Bakara sûresine adını veren ve pasajın eksenini de oluşturan بقرة [bakara] sözcüğünün kökü, “yarmak, fethetmek ve genişletmek” anlamına gelen ب ق ر [b-q-r] köküdür. Baqar, cins isim olup evcili ve vahşisi, erkeği ve dişisiyle cinse dahil olan tüm hayvanların adıdır, ki biz buna “sığır” diyoruz. Bu sözcük, “ıyal” [aile; aile efradı ve malıyla mülküyle] anlamındadır.
Yusuf Suresinde Bakara kelimesini Yusuf Nebi ağzı ile rabbimiz Bolluk, ferahlatan anlamında tevil etmiştir.(Bknz: Yusuf Suresi 43 ve 46)
NEW YORK BORSASI
***
***
Mûsâ kavmine, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” der. Herhangi belirti verilmeyip sadece sığır denmesi [kelimenin “nekre/belgisiz” kullanılması] sebebiyle İsrâîloğulları bu sözü anlamsız bulurlar. Zira sığır sözcüğü, “belgisiz” olduğundan, kasdedilen sığırın binlerce sığırdan ayırdedilmesi mümkün değildir. Buradaki “sığır” kelimesi, müteşâbihtir(benzeşen anlamlı). O nedenle İsrâîloğulları Mûsâ’ya, “Sen bizi alaya mı alıyorsun” demişlerdir. Mûsâ da, “Ben câhillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” diyerek işin ciddiyetini ve alay etmenin câhillik alâmeti olduğunu bildirir.
İşin ciddi olduğunu anlayan İsrâîloğulları, Mûsâ’ya, “Bizim için Rabbine dua et, o [sığır] her ne ise onu bizim için açığa koysun” diyerek işin aslını öğrenmeyi isterler. Mûsâ da Allah’ın buyruğuyla, bu sığırın “yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası dinç” olduğunu bildirir. Ve hemen bu işi yapmalarını ister. Fakat İsrâîloğulları için bu tarif de yeterli değildir. Zira bu nitelikte de yüzlerce sığır vardır. Bu nedenle Mûsâ’ya tekrar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” ricasında bulunurlar. Mûsâ da, O [Rabbim] diyor ki”: “Şüphesiz o [sığır], rengi bakanlara sürur veren, sapsarı bir inektir” diye rengi ile ilgili de bilgi verir.
Mesele İsrâîloğulları için hâlâ netleşmemiştir, zira yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası dinç, rengi bakanlara sürur veren sapsarı onlarca inek bulmaları mümkündür. O yüzden de Mûsâ’ya, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle doğru yolu bulmuşlarız” derler.
Bu defa Mûsâ, O [Rabbim], diyor ki”: “O [sığır], zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır” açıklamasında bulunur. Bunun üzerine mesele, İsrâîloğulları için netleşir ve Mûsâ’ya, “İşte şimdi gerçeği getirdin” derler. Gönülsüz de olsa kendilerine verilen emri yerine getirirler.
Peki İsrâîloğulları’nın çözdükleri mesele neydi?
Burada sığıra verilen nitelikleri göz önüne getirelim: Yaşlı ve körpe değil, ikisi arası dinç, rengi bakanlara sürur veren bir sarı, zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığır. Dünyada böyle bir sığır yoktur, buradaki özellikler altın’a aittir. Dolayısıyla, mesele “sığır kesme/kestirme” değil, “altına tapmaktan vazgeçirme”dir. Samirinin zinet eşyaları ile yaptığıda altın bir buzağı heykeli idi. Bu Altın buzağıya tapma sevgisi onların kalplerine içirilmişti.
72. Ve hani siz bir nefsi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73. Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o‘nu [Mûsâ’yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.
Bu âyetlerde de İsrâîloğulları’nın geçmişlerinden başka bir kesit; atalarının işlemiş olduğu bir cürüm ve Allah’ın onlara verdiği emirler nakledilmekte; ayrıca Mûsâ’nın işlediği cinâyet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için o’nun Mısır’dan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir. Aynı konu Kasas sûresi’nde de yer almıştı.
Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından savaşan [birbirlerini öldürmeye çalışan] iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan [Mûsâ’dan] yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi de onun aleyhine gerçekleşti [o öldü]. O [Mûsâ], “Bu, şeytânın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi. O [Mûsâ], “Rabbim! Şüphesiz kendime zulmettim. Artık beni bağışla!” dedi de O [Allah], o’nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir. O [Mûsâ], “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki, artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi. Sonra da o [Mûsâ], şehirde korku içinde, kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek o’ndan yardım istiyor. Mûsâ ona, “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi. Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o [o adam], “Ey Mûsâ! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi. Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi, dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.” Sonra da o [Mûsâ] korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni zâlimler kavminden kurtar!” dedi.
(Kasas/15-21)Hani kızkardeşin yürüyordu da, ‘Sizi o’nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
(Tâ-Hâ/40)Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Elçi’ye icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O’nun huzurunda toplanacaksınız.
(Enfâl/24)
Bu paragraf, “sığır kesme” pasajının devamı olarak algılanmış, makul ve makbul olmayan iddialar öne sürülmüştür.
Burada Mûsâ’nın elçiliğe hazırlanışı ve o’nun vahye muhatap olması nedeniyle sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur. Âyetteki, Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir ifadesi de, buna işaret eder, cesedin canlanmasına değil. Nitekim Rasûlullah ve o’nun tebliğ ettiği vahiylerle ilgili de şöyle buyurulmuştur:
O [Mûsâ] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn’u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle o’nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” O [Allah] dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir kudret kılacağız. Sonra da onlar âyetlerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve size tâbi olanlar üstün olanlarsınız.”
(Kasas/33-35)
Âyette geçen بعض [ba‘z] sözcüğü, “kısım, parça” anlamında edat olduğu gibi, بَعُضَ [ba‘uza/eza etti, acıttı] fiilinin mastarı da olabilir. Klasik anlayış, sözcüğün “parça” anlamını [edat hâlini] dikkate almıştır.
BA‘Z
بعض [ba‘z] sözcüğü, “parça” anlamında kullanıldığı gibi, بعض [ba‘uza/dişledi, eziyet etti] fiilinin mastarı da olur. Hatta, بعوضة [ba‘uzat/sivrisinek] sözcüğü de buradan gelir.
DARB
Bu sözcüğün de birçok anlamı vardır.
Sözcükler bu anlama alındığında mana şöyle olur: Öldürülen kişi sebebiyle Mûsâ’ya eza edilmemesi için o’nu Mısır’dan uzaklaştırın, yola koyultun. Burada emir, Mûsâ’ya Mısır’dan kaçmasını öneren kimseye verilmiş, o da Mûsâ’nın Mısır’dan kaçmasını sağlamıştır. Bu kişi Mü’min sûresi’nde, “Firavun’un yakınlarından olup imanını gizleyen biri” olarak nitelenmiştir. Biz bu kişinin, Firavun’un karısı –ki Kur’ân’da övülmektedir– olabilir.
En iyisini Allah bilir.