ATEİZM YANILGISI-8

KÖTÜLÜK PROBLEMİ ÜZERİNE-3

Kötülük problemi üzerine önceki iki yazımı okuyanların şöyle bir itirazda bulunacaklarını biliyorum. “Teist düşüncedeki cennette kötülük adına hiçbir şey olmadığını iddia ettiğinize göre burada ileriye sürülen mantık geçersiz olur.  Zira ileri sürülen argümana göre mademki insanın, hayatın değerini ve kıymetini anlayabilmesi ve gerçek anlamda özgür iradeli bir birey/kişilik olabilmesi göreceli hakikatlerin ortaya çıkmasına; göreceli hakikatlerin ortaya çıkması zıtların iç içe bir arada bulunmasına bu da Allah’ın –bir derece- kötülüklere izin vermesine bağlı, o halde kötülüğe hiç yer olmayan cennette insanlar nimetlerin değerini nasıl anlayacak? Cennette kötülük olmaması oradaki nimetlerin değerinin de anlaşılamaz olduğu anlamına gelmez mi?”

Cevap: Elbette ki hayır…

Aslında bu soru, kökeninde, kötülük problemi üzerine teist düşünce tarafından ileri sürülen bu argümanın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Zira aslında sorunun kökeninden yola çıkarak şu sonuca varırız.

  • İnsan, kötülük adına hiçbir şey barındırmayan cennette iyiliğin ve nimetin değerini anlayamaz.
  • O halde insanın cennetteki nimetlerin değerini anlayabilmesi için kötülüklerle karşılaşması gerekir.
  • İnsanın kötülüklerle karşılaşması Allah’ın kötülüklere bir derece izin vermesi ve bunun için de tam da evrenimiz gibi bir evrenin var olması ve insanın burada bir çeşit eğitime tabi tutulması gerekir.
  • Bu insanın –önceki yazımda değindiğim- robotsal bir varlık olmaktan çıkıp gerçekten özgür bir birey olarak insan olması ve kendisine sunulan nimetin değerini anlaması açısından gerekli bir ön eğitimdir.

Bu durum ateşin yakıcı etkisini bilmeyen küçük bir çocuğun, annesi tarafından onun iyiliği için elinin dayanabileceği ölçüde sobaya değmesine izin verilmesine benzemektedir. Çocuk bir kez ateşin acısını hissettiğinde ve acının anlamını öğrendiğinde bunu hayatı boyunca unutmayacaktır.

Örnekten de anlaşılacaktır ki burada annenin çocuğun elini ateşe değdirmesine (yani görünürde kötülüğe) izin vermesi sadistçe bir acı çektirme amacı gütmemektedir. Örnekteki annenin davranışı görünürde “çocuğun elini sobaya değmesine izin vermesi” açısından kötülüğe, gerçekte ise “çocuğunun gelişimine ve ilerde yaşaması muhtemel daha kötü olayların engellenmesine” yönelik olduğundan iyiliğe yöneliktir.

İşte bir önceki yazımızda şer/kötülük babında konuyu irdelerken  “evrende görünen kötülüğün bulunmasının temelinde iyiliğin anlaşılması, oluşmasının hedeflendiğini ve bu nedenle kötülüklere neticeleri itibariyle kötülüğe değil iyiliğe hizmet etmek amaçlı izin verildiğini” anlatmıştım.  Sanırım örnekteki annenin davranışı bu cümlede anlatmak istediğim gerçeği biraz daha aydınlatıyor.

Aynı şekilde, örnekte annenin çocuğun elini sobaya değdirmesine izin vermesi onun şefkatli kişiliğiyle çelişmediği gibi Allah’ın evrende kötülüklere izin vermesi de onun şefkatli ve merhametli bir Allah olduğu gerçeği ile çelişmez.

İşte insan zıtların iç içe olduğu iyinin ve kötünün birbirine karıştığı ve zahiren/görünürde adaletsiz gibi duran bu evrende bir tür ön eğitimden geçerek cennetten lezzet almaya hazır bir kişilik kazanır ve cennete /ya da cehenneme layık bir birey olur.

Bu anlamda nasıl ki örneğimizde elini sobaya değdiren çocuğun sıcağı öğrenmesi için bunu tekrar tekrar yapmasına gerek yoksa insanın da cennetteki nimetlerin  değerlerini anlaması için cennette tekrar kötülüklerle karşılaşmasına gerek yoktur. O yaşadığı bu kısacık ölümlü hayatla hayatın, yaşadığı hastalıklarla sağlığın, kısa olması ve süratle geçmesiyle zamanın, nefretin kötü yüzünü görerek sevginin, acizliğiyle gücün, acılarla lezzetin, kötülüklerle iyiliğin, ayrılıklarla kavuşmanın ve yokluklarla nimetin ve varlığın ve tüm bunları onun için var eden yüce yaratıcının varlığının değerini anlamış ve öğrenmiştir.

Hem sahip olduğu doğası, hem varoluş amacı, hem işleyişindeki kurallar açısından dünya hayatından çok farklı olan ahiretteki cennet hayatında zıtların iç içe olması ya da insanların yeniden kötülüklerle karşılaşmasının bir anlamı kalmamıştır artık…

Evren, gök, sema tıpkı ilk yaratılışındaki gibi kitap sayfaları dürülür gibi dürülmüş(1), hesap görülmüş, evrendeki zıtlar birbirinden ayrılmış, her biri kendine layık mecrasına dökülmüş (karanlık ve acı ve benliğinde bunları barındıranlar onu sembolize eden cehenneme; ışık ve huzur ve benliğinde bu özellikleri besleyip büyütenler ise onu sembolize eden cennete toplanacaktır), insan kendisine sunulan muhteşem imkandan ve tekliften (inanç) yararlanmış ya da yaralanmayı reddetmiş bir şekilde kendi yaptıklarının karşılığını eksiksiz bulacaktır.

Bu konu Ateizmin en temel argümanı olarak önümüze çıktığı gibi çoğu zaman teist ve inançlı insanların da zihinlerini kurcalaması yönünden çok büyük önem arzetmektedir. Yaznın başından beri buraya kadar anlattıklarımız daha çok inançsız düşüncenin bakış açısını konu edinmekteydi. Şimdi konuyu biraz da inanan insanlar açısından ele almakta fayda görüyorum.

Aslında konunun anlaşılmamasının ya da anlaşılmak istenmemesinin ya da zorluğunun altında yatan etmen bence konunun duygularla ilişkili olmasında yattığına inanıyorum. Elbetteki kimse acı çekmez istemez. Kimse kötü olaylar yaşamak, kötülüklerle karşılaşmak istemez. Hele ki inançlı kişiler, kendisini yaratan güce inançla sıkı sıkıya bağlı olduğunu düşünenler örneğin büyük bir kazada tüm ailesini kaybetmek gibi acı bir travma yaşadıklarında çektikleri acılar karşısında isyan edebilirler. Allah’a bu kadar inandıklarını düşündükleri halde neden onun böyle elim bir duruma izin verdiğine anlam veremezler. Hatta bu kişilerin Allah’a olan kızgınlıkları nedeniyle inançlarını yitirdikleri ya da ona düşman kesildikleri de vakidir.

Oysa yukarıda da değinildiği üzere bu tür acıları şefkatli bir annenin daha şerli/kötü bir duruma düşürmemek için çocuğunun elini sobaya değdirerek onu eğitmesi şeklinde algılarsak ve her şeyin neticede Allah’ın olduğunu ve bu kısa dünyevi hayatta kalben bağlanılacak bize ait gerçek bir şey olmadığını düşünürsek belki bu gibi durumları daha kolay kabullenir ve zarar görmeden atlatabiliriz. (Tarihçe en çok sıkıntıyı peygamberlerin ve bazı samimi dindarların çektikleri bilinen bir gerçektir. Oysa onların çektikleri sıkıntılar onları sarsmamış, inançlarından taviz vermelerine neden olmamıştır)

Bu tür acılara saplanıp inanç temellerimizi sarsmamızın sebepleri arasında;

  • insanın duygusal olarak oldukça zayıf bir varlık olması,
  • İnancının sandığı kadar/yeterince güçlü olmayışı
  • Dünyevi musibetlerin/belaların/imtihanın sadece inançsız olanlarca yaşanacağının zannedilmesi,
  • İnsanın yaratılış gayesini idrak edememesi sırf bu dünya için yaratılmış olduğunu ya da yaşamın sadece bu dünyadaki hayattan ibaret olduğunu sanması,
  • Aslında kendisine ait olmayan hayatı ve benliğini gereğinden fazlaca sahiplenmesi,
  • Allah’ı tam olarak tanıyamaması…

gibi nedenler sayılabilir.

Bu konuyu (kötülük problemi üzerine) burada bitiriyorum. Bir sonraki yazımda evrenin yaratılış amacı, hayatın anlamı ve Ateizm düşüncesinin evreni anlamlandırmada nasıl bir yanılgıya düştüğünü anlatmaya çalışacağım. Selam ve dua ile…

 

(1) Gün olur göğü, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. İlk yaratılışta başladığımız gibi onu baştan yaparız. Üzerimizde bir vaat olarak biz bunu mutlaka yapacağız. Enbiya-104

Hâlâ akıl etmez misiniz? Enbiya-66-67.

Metin AYDIN

 


About the Author
Author

metinlone

Leave a reply

Name (required)

Website