AKIL TUTULMASI

AKIL TUTULMASI

AKIL TUTULMASI
Dini konulardaki en büyük sapmalardan biri de aklın, dinin dışına çıkartılmasıdır. Bazı kişi ve çevreler inanç varsa akla yer olmadığını ya da akıl ile hareket edildiğinde inanca yeterince yer kalmayacağını iddia ederler. Aklını kullanmayanı kullanmak çok kolaydır. Bir insanın aklını almak, her şeyini almak demektir. Allah bizden aklımız ve gönlümüz ile kendisine teslim olmamızı ister. Bazı kişiler ise din adına aklın işlevsiz kılındığı bir teslimiyet bekler. Üstelik teslimiyeti Allah’a değil kendisine bekler. Akılsız teslim olan, kendisine söylenen her şeyi yapabilir. Yaptığı her şeyi Allah için yaptığını sanabilir. Oysa Müslüman yalnız Allah’a teslim olandır. Bu teslimiyet de akıl ve gönül ile yapılandır. Maalesef bugün benzer örneklerini gördüğümüz gibi “Aklınızı kullanın ve Kur’an’a gelin” diyenlerin “sapık”, “Aklınızı bir kenara bırakıp bize gelin” diyenlerin “dindar” sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz.

Dünyayı kontrol etmek artık beyinleri kontrol etmekten ve yönlendirmekten geçiyor. Bugün, yapılması gereken en acil görev, çok uzun bir zamandır, her tür kitle iletişim araçlarıyla birey ve toplum olarak muhatap kılındığımız “beyin yıkama, zihin kontrolü, bilinçaltı işgali, algı yönetiminin ne olduğunu, hangi amaçla, kimler tarafından, ne için yapıldığının idrak ve bilincine varmaktır.

Akıl tutulması nedir? Akıl tutulması beyin yıkama, zihin kontrolü, bilinçaltı işgali, algı yönetimi, kamu diplomasisi ve benzeri yöntemlerle sert güç, yumuşak güç, akıllı güçten birinin gerektiği yerde devreye alınması dâhil, her tür kitle iletişim araçları (ses, yazı, görüntü, resim, müzik, film gibi sanat dallarını oluşturan /yöneten /yönlendiren medya, radyo, tv, sinema vs gibi araçlar) kullanılarak, hedef kitledeki birey ve toplumun üst beynini, yani selim aklını işletmesini engellemek ve davranışlarını yönlendirmek için, onu düşünemez hâle getirmek üzere yapılan çeşitli eylem/işlem/operasyonlardır.

İnsanın en büyük düşmanı türlü hile ve oyunlarla yüksek dozda akıl tutulmasına maruz kalmasıdır. Dünya toplumlarının en büyük sorunlarından birisi de gücü ele geçirenler tarafından insanın kullanıp atılan bir canlı alet durumuna getirilmesidir. Onlar için insan hedeflerine varmak için kullandıkları birer oyuncaktır. Doğaya bakışları da birer emanetçi olarak değil de kendilerini doğanın sahibi gibi davranmaktadırlar. Bir gurubun, bir dinin, bir ideolojinin, bir ırkın çıkarları toplam dünya insanlarının iyiliğinin üzerindedir. Bunun için kıtalardan kıtalara yolculuk yapmaktan hiç tanımadıkları bir halkın üzerine bombalar yağdırmaktan, halklar arasına fitne ve fesat sokmaktan asla çekinmezler. Kendilerinin paranın ve gücün dışında bağlı oldukları herhangi bir din, ideoloji yoktur. Gücü ele geçirenlerin bütün bu aşamalara gelmeden evvel ilk önce insanın zihnini zehirlemeleri, aklını bulandırmaları gerekiyordu, öyle de yaptılar

Gücü ele geçirenler hangi ulustan olursa olsun dünyaya gelmiş ve gelecek olan bütün insan ve diğer canlıların yaratılmış olmaktan gelen insani haklarını gasp ederek dünya halklarının kanlarını oluk oluk akıtırlar. Hatta kendi halklarını bile gözden çıkarmaktan çekinmezler. Dünya üzerindeki ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir ve geniş imkânlara sahiptir.

Akıl tutulması zihin bulanıklığı, zihin zehirlenmesi, zihin kirlenmesi günümüz insanın farkında olmadan gönüllü olarak düştükleri tuzaklardır. Akıl tutulması; devlet politikaları, toplum mühendisleri, televizyon programları, medya, diziler, yarışma programları vb. araçlarla aklı sabit tutmak, aklı devreden çıkarmak suretiyle yapılmaktadır.

Bir çiçeği hoyratca koparırken “ onun sahibi olmadığımızı” hatırlayalım. Çünkü biz bu evrende hiçbir şeyin sahibi değiliz. Sahibi olduğumuzu sandığımız şeyler sadece bir yanılsama. Sorgulayalım kendimizi. İlk önce düşüncelerimizden başlayalım. Her şey düşünceyle başlar ve düşünceyle biter.

Akıl tutulmasında amaç nedir? Verileni alan, ona göre tutum ve davranışlarını geliştiren, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, emre amade sürü halindeki birey ve toplum inşa etmektir. Akıl tutulması eylemleri/işlemleri, hedef kitledeki birey ve toplumu mantıklı düşünmeden yaşayan, biat kültürüne bağımlısı, “Ben bilmem, abiler-şeyh, mürşit, seyit gibi adımıza düşünenler bilir.” şeklinde uyutulmuş/uyuşturulmuş beyinlerden oluşan bir sürü oluşturmak için yapılmaktadır. Din, inanç, kültür, sanat, ekonomi, ticaret, siyaset, rejim, sistem ne gerekiyorsa, bunları ancak biz biliriz mantığında olan, kendilerini dünyanın, bölgenin, ülkenin, küresel egemen elitleri var sayanların her konuda çeşitli yöntemlerle, her tür kitle iletişim araçlarıyla uyguladıkları bir operasyondur.

Hz. Peygamber döneminde bilgi ve hüküm kaynağı, sadece “Kur’an Ve Akıl” idi. Bir mesele hakkında ayet varsa onu ortamın ve durumun gereğine göre Hz. Peygamber uygulardı. Eğer ayet yok idiyse o hususta aklıselimle işe çözüm getirir ve uygulardı. Böylece hem Kur’an hem akıl dinin iki bilgi ve hüküm kaynağı idi. Kur’an ile akıl karşı karşıya çarpıştırılmazdı. Dört halife döneminde de bu yöntem çoğunlukla uygulanmıştır.

Hz. Peygamber’den sonra müslümanlarda başlayan dinin kaynağı noktasındaki yöntem yanlışlığı: Dört halife döneminden sonra, Müslümanlar yavaş yavaş Kur’an’ı da aklı da bilgi kaynağı olarak ihmal etmeye başladılar! Kur’an’ı ve aklı ölçü almayı bıraktılar. Bu ikisinin yerine hadisi koymaya başladılar.

İslam’da mezhepleşmeler başladıktan sonra her biri kendini desteklemek için hadis aramaya koyuldular, bulamayınca da hadis uydurdular. Böylece gitgide Kur’an bilgi kaynağı olmaktan çıktı. Kur’an’a dayanarak akıl yolu ile Kur’an’ın gündemde tutulmasına çalışanları susturmak için akıl da itham edilmeye başlandı. Lafızcılar olarak adlandırılan mezhepçi, grupçu insanların tutumu siyasilerin de işine yaradı.

Lafızcılar akılcıları, siyasiler de halkı susturdu. Böylece İslam’ı 1400 yıl sonra bu duruma düşürdüler! Hadisçiler Kur’an’ı ve aklı ihmal etmekte başarı kazanınca, ortaya çıkan siyasal, inançsal, fıkhi mezhepler de oluşup kemikleşince, hadisin yerini mezhep imamlarının içtihatları aldı. Hadis sahihi uydurması ile fıkhın içine girdi ve bu suretle, fıkıh hadisi kendi içinde eritti veya onu bir kenara itti. Böylece din mezheplerin yaptıkları “Fıkıh”tan ibaret oldu.

Ortada din olarak ne KUR’AN, ne de AKIL kaldı! Kur’an, yaşayanların dini olmaktan çıkarıldı ve ölülerin dini oldu. Taş-toprak Kur’an’dan ne anlarsa ölüler de Kur’an’dan ancak o kadar anlar. Kur’an’da bu konuya nasıl ışık tutuyor, ona kulak verelim:
“Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa Allah’a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden ona içtenlikle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz.” (Haşr 59/21)

Teorik düzlemde İslâm dünyasının entelektüelleri çıkış yolu bulmak amacıyla oldukça verimli ve seviyeli tartışmalar yapmayı sürdürse de, bu çabaların geniş halk kitlelerine yansıması ve özümsenmesi gerçekleşmedikçe, 57 İslâm ülkesinde istikrarlı bir maddi-manevi kalkınma kolay kolay mümkün olmayacaktır. Dinî, mezhebî, etnik ve ideolojik fay hatlarının giderek derinleştiği bu dünyada, böylesi bir idealin gerçekleşmesi için empatiye ve karşılıklı tavize dayalı bir uzlaşma kültürü olmazsa olmaz görünmektedir. Aslında İslâm’ın Peygamberinin Medine’de kurduğu site devletten başlayarak, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Endülüs Emevi, Fatımi, Babür gibi devlet ve imparatorluklarda ve sonuncusu olan Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut olan -dinî, etnik, kültürel- çoklu kültür, kozmopolit ve çoğulcu toplum yapıları bu coğrafyaya hiç de yabancı değildir. Ne var ki modernitenin bir sonucu ya da dayatması olan tek tipçi ulus-devlet modeli bu zengin kültürün ciddi hasarlar görmesine yol açmıştır. O yüzden son zamanlarda bir yandan İslâmi bağlamda ulus-devletin imkânı meselesinin, öte yandan tek tipçi ve dayatmacı İslâmi zihniyetlerin ciddi tartışmalara konu olması tesadüf değildir. Tartışmaların muhtemel istikameti de bu gibi konularla ilgili olacaktır. Gelecekte ne olacağını şimdiden kestirmek mümkün olmasa da, şu andaki durum hakkında bir fikir edinmek için şu üç eseri örnek olarak sunmak aydınlatıcı olacaktır: Roger Garaudy, Entegrism-Kültürel İntihar, Wael B. Hallaq, İmkansız Devlet, Thomas Bauer, Müphemlik Kültürü ve İslâm. Günümüz İslâm Düşüncesi potansiyel olarak heyecan verici müspet gelişmelere gebe görünse de, bu gelişmelerin sonuçlarını ve ürünlerinin geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesi ve özümsenmesi zaman alacak görünmektedir.

Ancak yaşanan bu dramatik savrulma ve yozlaşma, sözünü ettiğimiz muhalif ve eleştirel İslâmcı aydınların, İslâmcı çizgiyi ve söylemi, son gelişmelerin ışığında yeniden değerlendirmelerine de vesile olmuştur. Bu ise İslâmcı düşüncenin önümüzdeki dönemde Garaudy’nin “Hem Batı’ya hem de İslam geleneğine eleştirel yaklaşım” şeklindeki önerisini hayata aktarmak için kolları sıvamasına -büyük ihtimalle- yol açacaktır. Bu muhtemel gelişme sadece ülkemizdeki İslâmcı düşünce değil, diğer İslâm ülkelerindeki İslâmcı düşünce akımları için de söz konusu olacaktır. Nitekim bu yönde başlayan kıpırtıların ilk ürünleri de yavaş yavaş satırlara dökülmeye başlamış, söylemler giderek daha fazla dikkat çeker olmuştur. Önümüzdeki on yıllar içerisinde -belki de daha kısa bir zaman diliminde- İslâmcı düşüncenin radikal bir özeleştiri ve kendisiyle hesaplaşma sürecine gireceği güçlü bir ihtimal olarak görünmektedir.

İslam ülkelerinin geri kalmışlıklarına bakılarak, İslam dininin gelişmeye engel olduğu ve bütün ilmi-teknik gelişmelerin Avrupalılarca gerçekleştirildiği, Müslümanların medeniyete katkı sağlamadıkları iddiası tarihi hakikatlerle bağdaşmaz. İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farábi, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Haldun, Cabir İbn-i Hayyan, Ebubekir er-Razi, Kindi, Nasırüddin-Tusi, Biruni, Ali Kuşçu, İsmail Gelenbevi, Hoca Tahsin, Hoca İshak, İbn-i Heysem ve yüzlerce bilgin, dünya bilim tarihine yerleşmişlerdir.

“Bağ” manasına gelen aklın işlevsiz bırakılınca Allah’ın kurulmasını istediği “akıl-vahiy, dünya-ahiret, Allah- insan/hayat…” arasındaki bağlar kopmuş oldu. Akıldan kopuştan sonra batıl, hurafe, bid’at, şirk gibi zararlı unsurlar İslam düşüncesini kuşattı. Akıldan kopuş, hüküm vermede, kıyas yapmada, seçip ayırmada, değerlendirmede insanı yanlışlara götürdü. Akıldan kopuş irade ve vicdanda da onulmaz yaralar açtı. İrade ve akıl iptal olunca akıl babalarının emir ve tavsiyesiyle sorgulanmadı. Fakat ahirette “Yazıklar olsun bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim. Furkan/29)” “Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar. (Ahzab/67)” diyecekler.

Haydar Öztürk


About the Author
Author

basiret

Leave a reply

Name (required)

Website