DİN ANLAYIŞIMIZI DEĞİŞTİRMELİYİZ

Din Anlayışımızı Değiştirmeliyiz


İtiraf etsin veya etmesin her insan, Allah’ı var ve bir kabul eder. Bu sebeple, dinsiz olduğunu söyleyenler de dâhil herkesin bir din anlayışı olur ve kendini, o dinin dindarı sayar. Bunların hepsi doğru yolu anlamış, ona içten inanmış sonra o yoldan çıkmış kimselerdir. Allah Teâlâ, yoldan çıkanların ortak özelliğini bize şu şekilde bildirmiştir:

“O gün nice yüzler ak çıkar, nice yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Âl-i İmrân 3/106)

Yoldan çıkanlar, Allah’ı ikinci sıraya koyanlardır. Birinci sıraya ya kendilerini ya bir ilim adamını, ya da melekleri, peygamberleri veya din adamlarını koyarlar. Aslında onların birinci sıraya koydukları bunlar değil, şeytanlardır. Allah Teâlâ insanları ikiye ayırmış ve şöyle demiştir:

“Allah bir takımını yoluna kabul eder, bir takımı da sapıklığı hak eder. Sapıklar, Allah’tan önce şeytanları veli edinen ve kendilerini doğru yolda görenlerdir. ” (Arâf 7/27-30)

Bunlar, birinci sıraya koydukları şeytanlara kulluk ederek hürriyetlerini kaybedince anlayışlarına ters düşen âyetleri görmezlikten gelirler. Yaptıklarının yanlış olduğunu bildikleri için zaman zaman Allah’a teslim olma arzusu da duyarlar [1]. Ama menfaatlerini kaybetme korkusu buna engel olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Kâfirlerin çetin bir azaptan çekecekleri var. Onlar, dünya hayatını ahiretten çok seven, Allah’ın yolunu çarpıtmaya çalışarak ondan uzaklaşan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler. ” (İbrahim 14/2-3)

Öyleyse önemli olan dindar olmak değil, Allah’ın dininin dindarı olmaktır. Allah Teâlâ, kendi doğru dininin tarifini şu âyete yerleştirmiştir:

“Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez. ” (Rum 30/30)

Demek ki, doğru din fıtrat, yani varlıklarda geçerli kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, indirilmiş veya yaratılmış âyetlerden öğrenilir. İndirilmiş âyetler Kur’ân’da olanlardır. Yaratılmış âyetler ise canlı ve cansız tüm varlıklardır.

İnsan, doğumundan ölümüne kadar Allah’ın yarattığı âyetleri gözlemler ve onlardan bilgi edinir. Bu bilgilerle o, Kur’ân’ın Allah’ın kitabı olduğunu ve onu getirenin de Allah’ın Elçisi olduğunu anlayacak seviyeye gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara göstereceğiz; sonunda onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır. ” (Fussilet 41/53)

İnsana yapılacak en büyük iyilik, hiçbir ekleme ve çıkarma yapmadan Allah’ın kitabını, onun anlayacağı dille ona öğretmektir. Böylece o, kendindeki doğru bilgilerle Kur’ân âyetlerinin bütünleştiğini görerek onun Allah’ın kitabı olduğunu, onu getiren zatın da Allah’ın Elçisi olduğunu kavrayacaktır. Bu yüzden Kur’ân’ı her insana, kendi ana diliyle anlatmak gerekir. Zaten Kur’ân’ın Arapça olması, Muhammed aleyhisselamın içinden çıktığı toplumun ana dilinin Arapça olmasından dolayıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder[2]. Güçlü olan o, doğru karar veren odur. ” (İbrahim 14/4)

Onun elçiliği sırf Arap toplumuna değil, tüm insanlığadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Seni, başka değil, bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı elçi olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmez. ” (Sebe 34/28)

Onun tebliği, ancak onun uyguladığı yolla insanlara ulaştırılabilir. Bu sebeple din eğitiminde temel hedef, Peygamberimiz gibi davranarak Allah’ın yarattığı âyetleri okumakta olan insanlara, Allah’ın indirdiği ayetleri de okuyup bu ikisi arasındaki bütünlüğü göstermektir.

Aslında bu, her müminin görevdir. Bunu ihmal edenlerin düşeceği kötü durum şöyle açıklamıştır:

“İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru yolu Kitapta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenleri Allah dışlayacaktır. Dışlayacak olanlar da dışlayacaktır. Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur. ” (Bakara 2/159-160)

“Allah‘ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler ve ona karşılık biraz çıkar sağlayanlar var ya, onlar karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz. Onları aklamaz. Onlara acı bir azap vardır. ” (Bakara 2/174)

Bilim ve sanatın bilgi kaynağı da âyetlerdir. O âyetleri daha iyi okuyan Allah’a daha saygılı olur. Allah Teâlâ, bazı tabiat âyetlerini saydıktan sonra şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan çekinenler, sadece onun bilgili kullarıdır. ” (Fâtır 35/28)

Din anlayışımızı Allah’ın tarif ettiği şekilde değiştirirsek din ve bilim ayrılığı kalmaz. Tüm insanlığı kucaklayan, evrensel doğrulara çağıran ve bozulan dengeleri düzelten bir din anlayışı ortaya çıkar. Öyleyse dini tebliğ edecek bir kimsenin Kur’an’ı iyi öğrenmesi olmazsa olmaz şarttır. Kur’an’ı öğrenmenin olmazsa olmaz şartı da Arapçayı ve Sünneti iyi öğrenmektir. Sünneti iyi öğrenmek de Kur’ân-Sünnet bütünlüğünü kavramakla mümkündür[3]. Sünneti Kur’ân’dan ayrı bir kaynak saymaya devam edersek işin içinden çıkamayız. İnsanımızı böyle yetiştirmeli ve dünyanın karşısına şu öneri ile çıkmalıyız:

“Gelin, Allah’ın yarattığı âyetleri, indirdiği âyetlerle birlikte okuyarak din ve bilim dengesini yeniden kuralım ve denge çağına ulaşalım. ”

Dünyada bu meydan okumayı, Müslümanlardan başka yapabilecek kimse yoktur.

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Süleymaniye Vakfı Başkanı
Porf. dr. Abdulaziz BAYINDIR *

Yazar : Muzaffer CİGAL

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website