Değişimi amaç yapma yanılgısı

Evet değişiklikler güzeldir, insan hayatına yenilik ve çeşitlilikler katar. Hatta bazen ve veya bazı alanlarda mutlaka gereklidir de… Örneğin teknoloji ve bilimin sınırlarına henüz gelinmedi, bu alanda sürekli evrimleşilecek ve ilerlenecektir.


Bu da yepyeni nimetler ve yaşam tarzı sunacaktır insana.

Bunlar değişimin gerekli ve de faydalı olduğu taraflar. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Değişimi mutluluğa götürecek araç değil de amaç olarak gören, olumlu olumsuz demeden sırf değişiklik olsun diye değişim isteyen sağlıksız bir düşünce yapısı da hakim dünyada ne yazık ki..

Bunun bir benzeri noktaya “olumlu çeşitlilik ve olumsuz çeşitlilik” konusunda değinmiştim. Çeşitlilik ve farklılık ne kadar çok olursa o kadar iyi olur. Ama siz tutup, sakatlıkları, hastalıkları, ırkçı düşünceleri ve buna benzer çeşitli olumsuzlukları da sırf çeşitlilik olsun diye gerekli olarak görürseniz işte o zaman film kopar. Olumsuz çeşitliliğin fakirleştirici etkisini görmez ve onunla mücadele etmezseniz, bu zenginlik değil fakirlik olur demiştim.

Yine sırf değişim olsun diye olumsuz değişimi kabullenirseniz aynı hataya düşersiniz. Yani sağlıklı halinizden sıkılıp hasta olmayı veya sakatlanmayı arzularsanız bu dediğim sağlıksız ruh haline bürünmüşsünüz demektir. Ya da başıma biraz üzücü ve sıkıntılı olaylar gelsin artık diyorsanız, yine sırf değişim olsun diye değişiklik olsun diyen, değişime tapan gruba girmişsiniz demektir.

Hayat sonsuz denilebilecek olumlu değişimi yaratacak kombinasyonlara sahipken, olumsuz değişime yönelmek gerçekten trajediktir.

Bu olumlu kombinasyonlar sonsuz bir süreç içerisinde insanın hayatına sonsuz bir zenginlik katacak potansiyele sahiptir. Ama olumsuzları ise zenginlik değil fakirlik katar.

Bu yüzden her şeyde değişim istemek büyük bir hatadır. İyi olan, mükemmel olan değiştirilirse bu evrim değil dejenerasyon, güzellik değil çirkinlik olur.

Ve evrim her şeyde değil bazı şeylerde vardır ve gereklidir, yoksa oluşacak olan gelişme değil bozulma olacaktır.

Değişimi mutluluğa ve güzelliğe giden bir araç değil de amaç yapanlar, bu hatalı bakış açılarından dolayı güzelliklerin bile yıkılmasını, hatta yok olmasını isterler farkında olmasalar da. Çünkü onlara göre mutlaka daha güzel ve daha iyi vardır, bir şeyde mutlak mükemmelliğe, güzelliğe ulaşılmış olabileceğini düşünmezler bile, düşünecekler olsalar da kabule yanaşmazlar. Hatta bunu kabul etseler de sırf değişim için yine güzelliğin yıkılmasından yana oy kullanırlar.

Her şey sürekli değişmelidir, yaşam şekli, hali, hatta evrensel yasalar, yaşam formatları bile (onların gözünde).

Evrimciler ister ruhçu, ister materyalist olsun bunu hayal eder genelde. Eğer ahiret inancına sahipse ve cennete inanıyorsa bile onun sonsuz olmasını kabullenemez. O da günün birinde bitmelidir. Çünkü onların gözünde amaç güzelliğe ulaşmak ve muhafaza etmek değil, nasıl olursa olsun sürekli değişimi yaşamaktır.

Bu yüzden ölümü ve yok oluşu sürekli ister ve tasvip ederler farkında olmadan. Dediğim gibi ölümsüzlüğe, cennet yaşamının bile daimi olmasına tahammülleri yoktur farkında olmasalar bile.. O da miladını doldurup bir gün bambaşka oluşumlara geçilmelidir inançlarına göre.

Bu inanç ruhçu öğretiden tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Kendini safkan ruhçu olarak gösterebileceği gibi, materyalist veya Hıristiyan veya Yahudi şeklinde de gösterebilir bu inanç. Her inancın arasına sızmıştır. Hatta İslam gibi tam karşıt bir inancın içerisine bile… İslam dünyasına tasavvuf, Musevi dünyasına ise kabala öğretisiyle girmiştir bu öğreti. Tabii daha başka versiyonları da mevcuttur…

Değişimi araç olarak değil de amaç olarak görenler çoğu kez kendi rüya ve idealleriyle bile büyük bir çelişki içerisindedirler.

Örneğin birçok evrimci güzelliklere ulaşmayı hedefler. Hastalıklar, fakirlik hatta ölüm ortadan kalksın, savaşlar ve olumsuzluklar artık olmasın der. Ama bir yandan da inançlı bile olsa bu evrimciler, cennetteki sonsuzluğu bile kabullenemez bir ruh hali sergilerler. Birden bir bakmışsınız ki “acısız hayatın ne anlamı var, kötülük olmadan iyiliğin tadına varılabilir mi” gibilerinden tam tersi bir inancı açığa vurmaktalar. Hatta dediğim gibi dünyadaki acıları, ölümü bile istemez gibi görünürken, birdenbire cennetteki ölümsüzlüğü bile istemez bir yapıya bürünürler. Cennetin bile bir gün yok olmasını isterler. Farkında olmadan bu dünyadaki tüm kötülük ve olumsuzlukları över, yüceltir Ve de isterler. İşin trajik yanı, bu çelişkilerinin çoğu kez farkına bile varamazlar.

Bu arada başka bir yazımda daha geniş bir bakış açısıyla değinmek istediğim bir konuya kısaca burada da değinmeden geçemeyeceğim.

Bu dünyadaki acı ve ıstıraplar hastalıklı bir şekilde övülürken, buna kanıt olarak yanlış bir sembollendirme yoluna gidilir. Bu dünyadaki acı ve sıkıntılar, yiyeceklerdeki acı, ekşi gibi tatlarla sembolleştirilir ve buna karşılık yaşamdaki güzellikler de yiyeceklerdeki “tatlı” tadıyla özdeşleştirilir. Ve ondan sonra çıkıp da “sırf tatlı yenir mi biraz da acı ve ekşi tatları tadacaksın ki hayatını yaşayasın” derler.

Ama buradaki temel hata bu eşleştirmede yatmaktadır. Çünkü acı ve ekşi de tıpkı tatlı gibi bir tattır, yani bir nimettir. Bunlar eşit derecede güzelliklerdir. Tatlı bir elma da, acı bir biber de Allah`ın bize sunduğu eşit derecede mükemmellikte güzelliklerdendir. Birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur. Ama kimisi kişisel tercihinden dolayı tatlıyı, kimisi de tuzlu veya acıyı tercih edebilir. Yani acı tat hayattaki olumsuzluğa veya ızdıraba karşılık değildir. Tıpkı tatlı gibi ayrı bir nimet, ayrı bir hazdır.

Hayattaki olumsuzluklar ise bir nimet çeşidi değil bir bela, üzücü bir durumdur. Aynı sembolleştirmeyi renklerde de yaparız. Örneğin siyah rengi kötülüğe, beyaz rengi ise iyiye, güzelliğe denk gelecek şekilde sembolleştiririz. Ama hâlbuki siyah ve beyaz eşit derecede güzellikteki 2 renktir. Ne siyah kötülüğü temsil eder, ne de beyaz iyiliği…

SEMBOLLEŞTİRMEYİ DAHA DOĞRU BİR ŞEKİLDE YAPMALIYIZ

Beyaz ve siyah aynı değerde birer renktirler. Eşittirler. Aynı şekilde yiyeceklerdeki tatlar da renkler gibi eşittirler. Bu yüzden bunlardan biri iyiliğe güzelliğe, bir diğeri ise kötülüğe, ızdıraba denk gelemez. Bunlar bizim hatalı ve /veya eksik sembolleştirmelerimizden kaynaklanmaktadır.

Eğer illaki sembolleştirme istiyorsak bunu daha doğru ve dikkatli bir şekilde yapmalıyız. Örneğin bunu tatlarda yapacaksak hayattaki ızdıraba karşılık olarak herhangi bir tadı kullanmamalıyız. Çünkü dediğim gibi bütün renkler gibi tatlar da eşit derecede güzellikler(nimetler)dir. Bunlardan herhangibi birini çirkinliğe sembolleştiremeyiz, hepsi ayrı güzelliklerdir. Hiçbiri çirkin veya sıkıntı verici değildir. Hepsi de mutluluk ve haz vericidirler.

Ama hayattaki üzücü olaylar, olumsuzluklar ise nimetin, güzelliğin tam tersi olan “bela”dırlar. Bu yüzden sembolleştirmemizi de bunu göz önüne alarak yaparsak daha sağlıklı sonuç elde ederiz. Mesela sıkıntının sembolü olarak bozulmuş, çürümüş veya zehirleme aşamasına gelmiş yiyecekleri kullanabiliriz. Yani “tatlı-acı” gibi güzel tatlar veya “siyah-beyaz” gibi güzel renkler değil de olsa olsa “bozulmuş, çürümüş, tatsızlaşmış, zehirleyici ve iğrelti hale gelmiş” şeyler kötülüğü, sıkıntıyı sembolize edebilirler.

Bu açıdan bakıldığında da hayattaki ızdıraplar, üzüntüler, kötülükler hayatın tadı tuzu falan değildirler. Ya da hayatın renkleri değildirler. Olsa olsa hayatın bozulmuş, tatsızlaşmış, zehirleyici, istenmeyen deneyimleridir.

Bu yüzden bu yanlış eşleştirme ve sembolleştirmelere dayanarak hayattaki olumsuzlukları övmek büyük bir hatadır.

Selam ve sevgiler

Yazar : Emre_1974tr

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website