Şeytanın Uydurduğu Peygamber…

Yaşadığımız ortamlarda sayıları gittikçe artan ve kendileri deist olarak niteleyenlerle ilgili tecrübelerimden küçük bir kısmını ve bu kapsamda rivayet kültüründen gelenekçiliğe takılmış Müslümanların ve deistlerin nasıl etkilendiklerine dair gözlemlerimi ve karşılaştırmalarımı ortaya koymak istiyorum. Bunu yaparken özellikle deistlerin peygamberimize atılan iftiralardan etkilenmelerinin başrolde olduğunu ifade etmeliyim. Duydukları ve okudukları peygamberi sevmiyorlar. Onlara göre peygamber oldukça kötü birisi! Şeytanın sahnesinde yaşayan uydurma peygamberi gerçek zannediyorlar. Duydukları ve okudukları dini hükümleri beğenmiyor ve kabul etmiyorlar. Duydukları ve okuduklarının yanında yaşantılarında karşılaştıkları Müslümanların hal, tavır ve inançlarını da dolayısıyla ve dolaysız olarak beğenmiyorlar.

İçlerinde Kuran’a göz gezdirenler ve hatta inceleyenler varsa da Kuran’a bakışları rivayetler çerçevesinde olduğu için kitaptaki gerçek manayı hak ettiği biçimde okuyamıyorlar. Ve dolayısıyla tek bir yaratıcıya inandıklarını söyleseler de ne peygamberlere, ne kitaba, ne gaybi bilgilere, ne de çoğunlukla ölümden sonraki hayata inanmıyorlar. Allah’a atfedilen büyüklük ve vasıflarla Allah’ın yaptığına inanılan işleri de bağdaştıramıyor, yani Kuran’da da geçse bir anlamda Allah’ın öğütlerini ve hükümlerini beğenmiyorlar. Bu sevgisizlik ve beğenmezlik onları dini reddetmeye ve genellikle hayatı dünyadan ibaret görmeye itiyor.

Her ne kadar delil sunsanız da bakışlar rivayetler ve hâlihazır çoğunluğun yaşantısı çerçevesinde olduğu için, ayetlerdeki derinliği görecek kadar derin tahlil yapamıyor, daha doğrusu peşinen reddedici tavırları esaretinde yapmak bile istemiyorlar. Aslında farkına bile varmadan bir Müslümanın bile kabul etmemesi gereken uydurma rivayetlere ve uydurma hadislere Müslümanım diyenlerden daha çok gerçekmiş gibi inanıyorlar. Deistlere yazının sonuna doğru bu hatırlatmalarla tekrar dönmek üzere, şimdi hadislere koşulsuz inandığını iddia edenlerle devam edeyim.

Şirk hepimizin bildiği üzere Allah’a inanmayı ve ondan yardım istemeyi reddetmek değildir. Başka nesne ya da kişileri de O’na, O’nun vasıflarına, O’nun işlerine ortak etmektir. Bilerek ya da bilmeyerek şirk koşanlar Allah’a inanmıyor değildir. “Herşeyi yaratan ve sahibi olan kimdir” diye sorsanız “Elbette Allah” derler.

Toplum içinde şaşkınlık, isteme, dayanma, dua ünlemleri olarak sıkça kullanılan bir tabir var. “Yardım et Ya Rabbi ya Resulallah!!!”  Bu nidada açıkça göründüğü gibi Allah hariç tutulmadan O’nun elçisinden de yardım isteniyor. İstendiği kadar “burada kasıt o değil, bu sadece bir hatırlamadır” dense de, bu ifade dil ile şirk koşma olduğu gerçeğinin önünde değildir. Ne dendiğinin bilinmemesidir ki bu da duanın vasfına aykırıdır. İnsan dua ederken ne dediğini, ne istediğini ve kimden istediğini bilmiyorsa sözlerini açıkça Kuran’daki “ne dediğini bilme” prensibine aykırı ve surata fırlatılası bir dua haline getirir. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiği kanaatimi belirttikten sonra, bu ikazımızı sığ bir bakış açısıyla “sen peygamberimizi sevmiyor musun, ne var adını anmışsak”a getiren anlayışa atfen cevap vermek istiyorum.

İnsanları “Allah’a peygamberi ortak etme şirki”ne karşı uyarmak peygamberi sevmemek değildir. Biz de her mümin gibi peygamberimizi çok seviyoruz. Şu an itibarıyla faraza karşımıza çıksa; coşkuyla kucaklaşıp ortak duygulardan doğan hasreti giderdikten sonra, ona anlatacak o kadar çok şeyimiz, onunla günlerce gecelerce sabahlara kadar konuşacak, ondan soracak o kadar çok bahsimiz olurdu ki… Ama eğer sevmediğimiz iddia edilen peygamberden kasıt uydurma rivayetlerdeki peygamberse haklılar. Peygamberimizi bedduacı, katil, ne dediğinden habersiz bir mecnun, şehvet düşkünü bir Arap olarak gösteren sahih(!) rivayetlerdeki kişilik olarak görüyorsalar, evet ben de aynen deistler gibi o uyduruk peygamberi sevmiyorum. Çünkü Kuran’da Allah’ın anlattığı peygamberimle, uydurma hadislerde anlatılan peygamber arasında o kadar derin farklar var ki! İkisini birden aynı kişi olarak kabul etmek peygamberimize atılacak en büyük iftiraları da kabul etmek demektir. Dolayısıyla Allah’ın anlattığı ve vahyettiği peygambere karşı, şeytanın uydurduğu ve fısıldadığı peygamber, insanlara, sadece Allah’a değil peygamberimize de hayali bir peygamberin şirk koşulduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bununla ilgili sayısız örnek verebilecek olmakla beraber yazımda hemen herkesçe bilinen can alıcı birkaç örneği ortaya koyacağım.

Şeytanın uydurduğu peygamber sol elimle yiyemiyorum diyen adama yiyemez ol diye beddua ediyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber bir grup insanın toptan ellerini ve ayaklarını kesiyor. Gözlerini oyuyor. Çölde susuz ölüme terk ediyor. Onlara su vermek isteyenleri engelliyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber dokuz yaşında bir kızla evleniyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber dinini değiştireni öldürüyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber bir Yahudi tarafından büyülenip günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaşıyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber ressamların en büyük günahkârlar olarak cehenneme atılacağını iddia ediyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber zina eden kadınları taşlayarak öldürtüyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber Cebrail’den cinsel kudret ilacı istiyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber ihramdan çıkar çıkmaz ashabına eşleriyle bir an önce yatmalarını emrediyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber Kâbe’yi onarırken beline sardığı peştemali sıcaktan bunalınca çıkartıp omzuna atıyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber otuz erkek gücüne sahip ve her aklına geldiğinde nefsinin arzusunu öldürmek için bir hanımıyla yatıyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber kaç rekât namaz kıldığını, hatta Kuran ayetlerinden bazılarını unutuyor ve eşi ona hatırlatıyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber kendisine zorla ilaç içirdiğinden dolayı eşine kızdığı için evde bulunan herkesin ağzına çocukça bir inatla ilaç döktürüyor…

Şeytanın uydurduğu peygambere Kuran’la beraber bir benzeri de veriliyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber, kadınların, kocasının tamamen irin kaplı bir vücudu olsa ve onu yalayıp bitirse de erkeğinin hakkını ödeyemeyeceğini söylüyor…

Şeytanın uydurduğu peygamber kadınların dinen ve aklen eksik olduğunu iddia ediyor…

Şeytanın uydurduğu peygamberin özellikle cinsel içerikli yaptığı öyle tuhaf işler ve daha niceleri var ki… Bunlar en sahih hadis kitaplarında kayıtlı olsa da ben ifade edip, maksadı aşmak ve yanlış anlaşılmak istemiyorum…

Bizim peygamberimizi Allah bize Kuran’da anlatıyor; Rabbimiz ona öyle temiz, öyle aklı başında, öyle çelişkisiz, öyle edepli, öyle güzel şeyler söyletiyor ve yaptırıyor ki rivayetlerdeki hayali peygamberle karşılaştırılamaz bile. Allah’ın Kuran’da anlattığı peygamberle, rivayetlerin anlattığı peygamber arasında dağlar kadar fark var. Bunları dile getirince peygamberi dinden kesip atmakla itham ediliyoruz. Kuran’ı rehber edinen mümin peygamberimizi hiç de gereksiz bulmaz ve onu Kuran’a itibar etmeyenlerden daha iyi tanır ve anlar. Her türlü rivayete itibar edenler ki bunlara deistler de dâhildir, peygamberi ravilerin anlattığı gibi tanır. Gerçek müminse peygamberlerini Allah’ın anlattığı gibi tanır.

Sahih olduğu belirtilen ama açık şirk veya çirkinlik içeren bir hadise rastladıklarında deistler onları daha da hevesle doğru kabul ediyorlar. İşte bu yüzden din yoktur, böyle birisi peygamber olabilir mi diye alıp vuruyorlar. Gelenekçilerin ise ılımlıları bazen genellikle o hadis uydurmadır diye kabul edebiliyorlar. Ama bu durumun kendi akıllarının seçimi olduğunu fark edemeyip, sıra Kuran’a gelince akıllarına güvenemiyorlar. Kuran’ı akılla anlayamayız ama hadisi akılla anlayabiliyoruz öyle mi? Hiç çelişki yok mu burada? İkisi de arapçadan çeviri olduğu halde! Kendi aklına Kuran’ı okurken güvenmemek, hadisi okurken veya dinlerken güvenmek!!! Bu ne yaman çelişki! Sonra klasik savunma biçimi devreye giriyor ve diyorlar ki bu kadar gelmiş geçmiş atalar, âlimler yanılmış olamaz! Yani âlimlerin aklına koşulsuz bir güven var. E biz de Allah’ın sözlerine güveniyoruz. Hangimizin güvendiği daha güvenilir? Hangimizin dayanağı daha sağlam? Yüzlerce gelmiş geçmiş âlim mi? Bir olan Allah mı?

Hadi biz ayetleri yanlış okuyor yanlış anlıyoruz!!! Olabilir de… Aklımızı putlaştıralım demiyorum. Ama aklıma güvenmiyorum diyorsan, hadiste anlatılana hangi akılla güveniyorsun? Allah Kuran’da oku, düşün, kolaylaştırdım, anlamaya çalış, ibret al diyor. Onun emrini yapıyoruz işte. Yanlış da yapsak Allah’ın emrini yerine getirmeye çaılışırken işlediğimiz kendi kabahatimizdir. Ya rivayetleri koşulsuz kabul edenler kimin emrini yapıyorlar? Bunlara uyacağımıza dair bir işaret var mı Kuran’da?

Sonra tekrar bir fısıltıyı savuruyorlar. Madem rivayetlere itibar etmiyorsun, Kuran’ın nasıl toplandığından haberin var mı senin, ona neden inanıyorsun!!! Bilmiyorlar ki Kuran’ın toplanmasına ve tasnifine dair sorusunu Kuran’ı rehber edinenler kendilerine çoktaaan sormuşlardır. Kuran’a ikna olarak inanmanın ne demek olduğunu bilmeyenler, kendilerinin ikna olmadan inandıklarını, gerçekte inanmamış olduklarını bu şekilde ortaya koyuyorlar da farkına bile varmıyorlar.

Bu sözleri (Kuran’ı) Allah’tan başkasının yazamayacağına, bu kadar makul ve mantıklı şeyleri bir insanın, hele ki 1400 küsur sene önce bilemeyeceğine dair ikna olunmak gerçeğini görebilme sorgusunu ve analizini “imanda şüphe” zannediyorlar. Üstelik “sadece akıl” demiyor, “sadece Kuran” diyoruz. Biz ne ravilerin aklına, ne kendi aklımıza fütursuzca (tehlikeyi önemsemeden) güvendik. Biz Allah’ın aklına güvendik, sadece onun ilmine teslim olduk. Bize okurken aklet dedi, aklını kullan dedi yüzlerce defa. O’nun dediğini yaptık. Akletmeye gayret ettik. Gördük ki bu Kuran boş ve uydurulacak bir söz değildir, âlemlerin Rabbinden indirmedir. Anlayamadığımız bir ayete, anlayamadığımız bir kitaba sırf birileri inanmış diye inanmadık. Sorguladık, düşündük, aklettik, Allah’ın lütfuyla anlamaya başladık, ikna olduk ve öyle inandık. İkna olmasak reddederdik, bilmeden inandım diyerek riyaya düşmedik. Biz o köprüyü geçtik Allah’ın izniyle. Halen kendimizce çözemediğimiz ayetler bile olsa reddedemeyeceğimiz kadar Kuran’ı anlamış olma mutmainliği ile anlayamadıklarımız için ortak akıldan ve bilimden faydalanabilecek seviyeye ulaştık. Ve öğrendiklerimizi okur yazar olmayana, amaya, sağıra, her türlü engelliye ve hatta kalpleri örtülü olanlara ulaştırma çabasındayız. Oturup yüzbin selavat tesbih çekip vakit kaybetmiyor, Kuran’ı hayatımızın merkezine alıp yaşıyor, ezberlemiyor öğreniyor, onu daha iyi anlamak ve anlatmak için çalışıp didiniyoruz.

Üstelik kendi aklına bile hak ettiği kadar güvenmeyen kişi, bir başka beşerin aklına nasıl güvenir!!! Ne kadar çok olurlarsa olsunlar başka beşerin aklına değil, aklı yaratan Allah’ın aklına esir olduk. Boş hikâyelere teslim olmadık. Allah’a teslim olduk, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği Ebu Hüreyre’lere değil. Ama onları da okuduk, hatta birçoklarının okumadığı kadar. Ve gördük ki rivayetlerin birçoğundaki peygamber tarifi Kuran’daki peygamber tarifine uymuyor. Müşrikler İsra suresinde peygambere nasıl inanma şartı koyuyorlarsa bugün Kuran’dan çok rivayetlere tabi olanlar o şartları gerçekleşmiş kabul ederek peygambere inanıyorlar. Müşrikler peygambere yedi kat göğe çıkmazsan sana iman etmeyiz derken, bugün “ben Müslümanım” diyenlerin çoğu onun yedi kat göğe çıktığına inanarak iman ediyorlar. Peygambere inanmak bu mu?

Bana hiç kızmayın. Anlayamadığınızı söylediğiniz kitaba nasıl olur da inanırsınız!!! Kendi ağzınızla anlamadığınızı söylediğiniz anda itiraf ediyorsunuz ki gerçekten inanmış değilsiniz… Azıcık düşünün… Anlamadım ama inandım öyle mi!!! İmanın şartı olarak saydığınız bir kitabı anlamadığınızı söylediğinizde bu iman şartını nasıl yerine getirmiş oluyorsunuz? Ebu Hüreyre anlamış ve iman etmişse siz de onun rivayetlerine bakarak anlamış ve iman etmiş olduğunuzu nasıl iddia edebilirsiniz!

Cevap: İkna olarak. İkna oldunuz mu Ebu Hüreyre’den? Eğer olduysanız sizin iman ettiğiniz elçi kim!!! Ebu Hüreyre, İbni Abbas, Seleme… Buhari, Ebu Müslim, Tırmızi…  Celalettin, Said, Mahmut ve daha yüzlercesi!!! Bizse Kuran’ın indirildiği tek elçiye inanıyor ve itaat ediyoruz. Dolayısıyla ona indirilene itaat ediyoruz. Ya rivayete tabi olanlar? Kuran’la beraber mesneviye, saadeti ebediyyeye, risaleinurlara, küttübi siteye, içtihatlara, ilmihallere, tarihi siyerlere ve yüzlercesine tabi olanlar… Siz bütün bunları okuyup ikna oldunuz mu? Biz üşenmedik okuduk, kiminizden de çok onları da okuyoruz ve ikna olamıyoruz. Onlara ikna olmamızı sadece aklımız değil, esasen Kuran engelliyor. Hala da uyanmak ve uyarmak için okuyoruz ve artık şirkleri apaçık görüyoruz oralarda. Biz sadece Kuran’dan ikna olduk. Okumadıklarımıza, anlamadıklarımıza, okuyup da ikna olmadıklarımıza iman etmedik biz.

Müslümanlar birbirini elbette dinler ve ufkunu açmaya çalışır. Ama Kuran ayetlerini hiçbir şeytana sormaz. Anlamak için Allah’a arz eder. İlim dileriz, okuruz ve anlamaya gayret ederiz. Biliriz ki Allah Kamer suresinde dört defa yemin etmiştir, ben bu Kuran’ı anlaşılması için kolaylaştırdım diye ve meydan okumuştur, haydi var mı düşünüp ibret alan diye. Biz okur, anlamaya çalışırız. Allah ilmi verir vermez, örtümüzü kaldırır kaldırmaz, birilerini vesile eder etmez, tevafukları, kazaları, yağmuru, nefesimizi vesile eder etmez, kâinatı ve hayatımızı vesile eder etmez, seni vesile eder etmez, Allah’ın dileyeceği iştir. Biz de hak etmemişsek Kuran’ı anlayamayız böylece. Hak etmemişsek uzaktan bir şeyler söyleniyor da anlamıyoruz gibi gelir bize de.

Hak etmemişsek ve anlamadığımızı öne sürüp Kuran’dan yüz çeviriyorsak Allah bizi saptırır ve bize bir şeytan musallat eder, biz de kendimizi hala doğru yolda sanırız. Biz saparız ama bizi saptıran kendi aptallığımız olur. Ama eğer bulursak doğruyu, şu durumda bu sadece Allah’ın dilemesiyle ve Kuran’ladır. Ne cübbelisi ne de cüppesizi, ne Ebu Hüreyre’si ne de Seleme’si ile değil. Onlar bizim velimiz olamazlar. Allah’ın izniyle hiçbir fikrimizi de yerle bir edemezler. Tam aksine şu kadarcık, şu aciz ilmimizle bile onlar yerle bir olurlar. Elimizdeki Kuran onların bütün oyunları apaçık yutar. Onlar sadece onlara uyanları sahte vaatleriyle kandırabilirler.

Bu yolda yürüyorsak enaniyet de, kibir de bizden uzak olsun. Ama Allah’ın yolunda yürürken tağutun, yalanın ve iftiranın karşısında yere de başımızı eğip yürümeyiz. Dik durur, karşısında kıyam ederiz. Mutedillik imandandır, kitaptandır. Ne çok… ne az… Hiçbir aşırılık benimsenmez. Bütün övgüleri Allah’a yöneltiriz, halimizi ise Allah’ın önündeki kıyamımızla O’nun sözleriyle O’na anlatır, sadece Allah’ın büyüklüğünü görüp şükrederek rükû eder, sadece Allah’a secde eder, sadece O’na yalvarırız.

İşte bu uydurma rivayetlere sadece dindar olduğunu söyleyenler değil bugün kendilerini deist olarak niteleyenler bile inanıyorlar. Oradaki, o uydurmalardaki peygamberi sevemedikleri için dini reddediyorlar. Şaşılacak bir şeydir ki görüştüğüm deistler bana Yaratıcıyı kabul ettiklerini ama dini kabul etmediklerini söyledikten sonra getirmeye çalıştıkları delilleri çoğunlukla uydurma hadis ve rivayetlerden gösteriyorlar. Gördüm ki kendilerine deist diyen bu kişiler yukarıda şeytanın uydurduğunu tanımladığımız peygamber rivayetlerini ve birçoklarını baştan doğru kabul ediyorlar. Ne büyük bir akıl tutulması! Hem dini reddedip hem din adına uydurulmuş hikayelere ona inananlardan daha çok inanacaksınız!!! Bir şeye kızıp bir başka şeyi reddedeceksiniz!!! İnsanların uydurduğu dinin yanlışlığını görüp Allah’ın dosdoğru dinini rededeceksiniz!!! Bunlar uydurmadır deseniz de onlar için genellikle fark etmiyor… Kuran’da var diyerek aynen diğerleri gibi rivayet kültürüyle ayete baktıklarını ve bu örtüleri ile anlayamadıklarını görüyorsunuz… Yine de sevdiğimiz insanlar için, olur olmaz cümleler kullanmadıkları sürece umutla didinmeye devam etmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Dolayısıyla rivayetlere koşulsuz inanan Müslüman, ne deistlerin ne de ateistlerin sorgularına onları değil kendilerini bile mutmain edecek cevapları kolay kolay veremez. Çünkü baştan kabul ettikleri rivayetlere onlar da inanmaktadır. İnanma metalarının, reddetme metaları ile aynı olduğu bir ortamda kimse kimseye pek bir şey veremez. Ancak biliyorsanız, yanlışları ve gerçekleri dosdoğru ortaya koyabilirsiniz. İster inansınlar ister inanmasınlar! Bu önce size lazım, sizin kalbinize lazım, deiste değil… İlmi de imanı da Allah verir, siz veremezsiniz. Eğer ayetleri anlamadığınızı ve aklınızla anlayamayacağınızı iddia ediyorsanız, deistin yanlış yolda olduğunu nereden bileceksiniz, kendinizin doğru yolda olduğunuzu nasıl iddia edeceksiniz!!!

 

Kalemzade Kamil

 

http://kalemzade.net/2013/09/30/seytanin-sahnesinde-yasayan-peygamber/


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (3)
Leave a reply

Name (required)

Website