Kuran’da Atalar Dini Mensuplarının Psikolojisi ve Günümüze İzdüşümü…

 

Din: Türk Dil Kurumu sözlüğünde: “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet” ve “Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen[1] şeklinde tanımlanır.

Tarih içerisinde çeşitli tanımlamalarla her günün konusu olan “din” kavramına özetle “sistem” dememizin uygun olacağı kanaatindeyiz.

Din kimilerine göre afyonken kimileri için bir yaşam tarzıdır. Bu nedenle tanımlamayı yapan kişilerin hayata bakış açıları iyi gözlemlenmelidir. Din tanımlamasına zamanla insan sözü karıştırılmış ve “sistem” çok yönlü tanımlanmaya başlanmıştır. Örneğin dini “afyon” yönüyle ele alan Marx’ın tanımlaması şu şekildedir:

“Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi konusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.”

Bir diğer kavram olan “Semavi Dinler” tanımı ise: “İslam’da Allah tarafından indirildiğine inanılan Musevilik, Hristiyanlık ve İslam dinlerine verilen isim. Bazen İlâhi Dinler veya İbrahimî Dinler terimi de kullanılmaktadır. Gökten vahiy yoluyla indirildiği için sema (gök) kelimesi kullanılmıştır.”[2]

İnsanlar “din” kavramına bu şekilde yorumlar getirirken, Allah’ın Kuran ile “din” kavramına getirmiş olduğu açıklamalar daha kapsamlı ve daha nettir.

Kuran’da “De-Ye-Ne/dyn” kökünden türetilen kelimenin kök manası: “Borçla alışveriş yapmak”[3] “taat, itaat ve ceza, karşılık, karşılığını verme” müsteâr(özel) olarak ‘şeriat(yol)’[4]

Ayetler ışığında ise;


“…Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim…”
(5:3)

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam’dır…”
(3:19)

İbrahim ve daha sonra Yakup şunu çocuklarına öğütledi: “Evlatlarım! Allah sizin için bu dini seçti; müslüman olarak ölmeye bakın.”
(2:132)

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa kendisinden kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.”
(3:85)

“O, elçisini hidayet ve gerçek din ile gönderdi ki onu tüm dinlere üstün kılsın, ortak koşanlar hoşlanmasa da..”
(61:9)

İslam ve Müslüman kavramları genel itibariyle sadece isim olarak alınmış ve anlamları unutturulmuştur. Çoğu mealde dahi kavramlar hiç çevrilmeden olduğu gibi alınmaktadır. İslam olmak ve Müslüman olmak ise sadece lafızlarda kalmıştır. Biz de “İslam” ve “Müslümanlık” kavramlarını derinlemesine inceleyeceğimiz için yukarıdaki ayet meallerinde kavramları olduğu gibi vermeyi uygun gördük.

İslam/Müslüman Olmak

Her ne kadar genel kabul olarak “İslam” ve “Müslüman” kavramlarının içi boşaltılıp, eylem özelliği bir kenara itilmiş ve fiilden çok isimleştirilmiş olsa da Kuran’ın bahsettiği “İslam” ve “Müslüman” kavramlarının sadece bir kimlikten ibaret olmadığı açıktır.

Öncelikle İslam ve Müslüman kelimelerinin kökü olan “SeLeMe”den türtilmiş kelimelerin anlamlarını inceleyerek elde edeceğimiz bilgiler ışığında İslam ve Müslüman kavramlarının asıl manalarına ulaşmaya çalışacağız.

es-Selamu, es-Selametü: Dış ve iç afetlerden: belalardan veya dertlerden ârî, uzak olmak.[5]

Selam/Barış/Şalom/Peace/Friede/Salam/Paix et Salut: Mahlukata ilişen ayıpların, kusurların veya lekelerin ve afetlerin: belaların veya dertlerin O’na ilişmemesidir.[6]

İslam: Selama girmek yani iki taraftan her birinin diğerinden gelecek herhangi bir acıdan salim olması demektir.[7]

Kuran ayetlerinden anladığımız kadarıyla “İslam” kavramı “İman” kavramının altındadır.

“Bedeviler, dedi ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
(49:14)

Ayetten de anlaşılacağı üzere “islam” olmak, “iman”dan (gerçeği onaylamak) önce gelen bir evredir. Bunu şu şekilde örneklendirmek mümkün; kafasına silah dayanmış biri teslim oluyorum demekle suçunu kabul etmiş olmaz. Sadece suçunu kabul edebileceği bir yola girmiş olur. Allah da bu misalle bizlere diyor ki “önce islam olduk deyin, iman için daha yolunuz var” yani önce “teslim olun”…

Rabbi ona: “Teslim/İslam ol” dediğinde (O:) “Alemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.
(2:131)

İslam’ın fiili manası: Yüce Allah’ın kaza buyurduğu ve takdir ettiği her şeye teslim olma, boyun eğme’[8]dir.

Müslüman: İslam dinine mensup kişi demektir.[9]

Oxford ve TDK sözlük böyle dese de “müslüman” sadece bir kimlik değildir. İslam ve Müslümanlık kavramları bugünkü algıyla “din”ler üstü bir kavramdır.

Müslümanlık ise bu fiili (islam) hakkıyla yerine getirme durumudur. Yani tam anlamıyla “teslim olmak”tır.

Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız(Müslümanlarız).”
(2:136)

Yaşayan sözlük Kuran Müslüman kavramını Allah’a teslim olmak olarak açıklamakta.

Müslim: Hakka boyun eğip itaat etmek.[10]

“Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim/dostum Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.”
(12:101)

Yaşayan sözlük Kuran ise Müslüman’ı: “Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette Allah’ın dostu olan, teslim olmuş salih/iyi kul” olarak tanımlamaktadır.

İçi boşaltılarak anlam yozlaşmasına uğrayan bu kavramları kimi sözlükler “Türkçe”leştiğini düşünerek olduğu gibi almıştır. (Örn. Mevlüt Sarı El-Mevarid)

Musevilik, Yahudilik, Hıristiyanlık, bugün anlaşılan anlamıyla Müslümanlık Allah’ın insanlara verdiği bir isim değildir. Allah insanları iman edenler, teslim olanlar, münafıklar, inkarcılar/gerçeğin üzerini örtenler olarak sınıflandırmıştır. Ancak bunlarda eylemseldir, aynı Müslümanlık gibi. Allah insanlardan “Teslim Ol”malarını yani İslam ve Müslim olmalarını istemektedir. “Allah katında hak din İslam’dır” ayeti veya “İbrahim: “Alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” demişti” veya “Yakub da onu tavsiye ederek: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler sadece Müslümanlar olarak can verin.” dedi” ayetleri bu iddiamızı doğrulamaktadır.

Atalar Dini

Kuran’da tespitlerimize göre 140 üzeri yerde açıkça vurgulanan “atalar dini” profili “tavsiye edilen” ve “eleştirilen” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ayetleri incelediğimizde derin bir psikolojik tahlilin yapıldığını açıkça görmekteyiz. Ayetlerin bugüne izdüşümü incelendiğinde yapılan psikolojik tespitlerin halen geçerliliğini koruması Kuran’ın ilahi kelam oluşunu kanıtlar nitelikte.

Öncelikle tavsiye edilen atalar dini üzerinde duracağız. Kuran’da tavsiye edilen atalar dini tespitlerimize göre “biz atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” tepkisini ortadan kaldırmak üzere “siz atalarınızın dinini bile bilmiyorsunuz” dercesine yine bir eleştiri barındırıyor. “İşte sizin atalarınız şu kimselerdi ve onların dini de benim anlattığım din ile aynı dindi” diyor vahyin muhataplarına.

İbrahim ve daha sonra Yakup şunu çocuklarına öğütledi: ‘Evlatlarım! ALLAH sizin için bu dini seçti; müslüman olarak ölmeye bakın.’
(2:132)

Yoksa siz Yakub ölmek üzereyken yanında mıydınız? Hani O oğullarına; «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz (kime tapacaksınız?)» diye sordu. Onlar da; «Senin ve ataların İbrahim’in, İsmail’in ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz O’na teslim olmuşuz» dediler.
(2:133)

Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.
(2:134)

Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olun ki hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dini(dir); O müşriklerden değildi.”
(2:135)

Kuran’da doğru olan atalar dini tavsiye edilirken bile “sizin atalarınız da iddia ettiğiniz dinin mensubu değildi” demekte ve “Onlar bir ümmetti; gelip geçti” ifadesiyle atalar diniyle alakalı tavrını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kuran’da ataların olumlu anlamda kullanıldığı bir diğer örnek ise Yusuf Peygamber’e verilen atalar örnekliğidir.

“…üzerinde nimetini tamamlayacak. Tıpkı ataların İbrahim ve İshak üzerine o nimeti tamamladığı gibi.”
(12:6)

Tabiri caizse Hz.Yusuf’un dolayısıyla vahyin ilk muhatabı Hz.Muhammed’in gelecek ile ilgili kaygı duymaması açısından Allah bir telkinde bulunuyor ve yüklerini hafifletiyor.

Son olarak da görüyoruz ki gerçek ataların kimler olduğu ve doğru atalar dininin hangisi olduğu “Tevhid” vurgusu ön plana alınarak açıklanıyor;

‘Ben, atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. ALLAH’a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu, ALLAH’ın bize ve halka olan lütfudur. Ancak insanların çoğu şükretmez.’
(12:38)

Eleştirilen atalar dininde ise sapkın atalar inancına sahip olan karakter tiplerinin verdiği cevapların tutarsızlığı, cevaplarının birbirine benzemesi, zanna tabi olmaları gibi birçok psikolojik tahlile rastlıyoruz.

Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit de: “Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?
(2:170)

Bu ve benzeri bir çok ayette anlatılan durum (31:21-43:22-21:53-26:74) ne yazık ki günümüz toplumunun sahip oldukları inancı aklamak adına göstermiş olduğu kitlesel bir tepki olarak karşımıza çıkmakta. Bunun en basit örneğini her yıl Ramazan ayında “Süleymaniye Vakfı”nın gerçekleştirmiş olduğu imsak vakti tartışmaları gündeme geldiğinde Türkiye’de açıkça görüyoruz. Çoğunluğa tabi olma alışkanlığı sadece geçmişin değil günümüzün de hastalığı. Çoğunluğun söylediği her şeyi din kabul etmek, dini bir alt yapısı olmayan görüşleri dinselleştirmek ne yazık ki İslam(!?) toplumunun alışkanlığı. Hatta daha doğru bir tabirle “kolaycılığı”… Bu tutum, dünya üzerinde neredeyse (buna ateizm de dahil) tüm inanç sistemlerinde mevcut.

Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız.” dediler.
(43:23)

Tarihin tekerrür ettiğini ve edeceğini bizlere anlatan bu ayet sayfalarca anlatmaya çalıştığımız sosyolojik tespiti tek bir cümle ile özetlemekte…

Ufak bir grup “bize Allah yeter” derken geniş kitleler

“Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter”
(5:104)

diyor. Kuran ise tekrarlıyor:

“Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsa da mı?”
(5:104)

Bu sorgulamanın yapılması istenirken, çoğunluk akıl tutulması yaşayarak kendilerini kurani bir ifadeyle “bir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan” kimselerin kucağına bırakıyor. Çoğunluğa uyduğunda zerre gönül rahatsızlığı hissetmeyen insan, Kuran’da Allah’ın emrine uyduğunda duyduğu gönül rahatsızlığını ayyuka çıkartıp Bakara suresine ismini veren öküzün rengini, cinsini, şeklini sorup

“dinlerini oyuncak ve eğlence aracı”
(6:70)

haline dönüştürüp Allah’ın emrini rafa kaldırıyorlar.

Elbette bunun için dini fikrin oluşturulduğu kaynağın tespit edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Uydurulan dinin kaynağını yine Kuran açık bir şekilde ortaya koymuştur:

Allah’ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Çünkü, “Allah, insana hiçbir şey vahyetmemiştir.” dediler. De ki “Mûsa’nın insanlara bir ışık, bir kılavuz olarak getirdiği Kitap’ı kim indirdi? Siz o Kitap’ı birtakım parşömenler yapıp ortaya sürüyorsunuz, birçoğunu da saklıyorsunuz. Size, sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler öğretildi.” “Allah” de, sonra bırak onları saplandıkları batakta oynayadursunlar.
(6:91)

Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.” derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
(7:28)

Uydurulan dinin kaynağını eşeledikçe bunun ışık ve kılavuz olan Kitap olmadığının, Kitaptan bir takım bölümlerin alınıp değiştirilip ortaya sürüldüğü, kitabın gelişi güzel birçok bölümünün gizlendiği anlaşılıyor. Bu durum bir “yüksek zümre dini” ortaya çıkartıyor. Herkesin anlayamadığı dini, belirli otoritelerin anladığı iddiasıyla ortaya çıkıyor ve “Allah’ın emri budur” denerek hükümlerini Allah’a izafe etmektedirler. Bu durumda da avam “bunu bize Allah emretti” cümlesini kolaylıkla kurabiliyor. Bu gözlemi ülkemizde de rahatlıkla yapabilmekteyiz.

Kuran, dinlerini atalarının dinine değiştirenlere; “atalarınızın İlah’ı da sizin İlah’ınızla aynı”(37:125-44:8-26:26) “kader algınız yanlış, siz de öncekiler gibi yanlış yoldasınız” (6:148-16:35) “yanlış dinin avukatlığını yapıyorsunuz” (7:70-23:24-28:36-44:35,36-45:25-27:67-37:16) “atalarınızla beraber siz de zanna tabii oluyorsunuz” (53:23-7:95) “siz de atalarınız da doğru yolda değilsiniz”(11:109-12:40-18:5-21:54) “görmüyor ve düşünmüyorsunuz”(21:44-23:68-26:76) demekte.

Bu karakter atalarının dinini bırakanları “mürted(dinden çıkmış), müşrik, kafir, sapkın” ilan etmekte. Din gününün sahibi olan Allah’ın bu sıfatını üstlenip insanlar hakkında hüküm vermekten geri durmamakta.

Dediler: “Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz.”
(11:62)

Dediler ki; “Ey Şu’ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”
(11:87)

Atalar dini avukatlığı geçmişte de günümüzde de bir meslek haline dönüşmüştür. Atalar dinine zeval getirecek her tevhid çağrısı topa tutulmuş ve aşağılanmıştır.

Doğrusu, kendilerine gerçek ve apaçık bir elçi varıncaya kadar şunlara ve atalarına imkan tanıdım.
(43:29)

Kendilerine gerçek geldiği zaman, ‘Bu bir büyüdür ve biz onu inkar ediyoruz,’ dediler.
(43:30)

‘Bu Kuran, şu iki kentten ünlü ve büyük bir adama indirilmeli değil miydi?’ dediler.
(43:31)

Kuran’ın indirildiği kişiyi küçümseyecek kadar ileri giden bu tepkinin günümüze iz düşümü “bunca alim, din adamı bilmiyor da sen mi biliyorsun” şeklinde gerçekleşmektedir.

Dediler ki: “Sen bizi, atalarımızdan kalan yoldan çeviresin de yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmayız”.
(10:78)

Karşılarına çıkan her uyarıcıyı kendileri gibi zanneden ve dini bir saltanat elde etme aracı olarak gören bu karakterin tepkisi her zaman bu sözlerle olmasa da fiili olarak yaşamaya devam etmektedir.

Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?” deyince, onlar: “Gerçekten biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz.” dediler.
(43:24)

Bu karakter ne olursa olsun inkarından vazgeçmeyeceğini açıkça belirtmektedir. Uydurulan dine kendilerini öyle kanalize etmiştirler ki gerçeğe gözleriyle tanık olsalar bile bunu kabul etmeyeceklerini itiraf etmektedirler. Günümüzde bu karakteri bizce “bana ayet okuma” tepkisini veren insanlar temsil etmektedir.

Onlar: “Sübhansın seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.” derler.
(25:18)

İnsan unutkandır. Unutma hastalığı insanı yoldan saptırmıştır. Zikir/Hatırlatıcı ile hatırlamadıkları sürece helakı hak eden bir kavmin temsilcileri haline dönüşeceklerdir.

Sonra onların dönüşleri doğrudan doğruya cehennemedir. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar.
(37:69,70)

Hz.İbrahim babasını sapmış bir şekilde bulmuşken babasının eserleri ardınca koşmamış ve hakikati aramayı kendine dert edinmiştir. Bu sebepten o tek başına bir ümmettir ve yine bu sebepten yeri cennettir. Atalarının dini ardınca koşuşturanların yeri ise ayet ile sabittir.

Gardlar ilahi müdahale ile düşürülmüştür:

Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: ‘Ben, Rabbiniz değil miyim?’ ‘Evet, tanıklık ediyoruz,’ derler. Böylece diriliş günü, ‘Biz bundan habersizdik,’ diyemezsiniz.
(7:172)

Yahut, atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeyesiniz diye (yapmıştık).
(7:173)

Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.

“Bilgi sahibi olduğunuz konularda tartışıp duruyorsunuz! Peki hakkında hiçbir bilgiye sahip olamadığınız bir konuda nasıl tartışabiliyorsunuz? Siz bilmeyebilirsiniz; ama Allah bilir.”
(24:19)

Erdem Uğur AKBIYIK


twitter:@euakbiyik

www.kitapyukluesekler.com


[1] www.tdk.gov.tr

[2] http://www.fibiler.com/Kavram/Detay/Semav%C3%AE_Din_1179

[3] Es-Sihâh; Lisânu’l-Arab “De-Ye-Ne” maddesi.

[4] Râğıp el-İsfahani Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân s.565 “De-Ye-Ne” maddesi. Pınar Yayınları

[5] Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân – Rağıp el-İsfahani s.743 Pınar Yayınları

[6] Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân – Rağıp el-İsfahani s.744 Pınar Yayınları

[7] Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân – Rağıp el-İsfahani s.746 Pınar Yayınları

[8] Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân – Rağıp el-İsfahani s.746 Pınar Yayınları

[9] Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, Muslim – TDK Sözlük, Müslüman.

[10] Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân – Rağıp el-İsfahani s.746 Pınar Yayınları

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website