Kuran’a Göre Kadın – Kişilik Tipleri ve Gelişim Süreçlerinin Dini Algılamadaki Etkisi

 

Din psikolojisi gereği kadının dindeki yerini kavramsal olarak irdeleyebilmemiz için öncelikle kişilik tipleri üzerinde durmamız gerekmektedir. Tümevarım yöntemiyle sadece kadını ele alırsak doyurucu bir analiz yapamayacağımız kanaatindeyiz. Bu sebepten tümdengelim yöntemiyle insan kişiliğini bir bütün olarak inceleyip daha sonra kadını öznel olarak ele almamız gerekmektedir.

Psikoloji bir davranış bilimidir.

Davranış, bir organizmanın başka bir şahıs tarafından gözlenebilen faaliyeleridir.[1] Psikoloji, organizmanın sadece dış yüzü ile değil, aynı zamanda dışa yansıyan iç yüzü(iç yaşayışlar) ile de ilgilenir.[2]

Dine yaklaşımda kişilik tipleri tam da bu noktada devreye girmektedir.

Psikolojide kişilik tipleri, bilimin ilk ilerlediği yıllardan beri insanoğlunun ilgisini çekmiştir. Bilim, insanları fizyolojik şekillerinden başlayarak, duruş, konuşma, yürüyüş vb. konuları göz önünde bulundurarak incelemiş ve gruplara ayırmaya çalışmıştır. 1920’lerde bu konu üzerine Carl Jung önemli bir adım atmış, “Psikolojik Tipler” isimli kitabıyla kişilik tiplerini, “içe dönüklük” ve “dışa dönüklük” olarak birbirinden ayırmış ve tanımlamıştır.

Carl Jung’a göre içe dönük ve dışa dönük insanlar birbirinden şu yönlerden ayrılmaktadırlar;

  • Dışa dönükler harekete, içe dönükler düşünceye yöneliktirler.

  • Dışa dönüşler bilgide ve etkide genişlik, içe dönükler ise bilgide ve etkide derinlik isterler.

  • Dışa dönükler sosyal etkileşimlerde sıklığa, içe dönükler ise derinliğe önem verirler.

  • Dışa dönükler enerjilerini başkalarıyla iletişimde bulunarak, içe dönükler ise yalnız kalarak depolarlar.

Sadece bu ayrım ile birlikte insanoğlunun dine bakış açısı keskin bir şekilde değişkenlik gösterebilmektedir. Davranışsal olarak dine yaklaşımı kişilik tipleri belirler dersek yanılmış olmayız. Kişilik tipleri elbette bunlarla sınırlı olmamakla beraber işleyeceğimiz konu bağlamında içe ve dışa dönük kişilik tipleri bizim için yeterli olacaktır. Dışa dönük bir kişi ile içe dönük bir kişinin dine yaklaşımı arasında büyük oranda farklılıklar doğacaktır.

Dışa dönük insanlar genellikle çevrelerinden etkilenerek psikolojide grup akıl olarak tanımlanan yöntemle gerçeği bulduklarını düşünürler. Bu grup, inanç sistemlerinde çoğunluğu oluşturmaktadır. İnsanların çoğunun teist veya ateist olarak yaşamlarını biçimlendirmeleri genellikle dışa dönük yaşamlarındaki sosyal etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu sebeptendir ki semavi dinler coğrafyasında doğan hemen herkes teist, semavi dinlere uzak topluluklarda dünyaya gelenler ise ateizm inancının mensubu olmakta. Ateizmi günümüz dünyasında inançsızlık olarak algılansa da “teizm” kavramına “-a” olumsuzluk eki geldiğinden ateizmi “inançsızlık inancı” olarak tanımlamak mümkündür. Dışa dönükler çevreleriyle iletişim kurarak enerjilerini depoladıkları için etki altına alınmaları daha kolaydır.

İçe dönük insanlar ise genellikle yalnızlığı tercih ettiklerinden ötürü düşünme eylemini yoğun bir şekilde gerçekleştirirler. Bu grup inanç sistemi azınlığı oluşturmaktadır.  Gerçeği aramayı ve daha fazlasını öğrenmeyi amaç edinmiş bu bireyler özgün bir din algısı oluşturmaktadırlar. İster teist ister ateist olsun inançlarını mantıksal temeller üzerine inşaa etmektedirler.

İki farklı kişilik tipini Kurani olarak değerlendirdiğimizde, Allah’ın referans verdiği kişilik tipinin içe dönükler olduğunu görmekteyiz.

“Onlara, Allah’ın indirdiğine ve resule gelin dendiğinde şöyle derler: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter.” Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi?”
(5/104)

“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.” derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
(7/28)

“Onlar: ‘Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk’ dediler.”
(21/53)

“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiği zaman: ‘Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz.’ diyorlar. Ya şeytan onları cehennnem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?”
(31/21)

Kuran’da atalar dinine karşı, düşünülerek ulaşılan ve emin olunan bir iman ile yaşamak söz konusudur. Referans olarak kullandığımız ayetlere göre Allah içe dönük kişilik tipini öne çıkarmaktadır. Dışa dönüklüğü ise “atalar dini” nitelemesiyle eleştirmektedir. Bunun dışında bir çok ayette akla vurgu bulunmaktadır.

Dışa dönüklük ve içe dönüklük kavramlarını ele almamızın sebebi geleneksel din algısıyla Kuran’ın öğütlediği din algısı arasına aşılmaz bir set çekmektir. İkisi arasındaki farkı Allah bizlere Kuran vasıtasıyla defalarca hatırlatmaktadır;

“Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.”
(10/100)

“Andolsun size hatırlatıcı bir kitap indirdik. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?”
(21/10)

“O halde sen yüzünü bir Tek Tanrı’cı olarak dine: Allah’ın insanları yaratışındaki fıtrata (yaratılış özüne) çevir. Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.”
(30/30)

Ancak geleneksel din algısında, aklın kullanımına ihtiyaç duyulmayan taklitçi bir inanç söz konusudur. Din ve insan ilişkisindeki en büyük sorunda bundan kaynaklanmaktadır. Uydurulan dinin içerisine eklenmiş hurafeler insanları yanlış yönlendirmekte ve Kurani ifadeyle “arı duru din” ortadan kaldırılmaktadır.

Kuran’ın dışa dönük insan profilinin tümden reddedildiğini iddia etmemiz, Kuran’ın bütününe aykırı bir tutum sergilememize sebebiyet verir. Bu sebeple bizim bu konuda işlemeye çalıştığımız konu bağlamında “dışa dönük” kişiliğin olumsuz özellikleridir. Kuran insani psikolojik özellikleri tümel olarak ele alır. Detaylandırmak gerekirse, Kuran’ın önerdiği tebliğ metodolojisinde “içe dönük” insan tipine karşılık “dışa dönük” insan tipini ön plana alır. Bunu daha da detaylandırmak adına Kuran’da lafzen birbirine çok yakın ve birbiri ardına gelen 73-Müzemmil ve 74-Müddesir isimli iki sure örnek olarak verilebilir:

İçe dönük insan tipi için:

“Ey bürünen/müzemmil! Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç, Gecenin yarısını ayakta ol yahut bundan biraz eksilt! Yahut buna biraz ekle! Ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku! Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.”
(73/1-5)

Dışa dönük insan tipi için:

“Ey bürünen/müddesir! Kalk ve inzar et/uyar! Rabbinin yüceliğini duyur! Temizle giysilerini Uzaklaştır kendinden pisliği!”
(74/1-5)

Ancak konumuz ile uzaktan ilintili olsa da aslını ifade etmedeğinden dolayı bunun üzerine durmamamız gerektiği kanaatindeyiz. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına bir hatırlatma olarak bu Kurani ifadeyi de eklemeyi uygun buluyoruz.

Makale içerisinde referans olarak kullandığımız Kurani ifadeler gereği genel yöntemimizi ortaya koymalıyız. Konuya bütünüyle yaklaşımımız Kuran temellidir.Yani, bu konuda Kuran’ın söylediği doğru, Kuran’la çelişen yanlış, Kuran’da açıklanmayan mümkün kategorisindedir.[3]

İçe dönük ve dışa dönük insan tipini incelediğimize göre nihayet kişiliğin gelişim süreçleri ve bu süreçlerin dini algılamadaki etkisini ele alabiliriz. Bu gelişim süreçlerini “çocukluk, ergenlik, yetişkinlik” çağı olmak üzere üç ana başlık altında inceleyeceğiz.

Çocukluk Dönemi:

Çocukluk dönemini “okul öncesi” ve “okul çağı” olmak üzere iki alt başlık altında incelemeliyiz. Okul öncesi çağda çocukta, taklitçikik, animizm, antropomorfizm, egosantrizm, inatçılık, olumsuzluk, müşahhas(somut) düşünce, asosyallik ve meraklılık (soru çağı) gibi duygusal ve zihinsel özellikler hakim durumdadır.[4] Çocuğun kendini çevresine kabul ettirmeye ve “Ben de varım” demeye çalıştığı bu çağa “müstakil olma veya bağımsızlık devresi” de denir.[5]

Öncelikle bu özellikler üzerinde kısa açıklamalara yapalım:

Taklitçilik: Çocuk bu çağda beyninin kayıt yeteneğini öğrenme yeteneğiyle birleştirmektedir. Öğrendiklerini taklit yöntemiyle uygulamaya çalışır. Çocuk bu dönemde kendisine anlatılan her şeye şüpheden uzak bir şekilde inanmaya meyillidir. Duygusaldır akılcı değildir.[6]

Animizm: Çocuk bu çağda bütün varlıkları canlı, irade ve akıl sahibi olarak kabul eder. Oyuncak bebeğe isimler takarak onlarla konuşması, ona yemek yedirmesi vs. bu döneme örnek gösterilebilir.

Antropomorfizm ve Müşahhas(Somut) Düşünce: Antropo, insan; morf, şekil; antropomorfizm ise insan şekilcilik demektir.[7] Çocuk bu çağda Tanrı’yı insan şeklinde tasavvur eder. Çünkü bu dönemde somut düşünme becerisi gelişmiştir. Somut olayları öğrenir ve anlar. Ancak soyut olayları somutlaştırma yöntemiyle öğrenebilir.

Egosantrizm: Çocuk bu çağda benmerkezciliği temel alır. Her şeyin kendisi ile alakalı olduğunu düşünür. Bir başkasına söyleneni üzerine alır ve cevap verir. Kendisinden başkasını önemsemez ve bu da bencil bir tavır sergilenmesine sebep olur.

İnatçılık ve Olumsuzluk (Negativizm): Çocuk bu çağda inatçı ve olumsuz tavırlarıyla genellikle egosantrik bir yaklaşım sergileyerek ilgi odağı olmaya çabalamaktadır. Ayrıca çevresine kendisini kabul ettirmek amaçlarından biridir. Nihayet “ben de varım” düşüncesini geliştirdiği dönem bu dönemdir. Bunu olumsuz ve inatçılık tutumlarıyla kabul ettirmeye çalışır.

Meraklılık: Çocuğun dünyayı tanımaya çalıştığı, olaylara sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde yaklaştığı çağdır. Artık anlamaya ve aklını kullanmaya başlamıştır. Bu sebepten ebeveynlerin tutumlarına bu çağda ayrıca özen göstermesi gerekmektedir. Sorulan sorular saçma da olsa ve sürekli sorulsa da her seferinde ilk kez cevap veriliyormuş gibi gösterilmeli. Çocuğa sorularının önemli olduğu hissettirilmelidir.

Okul çağında çocuğun tutumu ile ebeveynlerinin okul öncesi çağda çocukları üzerindeki tutumu doğru orantılıdır. Eğer çocuk sorgulamayı ve gerçeği aramayı bir amaç olarak edindiyse yeni katılmış olduğu sosyal çevreyi hatta öğretmenini sorgular. Ancak çocuğun meraklılığı köreltildiyse o öğretmeninin ve sosyal çevrede öğrendiklerinin doğru olduğunu kabul edecek hatta ailesiyle karşı karşıya geldiğinde “sen öğretmenimden daha mı iyi bileceksin?” türevinde tepkiler verebilecektir. Çocuğun taklitçi mi yoksa özgün düşünen biri mi olacağına aile yaşantısı, sosyal ilişkiler, medya vb. çevresel faktörler belirleyici unsur olacaktır.

Okul öncesi çağ, çocuğun dinsel olarak inşasının temel kolonlarını attığı çağdır. Özellikle meraklılık döneminde ailelerin tutumlarına göre çocuğun dine yaklaşımları ve sorgulama yöntemleri gelişmekte veya körelmektedir. Ne yazık ki aileler bu dönemde çocuklara akla uygun olmayan cevaplar vermekte yahut usanç göstererek çocukların sorularını önemsememekte hatta aşağılamaktadırlar. Bu da sorgulama yeteneğini kaybetmiş çocuklarda ilk dönemlerindeki salt taklitçiliği esas almalarına sebebiyet vermektedir. Geleneksel dini öğretide ne tesadüftür ki taklitçiliği vurgulamaktadır. Bu algıda dinde akıl yoktur. Akıl yaratılış gayesine aykırı kullanılarak köreltilir ve adeta bir bilgisayar gibi virüslerle doldurulur.

Ergenlik Dönemi:

Dinin mantıksal yerleşiminin tekrar düzenlenebileceği ancak çocukluktan aktarılan olumlu veya olumsuz düşüncelerin izlerinin gözlemlendiği bir dönemdir. Psikoloji uzmanları bu dönemi, “ergenlik öncesi, ergenlik ve ergenlik sonrası” olarak üç grupta incelemektedirler. Ancak biz bu uzun süreci tek bir çatı altında inceleyeceğiz.

Bayan ve erkeklerde farklı süreçlerde gerçekleşen ergenlik dönemi normal şartlar altında 22 yaşında son bulmaktadır. Ancak modern psikoloji bunun erkekte 40 yaşına kadar devam ettiğini gözlemlemektedir. Kadınlar fıtraten daha duygusal olduklarından düşüncelerinde değişim gerçekleşmesi biraz daha zaman alabilmekte ve erken yaşlarda kararlı birer birey olabilmektedirler. Ancak erkeklerde duygusal düşünce mekaniği aynı işlemediği için yine fıtratları gereği kadınlara oranla daha fazla değişkenlik gösterebilmektediler. Karakter oturması kimi erişkinlerde daha geç olduğundan modern psikoloji erkeklerdeki ergenlik süresinin daha uzun olduğu kanaatine varmışlardır.

Bu dönemde kişiler birey olduklarının farkına varmaktadırlar. Bu sebepten düşüncelerini bir birey olarak gözden geçirebilme yeteneklerini kullanabilirlerse -ki başkalarının etkisinde kalma ve kimlik arayışı çoğunlukla buna engel olmaktadır- sorgulamayı tekrar gündem konusu edinebilirler.

Yetişkinlik ve Orta Yaş Dönemi:

Ergenlik döneminden sonra dinin mantıksal yerleşiminin kesinleşip oturduğu dönemdir. Karakteristik değişimlere çok az rastladığımız bu dönemde edinilen bilgileri yeterli görme ile karşı karşıya kalmaktayız. Kişi ya öğrendiklerini tamamen kabul etmekte yahut bir kısmını kabul edip  bir kısmını reddetmiştir. Kişinin hayat felsefesini kesinleştirdiği dönem olarak da isimlendirilebilir. Özellikle orta yaş döneminde değişime kişiler ve çevreleri olumsuz yaklaşmaktadır. Yaşlılık evresine hızla yaklaşıldığı için çok sık olmasa da geleneksel algı ile yaşayan kimselerin ölüm düşünceleri onları dine itmektedir. Yahut hayatlarında yaşadıkları olumsuz bir tecrübe sebebiyle dini bir kurtarıcı olarak görüp ona sarılabilmektedirler. Bunun haricinde kişinin kendini en yeterli gördüğü dönem dersek yanılmış olmayız. Bu sebeptendir ki bu dönemde oluşturulmuş yargıların değişmesi çok zordur. Ancak unutulmamalıdır ki tarihsel bilgilerin işaretine göre Hz.Muhammed tam da bu dönemde Kurani bir ifadeyle doğru yola iletilmiştir. Yani bu demektir ki insan gerçeğe her yaşta ulaşabilmektedir. Orta yaşın başlangıç ve bitiş noktaları net bir biçimde belirlenemediği için biz yetişkinlik ve orta yaş dönemini beraber işlemeyi uygun bulduk.

Yaşlılık Dönemi:

Din ile en çok ilgilenilen ancak algı değişiminin doğru orantılı olarak en zor olduğu dönemdir. Belirli bir din inanışı hakimdir ve ölüm fikri sürekli varolduğundan dine olan ilgide artış gözlemlenmektedir. Dinin en yoğun olarak yaşandığı dönem olan yaşlılık döneminde kişiler dinin özünü araştırmak yerine daha çok ibadetle vakit geçirmektedirler. Özellikle geleneksel din anlayışında bu çağ “arınma çağı” olarak isimlendirilir. Hac ibadeti ekseriyetle bu çağda gerçekleştirilir ve dünya hayatından kopuş gerçekleşir. Adeta kişi bu çağda ölümü beklemektedir. Bu algılayış Kuran çerçevesinde değerlendirildiğinde ölümün her an gelebileceği ve arınmanın her an olması gerektiği mantalitesiyle çeliştiğinden yanlıştır.

Dini algılayışı karakter tipleri ve kişiliğin oluşum süreçlerine göre işlediğimize göre nihayet sadece kadını ele alabiliriz. İnsanlık tarihi incelendiğinde erkeklerin, sahip oldukları fiziki güç, kuvvet ve diğer bir takım sebepler nedeniyle kadınları ikinci derece varlıklar olarak gördükleri ve onlara bu doğrultuda davrandıkları görülecektir.[8] Bu konuda din olgusunun kültürlerin oluşumuna etkisi ve bu kültürün insanlara aktarılmasındaki ana etken ataerkil toplumların egemen olması ve gelenek-görenek ve örf-adetlerin bir din/sistem haline dönüştürülmesidir. Dini algılayışın üzerinde durmamızın sebebi de din haline dönüştürülenleri belirlemedeki önemini vurgulayabilmektir. Yani dinin içerisine din olarak eklenen hurafelerin nasıl engellenemediğini psikolojik süreçleri tahlil etmeden açıklayamayız.

Son dönem feminist yaklaşım kadını ikinci plana itenin din olduğunu söylese de tarih bunun aksini ıspatlamaktadır. Erkek kendisine verilen fiziksel kuvveti kullanarak kadını susturmuş ve egemen olduğu bir sistem icat etmiştir. Bu sistem zamanla gelenek-görenek, örf-adet ve töre gibi kavramlarla önce zihinlere sonra da dinin içerisine yerleşmiştir. Ne zaman Yaratıcı müdahalesiyle bu sisteme karşı bir sistem ortaya çıksa bu sistem insan eliyle çeşitli eklentilerle değiştirilmiş ve gelenek-görenek, örf-adet ve töre gibi kavramlar birer din haline dönüştürülmüştür.

Yüce Allah sanki dini eksik bırakmış gibi kültürel kaynaklar, Hz.Muhammed’e izafe edilen söz(hadis)lere dönüştürülmüştür. Böylece tartışılmaz bir otorite oluşturulmuş ve Kuran’a aykırı bir tutumla kadın ikinci plana itilmiştir.

Kadınlarla ilgili mezhep ve hadis kökenli uydurmaların arkasındaki temel hedef, kadının erkeğe koşulsuz itaatini sağlamak olmuştur. Hatta bu itaat bir ibadete dönüştürülerek yıkılması imkansız bir otorite oluşturulmuş, sorgulanması imkansızlaştırılmıştır.

“Resulullah: “Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz.”

Bunun üzerine o kadınlar: “Ya Resulallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş” diye sordular.

Resulullah şöyle cevap verdi: “Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim.”

Kadınlar tekrar sordular: “Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?”

Resulullah “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?” diye sordu.

Kadınlar “Evet” cevabını verdiler. Peygamber Efendimiz izah etti ve tekrar sordu:

“İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman [günlerce bekler] namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?”

Kadınlar, “Evet” dediler.”

Buhari, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsuf 9, Nikah 88; Müslim, Küsuf 17, (907),
İman 132, (79);Nesai, Küsuf 17, (3,147); Muvatta, Küsuf 2, (1,187)

Yukarıda bahsi geçen ve Hz.Muhammed’e izafe edilen uydurma hadis, Kuran ile baştan aşağıya çelişmektedir. Konuya getirilen izahatler de çelişkileri örtmemektedir. Örneğin hadiste vurgulanan “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?” sorusunun cevabı, istisnai durumlarda doğrudur olmalıdır. Çünkü Kuran bu istisnai durumu açıklamaktadır. Kadının her durumda şahitliğini yarım kabul etmek Kuran ile çelişir. Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı Allah’ın bu konuyla alakalı “kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısıdır” şeklinde bir hüküm getirmiş olması beklenirdi. Ancak Kuran bir çok konuda kadın ve erkeğin şahitliğini eşit saymakta hatta zina konusunda kadının tek başına şahitliğini erkeğin şahitliğinin üzerine çıkarmaktadır.

“Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb’inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.”
(2/282)

Kadının şahitliği konusuna delil olarak getirilen ayeti bütünüyle incelediğimizde kadının ikinci plana atılmadığı ticaret ile dönem itibariyle erkekler ilgilendiğinden kadınların şaşırabileceği ve birbirlerini uyarmaları noktasında bir kolaylık sağlandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca doğabilecek anlaşmazlıklar karşısından bir erkek ve bir kadının karşı karşıya gelmesini Allah uygun görmemiş ve kadını korumuştur.  Ancak rivayette kadın direk ikinci plana atılmakta ve bunun sebebi olarak da bu ayet dayanak gösterilmektedir. Anlamdan saptırılmak için ayet bütünüyle incelenmeyip adeta cımbızlanan bölüm dikkate alınmaktadır. Kanaatimizce bu tutum Kuran’ı anlamada insanları yanlış yönlendirmekten başka bir sonuca ulaştırmayacaktır.

“Eğer bir insanın, başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, Allah’ın kadınlar üzerinde erkekler için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim!”

Tirmizi, Rada 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140;
Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/76; İbn Mace, Nikah 4/1852

“Bir adam kızını Rasulullah’e getirerek şöyle dedi:

−Kuşkusuz ki benim bu kızım evlenmek istemiyor! dedi.

Rasulullah kıza hitaben şöyle buyurdu:

−Babana itaat et!

Kız da Rasulullah’e şöyle dedi:

−Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bana kocanın karısı üzerindeki haklarının ne olduğunu bildirmediğin sürece evlenmem!

Rasulullah şöyle buyurdu:

−Kocanın karısı üzerindeki hakkı şudur, eğer kocasında kanayan bir yara olsa onu yalasa veya burnundan kan yahut irin aksa yine de kocasının hakkını yerine getirmiş sayılmaz!

Kız şöyle dedi:

−Seni hak olarak gönderen Allah’a emin ederim ki, ebediyyen evlenmeyeceğim!

Bunun üzerine Nebi şöyle buyurdu:

−İzni olmadıkça onu evlendirmeyin!”

Bezzar 2/171 No: 1465; İbni Hibban 1289; İbni Ebi Şeybe 4/303;
Mucemu’z-Zevaid 4/307, Tergib ve Terhib 4/217

“Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinize silerdiniz.”

Hafız Zehebi, Büyük Günahlar

“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.”

Ebu Davud, Tıb 24/3922; Müslim, Selam 34/115; Buhari, Nikah, 17/4805

“Kim ki karısına itaat ederse Allah onu yüzüstü Cehenneme atar.”

İbn Arrak 2

“Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.”

Hanbel, Müsned 5; Tirmizi, Fiten 75; Nesai, Kudat 8; Buhari, Fiten 18

Kaynaklarıyla beraber aktardığımız Resullullah’a izafe edilen hadisler ve bazı mezhepsel içtihatlar Kuran’ın özüyle çelişmektedir. Ayrı ayrı hadis incelemesi yapamayacağımız için rivayet kültürüyle ikinci plana itilen kadına Kuran’ın nasıl baktığını göstermek istiyoruz.

“Ey İnsanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halkalar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz Allah katında en değerliniz takvada(erdemlilikte) en ileri olanınızdır.”
(49/13)

“Allah’ın sizi birbirinizden farklı kıldığı şeylere özlem çekmeyin. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan onun lütuf ve ihsanını isteyin.”
(4/32)

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır.”
(9/71)

“Onlar (kadınlarınız) sizin için birer elbise, siz de onlar (erkekleriniz) için birer elbisesiniz”
(2/187)

“Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak barışa yönelik iş yaparsa, onu tertemiz bir hayat ile yaşatırız.”
(16/97)

Ayetlerde de açıkça görüldüğü üzere Kuran’ın kadın ve erkeğe yaklaşımı eşitlikten ziyade adaletten yanadır. Öncelikle “eşitlik” ve “adalet” kavramlarını tanımlamamız gerekmektedir.

Eşitlik: Bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasal haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu.

Adalet: Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme.

Sözlükler eşitlik ve adalet kavramları için kısaca bu tanımları yapmaktalar. Bu sebeptendir ki Kuran’da eşitliğe değil adalete önem vermektedir. Daha önce de örnek olarak vermiş olduğumuz ayeti hatırlamamız ve bu konu içinde detaylandırmamızın uygun olacağı kanaatindeyiz.

“Allah’ın sizi birbirinizden farklı kıldığı şeylere özlem çekmeyin. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan onun lütuf ve ihsanını isteyin.”
(4/32)

Ayetten rahatlıkla kadın ve erkeğin fizyolojik ve zihinsel olarak kimi özelliklerinin birbirinden farklı olduğu yahut birbirlerine kimi konularda üstün kılındıkları anlaşılmaktadır. Bir cinsin diğerine her alanda üstünlüğünü savunmak veya her iki cinsin her alanda eşitliğini iddia etmek yaratılışın kanunlarıyla, aklın gerekleriyle çelişen iddialardır. Eşitlik sloganlarıyla erkeğe çocuk doğurtmaya, kadına savaşta erkeklerle aynı vazifeleri yüklemeye kalkıp her iki cinsin farklılıklarını iyi değerlendiremezseniz her iki cinse de zulmetmiş olursunuz.[9]

Bu sebeplerden ötürü Allah eşitlikten değil adaletten yanadır dersek yanılmış olmayız.

“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim iyi fiiller gerçekleştirirse onlar cennete girecek ve onlar bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile haksızlığa uğramayacaktır”
(4/124)

Kadının ikinci plana itilmesi, dövülmesi, hakarete maruz bırakılmasının asli sebebi dinsel değil kültürel etkiden kaynaklanmaktadır.

Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.

“Bilgi sahibi olduğunuz konularda tartışıp duruyorsunuz! Peki hakkında hiçbir bilgiye sahip olamadığınız bir konuda nasıl tartışabiliyorsunuz? Siz bilmeyebilirsiniz; ama Allah bilir.”
(24/19)

Erdem Uğur Akbıyık

@euakbiyik

www.kitapyukluesekler.com

Kaynaklar:

[1] Sabri-Belma Özbaydar-Erol Günör, Psikoloji, s.15

[2] Habil Şentürk, Din Psikolojisine Giriş, s.28

[3] Caner Taslaman, Cennette Cinsellik ve Huri Meselesi, http://www.canertaslaman.com/2014/01/cennette-cinsellik-ve-huri-meselesi/

[4] Habil Şentürk, Din Psikolojisine Giriş, s.83

[5] N.Armaner, Din Psikolojisine Giriş; s.82-86, Habil Şentürk, Din Psikolojisine Giriş, s.83

[6] Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, AÜİF y., Ankara 1988, s.94

[7] Habil Şentürk, Din Psikolojisine Giriş, s.84

[8] Mehmet Okuyan – Kadına Yönelik Şiddete Kur’an’ın Bakışı, s.1, http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/242470133_20072305064.pdf

[9] Kuran Araştırmaları Grubu, Uydurulan Din ve Kuran’daki Din, s.242


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website