine ipotek ettiler. Hiç Kuran’a başvurmadın sen. Onlara inandın. Çünkü onlar senin yerine dini anlayıp kavradığını, kategorize ettiğini ve kolaylaştırdıklarını zannediyordu. Daha kendi derdini çözemeyen hocalar, senin derdini çözmeye kalkıştı. Sana yardımcı olmaya çalıştı. Rüyasında gördüğü Peygamber’i sana anlatarak, ne kadar farklı biri olduğunu ima etti. Senin gibiler rüyasında Sibel Can’ı görüyordu çünkü. Gidip de onlara din hakkında birşeyler anlatmak, anladığın Kuran’ı paylaşmak haddin değildi. Onlara farklı bir ilim verilmişti güya. Prestijlerini, gözünde büyüttüler hissettirmeden. Peygamber’in heva ve hevesine göre konuşmadığını öğrettiler.  Ama kendilerinin heva ve hevesine göre konuştuklarını söylemediler.

Allah’ın rızasını aramak için Ruhbanlığı uyduranlar, gereğini yerine getirmediler. Halbuki Allah onlara böyle bir oluşum içine girmelerini emretmemişti
(Hadid, 27).

Sence söz konusu durum bizim için de geçerli değil miydi? Allah’ı hakkıyla takdir edemeyip türeyen tarikatlar, oluşturulan cemaatler, kurulan medreseler, inşa edilen vakıflar, sistemleşen ilahi-yatlar…. Hristiyanlığa benzer bir oluşum geliştirilmedi mi? Neden bir hüküm için farklı doğrular vardı? Bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibi oluyor da neden namazı kılmayanı öldürmek helal sayılıyordu? Zina edene 100 değnek vurulması emrediliyorken(Nur,2) neden Yahudilerin ve mezheplerin görüşlerine göre taşlayarak öldürülmesine(recm) hüküm veriliyordu? Bak bana canını yediğim, ne düşündüğünü iyi biliyorum. Seni yarı yolda bırakmıcam, anlatıcam.

Ateistlerin İslam dinine yapamadığı cinayeti bu görüşe sahip olanlar yaptı. Sen fark etmedin tabii. Kuran’ı elinden alanlar bu farkındalığını da köreltti. Dini bir hamur gibi yoğurup  kendi görüşlerine göre şekil veren bir ulema oklavası dolaşıyor İslam coğrafyasında asırlardır. İslam’ın saf dinini şekillendirip çarşaf dinine getirenler, ateistlerin ve din düşmanlarının eline birçok malzeme verdi. En sahih hadis dediğimiz Buhari’nin, Müslim’in, Ebu Davud’un ve Nesai’nin kitabına “Peygamber’in Hz.Aişe ile 6 yaşında iken evlendiği” yalanını koyarak bu uydurma hadisi savunmamızı istediler. Kuran’dan Hz.Peygamber’in kim olduğunu öğrenemeyenler bu çıkılmaz yola girerek ‘yalanları’ doğrulamaya çalıştı. Ekisözlük’te “Hz.Muhammed subyandı, şehvet düşkünüydü” ifadelerini nefretle kınayanlar, bunun böyle olmadığını saçma sapan görüşleriyle savunmaya çalıştılar. Oysa ilk kınanacak olanlar, bu hadisi gerçek kabul edip itibar edenlerdi.

Geçmişte yaşamış alimlerin, şeyhlerin, evliyaların ve ulemaların yanlış yapamayacaklarını sandılar. Uydurma hadislerin Peygamber’e ait olduğunu zannedenler, kendilerine göre ayetlerin anlamlarını kaydırarak savunma kalkanı oluşturdular. Birçok hadisin Peygamber’e ait olmadığını fark edenler, ya ses çıkaramadılar ya da çıkardığı sesler kesildi. Allah’tan korkar gibi -yanlışlarını dikkate almayarak- ulemalardan korkan müslüman kitlesi oluştu. Elbette Kur’ani çerçevede dini anlatmaya çalışan ve bu uğurda fedakarlık gösteren alimler de oldu. Onlara hiç bir sözüm yok. Ama bunlar çok az bir gruptu. Toplumun baskısıyla çoğu susturuldu.

Geçmişte yaşamış Abbasiler ve Emeviler, saltanatlarını korumak ve dini kendi arzularına göre yaşamak adına birçok hadis uydurdu. Bunlar bize farkettirilmedi, Kuran’ın hükümleri diye lanse edildi. O kadar çok zannettiğimiz şeyler vardı ki; Arap gelenek ve göreneklerini dinselleştirerek bu dine takviye yaptılar. Kültürleri, dinin bir emri diye yerine getirdik. Budizm’den, hintlilerin Brahmanzim inancından birçok ritüel İslam’ın parçası durumuna geldi. Tastamam gönderilen saf dine her kültürden bir fikir giydirildi. Özü değişti ama ismi değişmedi.

Hadisleri Kuran’a göre yorumlamamız gerekirken, Kuran’ı hadislere göre yorumladık. Kuran’da anlamadığımız noktaları eshab-ı nüzul diye birşey ortaya atarak izah etmeye çalıştık. Hem toplumun alt tabakalarında hem de toplumun akademik katmanlarında bunları vazgeçilmez bir unsur haline getirdik.

Nuh’un, Salih’ın, Şuayb’ın, İbrahim’in Lut’un ve Peygambermiz ile birlikte nice peygamberin saf bildiği yoldan gitmeyerek toplumun(ataların) dininden gider olduk. “Çoğunluk nereye, biz oraya” dedik. Kuran’daki ayetleri, sözde ‘peygamber hadisi’  ile açıklamaya çalışanların gerçek dini kamufle ettiğini fark etmiyor musun? Kuran’ın tefsirinin yine Kuran olduğunu söylemediler mi sana? (Kıyamet,17-18-19)(Furkan,33) En güzel yorumun Allah’a ait olduğunu ayetler bildirmiyor muydu sana? Bu Kuran din için sana yetmiyor muydu? (Ankebut,51) Çoğunluğun zanlarıyla daha ne kadar yaşamayı düşünüyorsun?

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.”
(Enam,116)

Allah aşkına bana söyle; “Allah’dan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 87) Atalarına uyan kavimlerin nasıl helaka uğratıldıkları haberi gelmedi mi sana? Biz de atalarımızın dinini sürdürüyoruz, farkında değil misin? Onlar, çarpıtılmış bir dini sana dayattıklarının farkında değildi.

Kuran’ın etkisinde kalmayan Müslümanlar, çarpıtılmış İslam anlayışının etkisinde kalarak körü körüne savundu. Kendisine dayatılan düşüncelerin kölesi, görünmeyen hapishanelerin mahkumu oldu. Saçmaladığımı mı düşünüyorsun? Tutarsızlıklarla dolu hocaların sözlerini, alimlerin kitaplarını değil de, söylediklerimi mi garipsedin?

Bu toplum, çelişkiye düştüğü her hadis’e “hikmet” gözüyle bakmanı istedi. Kuran’a ters olan hadisleri peygambere ait sanarak “bunda bir hikmet vardır” diyerek cevapsız bıraktılar. Ama sen farkında değildin. Oysa hikmetli olan Kur’an’dı.

“Andolsun hikmetli Kur’an’a”
(Yasin, 2)

Sevgi, Saygı ve Anlayış…


About the Author
Author

Alkenuta

Comments (5)
Leave a reply

Name (required)

Website