ŞEYTANIN ÇEMBERİ

ŞEYTANIN ÇEMBERİ

ŞEYTANIN ÇEMBERİ

1. Çemberin İlk Aktörleri:
Toplumları anlayabilmek için önce toplumu oluşturan aktörleri yakından tanımak gerekir. Şeytanların en sevdiği tipler cahillerdir. Bu sebeple her türlü pislik cehaletten gelir.
Cahil kişi, etrafında gelişen kötü olaylara kulak asmayan, halinden ve kazandıklarından memnun, kendi halinde mutlu kişidir. Rahatına dokunulmaması için kendisine hazır sunulan yalanlara ve iddia niteliğindeki gerçeklik kazanmamış yanlış bilgilere sığınma eğilimi vardır. Fakat gerçekleri öğrenip sorgulamaya, üzerinde çalışıp düşünmeye yönelmez. Gerçekleri araştırıp kendini sorumlu hissetmek ona göre rahatsız edici, zahmetli bir çabadır. Çünkü hakkaniyet duygusu ile sorumluluk alıp kendi rahatı bozulsun istemez. İnsanlığın başlangıcından itibaren, cahilin kendi icraatlarına yön vermede “rahatıma dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesi her çağda kendine yeten bir anlayış olmuştur. Rahatına dokunan tüm diğer şeyler ise başı ezilmesi gereken birer yılandır.

1.a. Cahilden Kastım:
“Cahil” kelimesinin sözlükteki ilk anlamından ziyade, toplumsal gerçekler üzerinde düşünmeyi terk etmiş, kendilerine bu konuda hiçbir pay çıkarmayan, hiç sorumluluk almayan, çok sıkıştıklarında başkalarını suçlayan, kendi iç huzuruyla vicdanları körelmiş herkes cahildir.

2. Çemberin Dışında Bırakılan Aktörler:
Her toplumda nadiren var o
lan haysiyet sahibi tipik bilge kişiler ise bilgisi olmayanların bilgisizliğini fırsata dönüştürmeyi düşünmezler. Haysiyetlerini sorumluluk bilinciyle taşıyan bu tipler, doğru sözlü olduklarından toplumda yükselemezler. Onlar için toplumun hükmü bellidir: “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur.” Toplumdaki çoğunluğu cahiller oluşturuyorsa bu durum onları çaresizce susup zamanla -ölmüş olsalar bile sözleri- “toplum içindeki hayaletler” gibi dolaşmaya mecbur kalırlar.

3. Çemberin Lokomotifleri:
Sonuncusu uyanık tiptir. Bunlar bilgelere nazaran tam tersine fırsatıçıdırlar. Güç, hükümranlık veya zenginlik uğruna çalışırlar. Aslında düşmanları olmasına rağmen eşitlik ve adalet gibi erdemlere tamamen sırt çevirmiş gibi görünmezler. Toplumda çabucak sivrilir ve göz önüne gelirler. Böylece yaptıkları yüzünden çirkinleşen yüzlerini güzel gösteren bazı maskelere ihtiyaç duyarlar. Hatta bazıları o kadar şeytanlaşır ki erdemleri bile birer maske olarak kullanıp çirkin karakterlerini örter, masumluklar üzerinden edebiyat yaparlar.

Cahillerin egemen olduğu toplumları idare etmek tam uyanıklara göre bir iştir. Gerçeği araştırmayanlara karşı kendilerini kurtaracak yalanlar üretmek onlara zor gelmez. Hatta icraatlarına açıklama yapmaya bile gerek duymazlar. Çünkü “körler sağırlar birbirini ağırladıkça”, “evli evinden, köylü köyünden memnun” oldukça denetim mekanizmaları, adalet dengesini sağlayan köklü bileşenler kendilerine göre son derece lüzumsuz görünür. Bu iki tipik karakterin ihtiyaçları birbirini tamamladığı için birbirlerine övgüler yağdırırlar. Birbirlerini eleştirmelerini beklemek ancak aralarındaki bir çıkar çatışması durumunda mümkündür. Aralarında kurdukları bu karşılıklı çıkar ilişkisi, haysiyet, hakkaniyet duygusu gibi erdemlerden daha önemlidir. Bu ikilinin egemen olduğu toplumlarda doğruların üzeri yalan ve iftiralarla kapatılması gereken birer çukur gibidir. Öne sürdükleri ilkel fikirler sadece görünürdeki doğruları ve sorumlulukları ortadan kaldırma bahanesi olarak kullanılır. Doğruluk, adalet ve gelişim maksadıyla kurulmuş sistemler bu şekilde sona erer. Eski sistem artık kendini kuyruğundan kapmış ve yutmaya çalışan bir yılana dönüşür. Çünkü öğrenmeye ve sorgulamaya itilen cahil toplum hayalindeki “rahat yaşam” hedefine böyle erişeceğini düşünmektedir. Ancak kurdukları yeni düzenden umdukları rahatlığı asla bulamadıkları gibi bulamayacaklardır. Uyanıkların vaatleri sahtedir, geçidir, unutulur ve arkalarında bırakacakları tek gelecek imkânsızlık ve yoksulluktan ibarettir.

Uyanıklar doğruların ve gerçeklerin üzerini kapatmak için ortaya attıkları yalanlar ve iftiralar birikirek zamanla çoğalır. Kurdukları çıkar ilişkisinin üzeri zamanla pislik bağlamaya başlar. Bir süre sonra sistem kendi pisliğinin ağırlığını kaldıramayacağından gömülmeye başlar. Artık kötü kokular yüzünden cahilin rahatı bile bozulmaya başlamıştır. Tam bu sırada ortaya bir günah keçisi çıkar/çıkarılır. Cahili yöneten uyanıkların sürekli iftiralarına ve dışlamalarına maruz kalan bu günah keçisi, bir anda cahilin bu pislikten kurtuluş umudu olur. Günah keçisi iki yoldan birini tercih etmek zorundadır. İlk tercihi, uyanık yöneticilerin kendisine verdiği fırsatı emredildiği gibi yerine getirerek cahilleri inandırıp yönetimdeki gizli kadrosunu almaktır. Sistem bir sonraki günah keçisi ortaya çıkana kadar eksik gedik böyle devam ettirilir. Keçinin ikinci tercihi ise artık hâlinden memnun olmayan cahillerin umutlarına göre hareket etmektir. Cehaletle pisliğin içinde boğulmuş bilgelerin de desteğini alması dahi mümkündür. Başarılı olursa tarihin sayfalara kazıdığı bir kahramana dönüşebilir. Bu umut da başta cahillerin daha önce yıkmış olduğu, dürüstlüğe, adalete ve insana onuruna yaraşır bir sistem getirir. Artık tekrar başa dönülmüş; insanlar hâlinden memnun olmuş, mesut bir yaşama kavuşulmuştur. Ama bu durum bir sonraki uyanıklar daha güzel yalanlarla gelip işleri çıkmaza götürünceye kadar sürebilir. Bu sürenin uzunluğu da toplumdaki cahillerin sayısı ile ters orantılıdır.

4. Sonuç:
Birçok milletin tarihi bu kısır döngü ile yazılmıştır. Bu döngü şeytanın çemberidir; şeytanın toplum üzerindeki büyük projesidir. Sermayesi düşünmemeyi tercih eden tembel beyinli insanlardır. Toplumun cahilleri düşünüp üzerlerine sorumluluk almadıkça, kendi rahatlıklarını amaç edindikleri sürece, bilindik hiçbir ideoloji insanlığa fayda sağlamayacaktır, düzeltemeyecektir, geliştiremeyecektir, ileri taşıyamacaktır. Gelişim ancak cahillerin kendi kabuğunu kırıp yumurtasından çıkar gibi düşünmeyi tercih etmeye başladığı zaman gerçekleşmesi mümkün olabilir. İşte bu, kendinden başka kimselere bağlı çıkmazlar yüzünden düşünen insanlara göre hayat bir çile, bir işkence hâline gelmiştir.

4.a. Kuran’da Ele Alınan Bazı Toplumsal Vurgular:
“Eğer rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mü’min olsunlar diye, insanları mı zorlayacaksın? Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah pisliği aklını kullanmayanların (cahillerin) üzerine yağdırır.” [Yunus-99,100]

Şimdi soralım kendimize: İnsanları birbirine düşürmesini toplumun bir kısmını diğerine karşı nefrete sürüklemesi kimin işidir?

Bu konuda her şeyi bilen El-Âlim’in cevabı:
“Kullarıma söyle: (birbirlerine karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” [İsra-54]

Uyanıklar şeytanın ta kendisidir. Onlara uyan toplum bireyleri ne bu dünyada ne de ebedi hayatında huzur bulamayacaktır.

Şeytan açıkça insanlığın düşmandır. Amacı bizi bibirimize düşürmek, ayrıştırmak ve insanlığı küçük topluluklara bölüp yutulabilir lokmalara dönüştürmektir.

4.b. Ne Yapmalı?
Toplumun ikinci tip bilge kişileri; çeşitli bilim alanlarındaki bilim insanlarına, araştırmacılara, özellikle düşünürlere toplum idaresini sürekli olarak yönetme imkânı verilmelidir. Böylece erdem sahibi (akıl ve ilim sahibi, dürüst, çalışkan) bireyler; uyanıkların yaptığı gibi “kendi gibi düşünen” bireyler talep etmek yerine; “kendi gibi gerçeği arayan” kimselerin sayısını çoğaltmayı amaç edinmelidir. İnsanlara erdemlerden yoksun huzuru yaşamanın yanlış olduğunu; kalıcı ve gerçek huzuru aramak gerektiğini öğretirler. Adaletçi, paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı, dürüst, insancıl, doğacı, doğrucu ve gerçekçi olmak gibi ahlaki ilkeler değer kazanmalıdır. İnsana, doğumundan itibaren edinmesi gereken erdemler ancak bu sistemin bireylerinden oluşan topluma ait eğitimle verilebilir. Böyle bireylerden oluşan bir toplumda kimse uyanıklık rolüne yönelmeyeceği gibi, yönelen de dışlanacaktır. Rahatına düşkün, ilkesiz, cahil kimselerin sayısı temiz yürekli nesillerin çoğalması sayesinde giderek azalıp sonunda TEK DAMLA KAN DÖKMEDEN yok olacaktır. Devletlerin bilindik rejimlerinden ziyade, bilgiyi alıp işlemiş kişilerden oluşan, uyanıklardan arınmış, ahlak sahibi, erdemlerini terk etmeyen bilimci komisyonları tarafından teşkılatlandırılmış ve yönetilen, alacakları paylaşımcı kararlarla yönetilmesi en ilerici yönetim şekli olacaktır. Bu anlayışın küresel anlamda egemen olması durumunda dünyadaki tüm para birimleri aynı anda değer kaybederken birim insan değer kazanacaktır.

Halil Yakar


About the Author
Author

hymaster

Leave a reply

Name (required)

Website