Allah İle Saptırma / Fatalizm / Mutlak Kadercilik

Allah ile Saptırmanın,  kökeninde yatan sebepleri çok farklı açılardan değerlendirmek mümkündür… İzin verirseniz, Kur’an okudukça ve kadim “düşünce çatılarını” araştırdıkça ve bu düşünce çatılarının altında yatan sebepleri irdeledikçe edindiğim, bakış açımı paylaşmak istiyorum.

Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Herhangi bir şeyde babanın, evladı; evladın da babası yerine karşılık ödemeyeceği günden ürperin! Allah’ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın!
8Lokman/33)

Ey insanlar, Allah’ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın.
(Fatır/5)

Kadim Düşünce tarihimizi,  araştırdığımız da bu düşünce akımlarının temelinde yatan ilk sebepler olarak  “Ölüm-Ölümsüzlük-Ahiret” hakkında yapılan mistik yorumlar olduğunu anlarız… Mistik öğretilerin amacı, Nirvana’ya ulaşmak, ölümsüzleşmek, enel hak olmak yani birle bütünleşip birle birleşmek adına yapıldıklarını anlarız… Modern “Düşünce tarihimizi” de Yunan medeniyetiyle  başlatmak gibi de bir eğilimimiz var. Oysa tüm bilgi-tecrübe ve düşünceler geçmişe dayanarak bina edilirler. Yunanlı filozoflar,  bakış açılarını yaratılışı başlatan ilk sebebe dayandırmaya çalışarak kendi aralarında tartışmış ve farklı farklı düşünce akımlarının çıkmasına sebebiyet vermişler…  İlk sebebi / hareketi başlatan unsura; sevgidir, ustur, ışıktır, ruhtur, logostur, ateştir, sudur vs. demişler. Anlayacağınız farklı filozoflar farklı farklı düşünce çatıları üretmişler tıpkı mistikler gibi… Felsefe, değer belirleme bilimidir. Her filozof kendi düşünce çatısını sebep-sonuç dairesi içerisinde tanımlamak-açıklamak zorundadır. Aslında, Filozoflar da tıpkı mistikler gibi kendinden önceki filozofun düşünce çatısından yararlanır.  Sonra, bu düşünce çatısının ya körü körüne savunucusu yâda karşıtı olur… Her bir düşünce akımı kendi önderleriyle anılır/adlandırılır… Yunandan itibaren başlatılan bu düşünce akımları, Sufizme-sezgiselciliğe karşı geliştirilen düşünce akımlarıdır. Yunanlı filozoflar,  yaratılışı kendi akılcı yöntemlerine dayanarak, kendi düşünceleriyle açıklamışlar. Şu da bir gerçek ki, Yaratılışın ilk sebep/lerini ister sezgi sellikle ister akılcılıkla ele alalım, üçlemeci mantığından ve tabiatı zıtlıklar üzerinden tanımlarız.  Üçlemeli, mantığında olan kimseler Tanrıdan taşan, Tanrıyla özdeş bir yapıda yaradılışı ele aldıkları için farklı farklı yollara başvursalar bile tüm akımlar kendi özde sel düşüncelerinde birleşirler… Ayrıca Tüm öğretilerde ve günümüzde ki  bilimsel felsefede  dahil  düşünce çatılarını  zıtlıklar üzerine bina etmişlerdir. “Sen çift görüyorsun bu gözünde ki şaşuluktandır.” “ Tek ve tümel bir yapıdayız, Allah ademi kendi suretinde yarattı”, “Tanrı tanrıyı görmek istedi ademi yarattı ”, Alemlerin hepsi hayal”…Aslında Alimler,  tabiatı sadece zıtlık üzerinden ele aldıkları için yanıldılar. Kavramlarımız ve algılarımız zıtlıklar üzerine bina edildiği için bir Yaratıcının varlığı olgusu ve emir ve yasakların, helal ve haramların sebebi tam olarak idrak edilemiyor Bu sebeple “Kavram kargaşası” yaşamamız çok normal. Hermesçi gelenek, Tao, Zen, Buda, Yunan, zerdüşt vs… Tüm Mistik Felsefelerde her şey üçlemeci ve sadece zıt bir yapıda ele alındığı için iyi-kötü-,karanlık-aydınlık, yaşam-ölüm gibi zıt kavramlarla zihinler zıtlıkların savaşına hapsedildi. Bu tür algılar üzerinden Kadın erkeğin düşmanı konumuna getirildi. Oysa Kitabımızdan anlıyoruz ki her iki tür için düşman belli “şeytan”…

Ataları- Dedeleri, Ruhbanları, Bilim insanlarını-Felsefecileri sorgulamadan, her dediklerini hatasız ve doğru kabul etmek aslında onları Rab edinmektir… Geçmişte de günümüzde de sanırım sürekli “Vahye” dayalı Kitaplar en son başvurulan kaynaklar olmuş… Bu sebeple her türlü “Tekelciler”,  Nebi-Resullerini yalanlamış veya öldürmüşler.  “Sen anlamazsın”  diyerek te Vahyi Halktan gizlemişler…

Fatalizmyazgıcılıkkadercilik, tüm eylemlerin ya da olayların evrendeki yasaların boyunduruğunda olduğunu vurgulayan bir felsefi öğretidir. İslam düşüncesinde bu görüşe yakın olan olan akım Cebriyyedir. Fatalizm pozitivizm ve bilime atıfta bulunurken, cebriyye tanrıya atıfta bulunur. Fatalizm genel olarak şu anlamlardan herhangi birine gelebilir:

  1. Yapmakta olduğumuz şeyden başka bir şeyi yapmaya gücümüzün olmadığı görüşü.[1] Buna göre, insanın ne geleceği ne de kendi eylemlerini belirlemeye gücü yetmez.
  2. Gelecekteki ya da kaçınılmaz olduğu düşünülen olaylar karşısında boşvermişlik benzeri bir tutum. Friedrich Nietzsche yazgıcılığın bu biçimini Türk yazgıcılığı olarak adlandırır.
  3. Eylemler özgürdür, ancak kaçınılmaz bir sona doğru işler. Bu inanç uzlaşmacı yazgıcılığa çok benzer.
  4. Yazgıcılığı kabullenmek, kaçınılmazlığa direniş göstermekten daha uygundur. Bu inanç bozgunculuğa çok benzer. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Fatalizm)

Kur’andan yola çıkarak;   sizce Kur’anda Mutlak “Fatalizime” yer verilir mi? … Bu öğreti bir anlamda Atalarımızın kendi yaptıklarını mubahlaştıran öğreti…Felsefi anlamda Varoluşu  sorgularken Tabiyattan yola çıkarak ve pozivitizmi doğuran Aristotalesçi erguman…“Kelimelerle”  illiyet bağı kurabiliyoruz. Kelimelerle düşünüyoruz. Kelimelerin içinde  Ruh var. Kur’anın bir sıfatının Ruh oluşu ve Rabbin kelimelerinin yerini değiştirecek hiçbir kuvvetin  –kudretin olmayışı bize sunulmuş bir lütuftur.  Ruh Rabbin emrinde,  Ruh hakkında bize çok az bilgi verilmiş. (İsra-85)  Atalarımızın yaptığı gibi ruhu Allah’ la özdeşleştirdiğimizde her şeyi bilebilme hastalığına kapılır, kendimizi de Tiran ilan etmiş oluruz.  Haşa Allahın bilmesiyle bizim bilmemiz hiç bir olur mu? Tüm dehalar-zekâlar bir araya gelse bile her şeyi bilebildiğimizi iddia edebilir miyiz? Aslında, Rab bizi yaradılışı okuyabilecek ve medeniyet kurabilecek kabiliyette yarattığı halde biz sürekli tabiatı taklit ederek kendimizi makine hayvan/insan düzeyine indirdik. Makinelerin çalışma prensiplerinden yola çıkarak oluşturulan tabiat kanunları “ toplumların da şekillenmesinde ön ayak oldu. Pozitivist düşüncede “Tabiatta” geçerli olan kanunların her yerde aynı işlediğinden yola çıkılarak gelişen bu düşünce sistemi “makinelerin çalışma prensiplerinin” taklidiyle atıldı! Makinenin bir parçası bozulduğunda parçayı değiştirirsiniz, makine takır takır çalışır. Bu düşünce çatısı, evreni-dünyayı- İnsanı/toplumları bir makineye benzetti. Bence Allahın tabiata – kâinata uyguladığı bir yasasını keşfettiğimizde o yasayı sahiplenip insanlara/toplumlara biz uygulamaya kalktığımızda hem kendimize hem yasaya “zulm” ediyoruz. Entropi yasasına göre: Evrenin bir bölümünde oluşan düzenin bedeli, mutlaka başka bir bölümünde daha büyük çapta bir düzensizlik olarak ödenir( Caner Taslaman/ Modern bilim felsefe ve Tanrı. S 14.) . Allahın okuyabildiğimiz bir yasasını biz topluma-toplumlara uyarlamaya kalktığımızda yani Düzen ve düzensizliği biz tanımlamaya katlığımızda “batının” düzeninin “doğuya” nasıl sirayet ettiğini düşünün Batı modern, doğu geri… Rabbin henüz okuyamadığımız ya da hiç okuyamayacağımız daha kaç yasası vardır hiç düşündük mü? Kuranın bir sıfatının Ruh oluşu İnsana üfürülen Ruh rezonansa geçtiğinde. Hele Rab kendi yoluna uyanları da melekle destekleyeceğini söylediği ayetini düşününce…

Şu bir gerçek ki, “rabbimiz Allah’tır!” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler ha bire iner de şöyle derler: “Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennetle sevinin.
(Fussilet-30)

Rabbim haddi aşmadan Okuyabilmeyi ve hayata tatbik etmeyi her birimize tek tek nasip etsin. Kur’an’ın rehberliğinde her birimiz, kendi kendimizi düzelttikçe toplumumuzun düzeleceği kanaatindeyim. Tepeden inme düzenler zorba ve dikta edici düzenlerdir… Kuranla inşa olan fertler zaten düzen oluştururlar!

Okuduğum, Tüm öğretiler bana İnsanoğlunun, sürekli ölümsüzlüğü istediğini, bu sebeple tanrısal olmayı ve her şeye mutlak anlamda sahip olmayı istediği için türlü türlü mitolojiler, efsaneler, felsefeler, ideolojiler, ürettiklerini kavrattı. Oysa hepimiz ölümlü varlıklarız bir gün tek tek Rabbin huzurunda hesap vereceğiz. Şimdiki zaman dilimimiz tersine işleyecek ve tüm yaratılanlar mahşerde hesap vereceğiz. Her birimiz tek tek kendi kitabımızla karşılaşacağız.” Bu kitaba ne olmuş büyük küçük demeden hepsini yazmış.

Gerçekten siz bize ilk defa yaratığımız (halk) gibi tek tek geldiniz.
(En’am/94)

yemin olsun ki sizi ilk defa yarttığımız ( halk) gibi bize geldiniz.
(Kehf/48)

Sizi ilk yarttığı (b-d-e) gibi ona döneceksiniz.
(Araf-29)

Bizi tekrar kim diriltecek diyecekler Sizi ilk defa yaratan (fatara)…
(İsra/51)

Yemin olsun ilk yaratılışınızı  (inşa) bildiniz.
(Vakia-62)

Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu üzerimizde bir vaiddir. Elbette, biz yapıcılarız.
(Enbiya/104)

Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi.
(Yunus/44-45)

Mutlak Kaderciler, Kendilerini mutlak yasa koyucu ve uygulatıcıları  da olarak görürler…

Allaha şirk koşmaktan geri kalmayan bu kişiler “Sen böyle yazmasaydın ben böyle davranmazdım” diyen bu kişilerin tutum ve davranışlarını Kura’an arz edince…

Dedi: “Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım.
(Araf/16)

(İlk mutlak kaderci İblis mantığı…)

Şirke batanlar şöyle diyecekler: “Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz.”
(En’am /148)

Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye güç yetirendir. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
(Mülk/1-2)

Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.  Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
(İnsan/1-2-3)

Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü kendisine ait olan Allah’ındır; ahirette de hamd O’nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır.Yerin içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.İnkâr edenler, dediler ki: ‘Kıyamet-saati bize gelmez.’ De ki: ‘Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır.’
(Sebe/1-2-3)

Kaf. ‘Şerefli üstün’ Kur’an’a andolsun. Hayır, onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar da, o kafirler: ‘Bu şaşılacak bir şey’ dediler. ‘Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecek mişiz)? Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır).’
Doğrusu Biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları) saklayıp-koruyan bir kitap vardır.
(Kaf/1-2–4)

Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir.
(Nisa-40)

Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.
(Yunus/44)

Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız/adaleti terazilere koyacağız. Hiç kimseye zere kadar zulüm edilmeyecek. hardal tanesi kadar birşey olsa onu ortaya getiririz. Hesapçılar olarak biz yeteriz!
(Enbiya/47)

“Oğulcuğum, şu bir gerçek ki, yaptığın, bir hardal dânesi ağırlığında olsa, bir kayanın bağrına veya göklere, yahut yerin bağrına konsa, Allah onu yine de ortaya getirir. Çünkü Allah Latif’tir, lütfu sınırsızdır; Habîr’dir, herşeyten haberdardır.”
(Lokman/16)

Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz’aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: ‘Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?’ Dediler ki: ‘Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur.
‘ İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: ‘Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır.
(İbrahim/21-22)

Hiç kuşkusuz, Rabbin hepsinin amellerinin karşılığını tam tamına kendilerine verecektir. O, onların yapmakta olduklarından haberdardır.
(Hud/111)

 


About the Author
Author

MuruvvetCaliskan

Leave a reply

Name (required)

Website