BİLİM VE DİN ÜZERİNE

İnsanlar –başkasına hakaret içermediği ve suça teşvik amaçlı olmadığı sürece-  fikirlerini, düşüncelerini açıklamakta ve kendini ifade etmekte özgürdürler ve özgür olmalıdırlar. Aynı ilke din ve inanç konusunda da geçerlidir.

Kimse bir başkasını herhangi bir dine, inanışa, görüşe inanmaya zorlayamaz. Bu zorlama şiddet yoluyla olamayacağı gibi fikirsel şiddet, çarpıtma, yanlış yönlendirme ve baskı yoluyla da olmamalıdır. Zaten zorlama yoluyla meydana gelen bir inanç inanç değil, sahte bir inançlılık gösterisidir. Diğer bir ifade ile ya riyakarlık, ya da münafıklıktır.

Din özünde Allah’ın varlığı, birliği gibi kesin ve değişmez hükümler ve bilgiler içerdiğinden bazı bilim çevreleri tarafından dogmatik olarak nitelenir. Dinde “nass” olarak adlandırılan bu tür bilgiler elbetteki değişmez ama din, nassların dışında insanların sosyal hayatına yönelik içtihadlara kapalı değildir.  Bu yönüyle dinin – yazının başından beri din kavramı ile kast ettiğim din islam dinidir – ne derecede dogmatik olup olmadığı tartışılabilir.

Fakat aynı şekilde bilimsel bulguların kesin değişmez gerçeklik olarak dayatılmasının da bilimi bilim olmaktan çıkarıp bir çeşit dogmatik inanç, ya da din haline getirdiği unutulmamalıdır.

Bilimsel bilgi birikimsel olarak gelişir, zaman ilerledikçe yeniden şekillenir ve her zaman değişmeye açıktır. Herhangi bir asırda keşfedilen bazı bilgilerin ya da ortaya atılan kimi teorilerin ilerleyen zamanlarda yanlış olduğunun ortaya çıkması bilimde çok görülen bir durumdur.

Sonradan yanlış olduğu ortaya atılan bu gibi teorileri ortaya atanların teorilerini kabul etmeyenleri bilim dışı, akıl, dışı ya da bilim karşıtı olmakla suçladıkları çokça olmuştur. Bu durumda bunu yapanların bu davranışlarının doğru olup olmadığı ve kendi fikirlerini ya da bilimsel diye niteledikleri yanlış teorilerini başkalarına dayatmalarının bilimsel ve özgür düşünce kavramlarıyla ne kadar bağdaştığı ortadadır.

Aslında bu konuda düşülen temel yanlış din ve bilim arasındaki ilişkinin algılanmasında yatmaktadır. Ve bu yanlış algılamanın odak noktası da din ve bilimin birbiriyle çatıştığını varsaymaktır.

Oysa din ve bilim farklı alanlardır. islam dini bilimi ve bilimsel bilgileri hiçbir zaman yadsımadığı, dışlamadığı gibi inananları daima bilime, araştırmaya, evreni incelemeye, evrendeki olaylar hakkında düşünmeye ve akla davet eder. Sorun şu ki bazı bilim adamları bilimsel bulguları kullanarak sürekli dine saldırırlar. –özellikle Hristiyan dini anlayışına; zira bilimin din ile çatıştığı iddiasının Ortaçağ’daki din dışı uygulamalardan kaynaklandığını belirtmek gerekir. Hristiyanlığın bilime karşı gibi durmasının temelinde bu dinin orjinalliğini kaybetmesi ve Allah’a ait bir takım –affedicilik gibi- sıfatların insanlara atfedilmesi yatmaktadır. Yoksa aslında bütün ilahi dinlerin kaynağı tek ve bir olan Allah’tır- Ve buldukları her yeni bulguyu Allah’ın olmadığına dair deliller olarak sunup birbirleriyle doğrudan ilintili olmayan iki alanı bir meydana çekerek aralarında fikir savaşlarının çıkmasına neden olurlar.

Günümüzde bu hataya Ortaçağ anlayışındaki bilim-din çatışmalarının etkisinden kurtulamamış bazı inançlıların da düştüğü görülmektedir. Bu insanların bilimin –güya- Allah inancını ortadan kaldıracağı gibi yanlış bir fikirden hareketle dinle bilim arasındaki yapay çatışmayı büyüttükleri ve bu yönüyle dine büyük zarar verdikleri gözlemlenmektedir.

Oysa din –islam- evrenin işleyişinde rol oynayan bilimsel yasaları Allah’ın sünnetleri –sünnetullah- (Allah’ın evreni yaratırken koyduğu ve insanların yanlışlıkla doğrudan bu yasaların kendilerine  atıf yaparak “tabiat kanunları” diye isimlendirdiği bilimsel yasalar) olarak adlandırır. Dolayısıyla bulunan herhangi bir bilgi hiçbir şekilde Allah’ın yokluğuna dair bir anlam ifade etmez. Aksine onun varlığının birer kanıtı haline gelirler.

Örneğin Newton’un yer çekimini bulması hiçbir şekilde Allah’ın yokluğuna yordanamayacağı gibi aksine bu yasa Allah’ın evreni yaratırken yer çekimi kanununu kendi kudretine perde olarak var ettiğini anlamamıza yardımcı olur. Bu yönüyle bilim dinin anlaşılmasına yardımcı olduğu gibi Allah’ın büyük eseri olan kainat kitabının da bir tür açıklayıcısı ve tarif edicisi rolünü üstlenir.

Bu olguyu bilimsel bütün bilgilere uygulayabiliriz. Bu durumda bulduğumuz bilimsel bilgiler bize Allah’ı tanıtan, onun kudretini, kuvvetini, ilmini anlatan tarif edici anlamlı bilgiler haline gelir.

Bu yönden bakıldığında bilimle uğraşmanın, yeni keşifler yapmanın, evreni ve işleyişindeki kuralları anlamanın dinle çelişen hiçbir tarafı yoktur ve olamaz da…

Doğayı kendine bataklık yaparak ona saplanmış ve doğadaki görünürlükten başka gerçeklik tanımayan ve perdede görünen gölgeleri tek kesin gerçek olarak kabul eden bilim anlayışının ise perdenin arkasındaki gerçeği hiçbir zaman keşf edemeyeceği açıktır.

Metin AYDIN

 


About the Author
Author

metinlone

Leave a reply

Name (required)

Website