İlahi Adaleti Anlamak – Neden Ben?

-“Neden ben?” sorusunun önemi-

” Neden ben” sorusu, işte bu soru çok önemlidir.  Bir sitem olarak değil, bir cevap arayışı olarak sorulduğunda, insanın hayatında çok önemli cevaplar verecektir.

Evet, Allah’ın her işi hikmetlidir, ama hikmetlerini de adalete ve insanların tercihlerine göre verir. Kimse durduk yere AIDS olmaz, Aidsli birisi ile, cinsel ilişki yada kan yoluyla bulaşır. Dolayısıyla ya kişinin ihmali yada günahının bir sebebidir bu hastalık. Tesadüf değildir.

Allah’ın diğer insanlardan fazla olarak verdiği sportif özelliklerin yanında, bireyin çalışması ve hayatını turnuvaları kazanmaya adaması sonucu iyi bir derece alması, yine Allahın yardımı + insanın tercih ve çalışmasına bağlıdır. Bir tesadüf değildir, ya da Allah’ın tesadüfen verdiği bir nimet değildir. Allah hikmet ile, hakk ile iş yapar, yani insanın tercihlerine göre verir, tam karşılığı olmasa bile.

Allah’ın verdiği nimetlere şu örnekle daha iyi anlatabiliriz. Anne-baba çocuğuna der ki, eğer ödevini bitirirsen, sana bisiklet alırız. Aslında, bisikletin ders çalışmakla birinci dereceden bir yakınlığı olmadığı gibi, bisikletin ne fiyatı ne de karşılığıdır, ödevi yapmak. Ancak, Allah buna karşılık, bu cömertlikte bulunabilir aile. İnsanın hayatında da, yaşadığı güzellikler, yaptıklarının karşılığı olmasa bile, Allah’ın insanın yaptıklarına ödülleridir.

Ceza konusunda da aynı şekilde düşünmeliyiz. “Bu bela neden başıma geldi?” diye. Çünkü bizzat Kuran bunun üzerinden ilahi adaleti inşa ediyor.

“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (42/30)

“..Bir musîbet size dokununca mı, «bu neden böyle ?» dediniz ! De ki: Bu kendinizdendir. Doğrusu Allah’ın kudreti her şeye yeter…” (3/65)

 

Nitekim, Müslümanlar “Neden biz” diye sormuş, Allah da onlara cevaplarını vermiştir.

 

Görüldüğü üzere, başımıza gelen musibetlere bakış açısı bu olmalıdır. İnsanlara azabın tesadüfi değil, yapılanlara karşılık verildiğinin göstergesi, “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah Teâlâ da onlar için hastalığı artırmıştır. Ve onlar için yalan söylemeleri sebebiyle gâyet acı bir azap vardır.” (2/10) gibi ayetlerdir.

 

Yaşadığımız her iyi şey, bizim emeğimizin sonucu, başa gelen her kötü şey de onu hak ettiğimiz anlamını taşımaz. Bazen Allah, hak etmediğimiz halde, ufacık bir iyiliğimize bile, çok güzel bir şey yaşatabilir bize. Ya da, ufak bir hatamız yüzünden, bizi düzeltmek için, bu hatanın arkasından, bizi üzecek bir tecrübe yaşatabilir. Yani, yaşananlar, tercihlerin birebir karşılığı olmasa da (causal), aralarında dolaylı ve Allah’ın müdahalesine dayanan bir ilişki vardır (correlational).

 

Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (27/40)

Bu ayette de, Süleyman’ın kendisine ben neden bunu yaşıyorum diye sorması üzerine, şükür mü nankörlük mü edeceğim diye denemesidir diyor.

Ancak, bu durum, Allah’ın insanların hayatlarına müdahale gerçeğini değiştirmez. Mesela ayetlerde der ki;

“Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitaptadır.” (10/61)

“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (6/59)

 

Dolayısıyla, Allah bizim etkilenmediğimiz bir yaprağın düşüşünden bile haberdardır. Kaldı ki, bizim iyi veya kötü etkilendiğimiz her şeyden de haberdardır ve müdahale halindedir.

İnsanlara iyiliğin dünyada da ahrette de verilecek olması:

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. (16/41)

Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayr indirdi” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara bir iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanların yurdu ne güzeldir.(16/30)

Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır. (10/64)

İnsanlara cezanın, hem dünyada hem ahrette verilecek olması:

Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir? Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girerler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır. (2/114)

“İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azap edeceğim. Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.” (3/56)

Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha ağırdır ve onları Allah’ın azabından koruyacak kimse de yoktur. (13/34)

 

Allah’ın imtihan etmesini nereye koyacağız peki?

Bizim gelenekte biz nasıl bilirdik? Başımıza iyilik de kötülük de geliyorsa, bizim yaptıklarımızla çok da ilgisi yoktur. Bir sürü sorun var ve çözemiyorsak, başımızdan dert eksik olmuyorsa, bunda suçu Allah’a atmanın ne gibi bir amacı olabilir?

Misalen, kişi sağlığına dikkat etmez, sigara içer, şekerli ve hamur işleri yer, spor yapmaz. 40-50 yaşına gelince, kanser, kemik erimesi ve şeker hastalığına yakalanır. Sonra da buna kader der. Derslerden iyi not alamaz, çalışmaz, okulu bitiremez, kader der. Bu kader kelimesine de “Allah böyle istedi, napalım, elimiz mahkum” gibi bir anlam yükler.

Allah’ın azabı veya ödülünü de, öldükten sonraya atar ve sadece öldükten sonra insanların yaptıklarının karşılıklarını alacaklarını sanar. Oysa, Allah hem bu dünyada hem ahirette azap ve güzellik vereceğini söylüyor.

İnsanlar çeşitli tercihlerde bulunur. Mesela iyi bir şey yapar, sonra iyi bir şey yaşar. Ancak bu yaşadığı iyi şeyde de doğru tercih yapmazsa, bu hayır gibi görünen iyilik, bir sonraki adımda kötü bir şey yaşatır insana. Diyelim, kötü bir tercihte bulunduk ve sonra bu kötü tercihin sonucunu yaşarken, doğru tercihlerde bulunduk, bir sonraki adımda, iyi bir şeylerle karşılaşabiliriz.

Bu döngü, insanın hayatında, her yaptığının bir karşılığı olması ve insanın bu pekiştireçlerle diri olmasını sağlar. Aksi takdirde, azabı ve ödülü sadece öldükten sonraya atmak, kimsenin hayatına birebir anlam katmaz, her an yaptığını tercihi kontrol ettirecek güce sahip değildir.

Sadece öldükten sonrası için karşılık düşünen bir insan, kendi hayatındaki güzel ve kötü şeyleri de anlamlandıramaz. Bazen isyan eder, bazen şımarır. Yani yaşadığı şeyler hep tesadüftür ona göre. Tesadüfi oluşumlar konusunda, ateistlerle mücadele eden geleneğin, aslında ne kadar tesadüfe bağladığı da maalesef ortaya çıkıyor bu durumla.

Bu her şeyde sebepçiliğe götürmez mi? “Allah nerede bu sebepler içerisinde? ” denilebilir.

Sebepler içerisinde, her o olay yaşandığında herkes aynı sonucu alır demektir. Yani, “birinin kalbini kırarsan, o gün işinde başarısız olursun” gibi bir ilahi adalet tabusu kullanılamaz. Ama Allah’ın anlattığı ilahi adalette, birinin kalbini kırar, üzersen, Allah sana seni üzecek bir şeyler yaşatacaktır. Bu direk konuyla ilgili de olabilir, konuyla ilgisi olmayan bir şey de olabilir. İşte bu Allah’ın iradesindedir. Allah’ın muhakkak bir şekilde yaptığımızın karşılığını verecek olması, Allah’a güvendir ve inançtır.

Ayrıca, olasılık hesapları da önemlidir. Mesela, hayatınızda yanlışlar yaptığınız bir zamanda, çok önemli bir iş toplantısına, bir trafik kazası sebebiyle geç kalmanız ve işi alamamanız bir ilahi adalet olabilir. Bundan önce, 100 kere geçmişsinizdir o yoldan, hep rahattır yol. Ama tam da o gün, sizin geçeceğiniz saati kilitleyecek şekilde bir trafik kazası söz konusudur. Bu tesadüf müdür? Yüzde kaç ihtimaldir bunu yaşama olasılığı? İşte bu yüzden insan kendini sorgulamalıdır. Yanlış bir şey yapıyorsa, o yanlışından vazgeçmelidir. Eğer pişman olursa ve düzeltirse hatasını, belki, o işin olmaması o kişi için daha güzel olur ve daha da iyi bir iş çıkabilir.

Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz. (21/35)

Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (2/216)

Tabiki bir şeyin hayır mı şer mi olacağını Allah değiştirebilir. Bize nasıl göründüğüyle değil, bu kötü durumda Allah’ın sözlerine uyduğumuz ve doğru bir insan olduğumuzda, bu kötü durumun bile bir hayra çevrilebile

 

Başımıza gelen olayların imtihan olması

Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (27/40)

 

Sonuçta, başımıza gelen iyi ve kötü şeylerin sebepleri vardır. Bu sebeplerin sonucunu yaşarken, iyi bir şey kötüye dönüşebilir, kötü de iyiye. İyi şeyler yaşarken, şükretmek yani o fırsatı en doğru şekilde kullanmak, kötü şeyler yaşarken de işn sebeplerini araştırmak ve hatalarımızdan dönmektir insana düşen.

Petek FURKAN


About the Author
Author

petekx

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website