Namaz, Dinin Direği Midir?: Kısım 2

Namaz, Dinin Direği Midir?: Kısım 2

Hem namaz ibadetinin Müslüman toplumda düzenli olarak yerine getirilme oranının son derece düşük olmasının hem de namaz ibadetini düzenli olarak yerine getirenlerin azımsanmayacak bir kısmının, toplumsal İslam esaslarına riayet etmede başarısız oluşunun, namazın “dinin direği” olması ile hiç bağdaşmadığını, yazının önceki kısmında ifade etmiştik. Bir önceki yazıda, Müslümanların, namaz ibadetini dinin asli kaynağı olan Kuran’dan ziyade; büyük oranda cep boy namaz hocası kitaplardan, cami imamları ya da Kuran kursu öğretmenlerinden ve/veya aile büyüklerinden öğrendiğini belirtmiştik. Bu durumun ibadeti şekli olarak kompleks bir yapıya soktuğunu ve oluşan kompleks ve aşırı detay kurallara boğulmuş ibadetin, üstüne bir de “borç” olarak algılanmasıyla birlikte iyice bir külfet halini aldığını aktarmıştık. Bu yazıda ise sorunu bir başka açıdan alacağız: İbadetin, Müslümanlar tarafından ne ölçüde anlaşılarak yerine getirildiği açısından.

Namazı borç olarak görmenin yanı sıra, namazın işlevselliğini önemli ölçüde düşüren bir diğer problem ise namaz ibadetinin anlaşılmadan yapılması. Esasında bu problem, namazın “dinin direği” olarak yer edinmesinin önündeki en büyük engel. Zira toplumun geniş bir kesiminde namaz, öğrenilmiş ve ezberlenmiş fiili ve sözlü tekrarlardan oluşan bir ritüel halini almış vaziyette. Namazın borç yükü ile özdeşleşmesiyle birlikte, anlamadan ve özümsenmeden yapılan bir hareketler bütünü haline de gelmesi, kaçınılmaz olarak namazı kılanına neredeyse hiçbir fayda sağlamayan bir konuma getiriyor. Mü’minun suresinin 2. ayetinde “Onlar ki, namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olurlar.” (Mustafa İslamoğlu Meali) ifadesi yer almaktadır. Ayette geçen ve huşu olarak da tanımlanan derin bir ürperti ve tevazu halinin anlaşılmadan yapılan bir tekrarlar bütünüyle sağlanamayacağı açıktır. Yukarıda ifade edilen iki hususun da meydana getirdiği ortak sonuç namaz ibadetinin gereği gibi yapılamaması oluyor. Bu sonuç, Kuran’da namazın dosdoğru kılınmasına yönelik telkinler şeklinde kendine yer bulmaktadır. (Enfal 8:3 – Tevbe 9:18, 71 – Rad 13:22 – İbrahim 14:31 / Diyanet Vakfı Meali). Namazın dosdoğru kılınmasına yönelik telkinler, namazın hatalı şekillerde de kılındığına dolaylı bir işarettir.

Namazın, peygamberimiz Hz. Muhammed tarafından “dinin direği” olarak tanımlandığı döneme baktığımızda ise bu iki hususun da geçerli olmadığını görüyoruz. Kuran’ın nüzulü sürerken ve Müslümanlar İslam ile iyice içli dışlı olurken namaza son derece düşkün bir yapı arz ediyorlar. Öte yandan Kuran’ın Arapça nazil olması ve ilk muhatapların da Araplar olması, onların namazlarında okudukları ayetleri anlamaları ve yine Kuran’ın tavsiyesine uyararak sindire sindire okumaları nedeniyle de özümsemeleri sonuçlarını doğuruyor. Bu nedenle günümüz Müslümanlarının da geleneksel bir öğreti ile öğrendikleri ve yine geleneksel bir yöntem ile yerine getirdikleri namaz ibadetinde bu öze dönüşü yaşamaları gerekiyor. Öncelikle namazın kişi üzerinde bir borç olmaktan ziyade, onu Allah’a yaklaştıran ve Allah’ın vermiş olduğu tüm nimetlere şükür mahiyeti taşıdığını kavramalı ve namazın Allah ile bir buluşma, bir kaynaşma olduğunu hatırdan çıkarmamalı. Yine aynı şekilde ister Arapça olsun ister ana dilinde ya da başka bir dilde, namaz esnasında okunan sure, ayet ve duaların anlamlarına da vakıf olmalı ve aceleye getirilmeden, okunulan hususlar düşünülerek ve tahlil edilerek namaz ibadeti yerine getirilmelidir. Bu şekilde kılınan namazın hem kişiye haz vereceği hem de kişinin gerek toplumsal esaslar gerek inanç esasları bakımından İslamın çizgilerine riayet etme gayretinde olmasına katkı sağlayacağı ortadadır.

“Vay o namaz kılanların haline; ki onlar, kıldıkları namazdan gafildirler.”
Maun 107:4,5 (İbn Kesir Meali)


About the Author
Author

Resul Koç Avukat, 26 Gümüşhane

Leave a reply

Name (required)

Website