İslam Doğaya ve Çevreye Duyarsız Bir Din Değildir

İslam Doğaya ve Çevreye Duyarsız Bir Din Değildir

İslam dini, insanlığı ilgilendiren bütün temel konulara karşı duyarlı olan ve insanlara farkındalık kazandırmayı amaçlayan bir dindir. İslam dini, ruhsal temizlik ve arınmışlıkla birlikte bedensel ve çevresel temizliğe de son derece önem verir. İçinde yaşadığımız çevre ve doğa Allah’ın insanoğluna emanetidir. Allah insanı topraktan yaratmış ve onu toprağı imar edecek yetenekler ile donatmıştır: Sizi topraktan inşa eden ve size orayı imar etme yeteneği bahşeden O’dur. (Hud 61)

Oysa insan, varoluş amacını unutarak kendi elleri ile yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde bozgun çıkmasına sebep olmuş ve Allah’ın emanetine gerektiği gibi sahip çıkmamıştır: İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıktı. Yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır ki vazgeçsinler. (Rum 41). Ayetten de görüldüğü gibi belki vazgeçer ve gerçeği görürüz diye, kendi ellerimizle doğaya verdiğimiz zararların bir kısmına maruz kalmaktayız.

Kuran-ı Kerim’de, Dünya’nın bir ölçü ve denge içinde var edildiği, o dengede azgınlık etmememiz gerektiği ve yeryüzünün tüm canlılar için yarattığı hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla çevre konusunda sadece insanlara değil tüm canlılara karşı sorumluluklarımız olduğunu bilmemiz gerekir: Ve gök. Yükseltti onu. Ve koydu şaşmaz ölçüyü, mizanı. Azgınlık etmeyin ölçü ve tartıda, saptırmayın mizanı. Ölçüyü titizlikle, adaletle koruyun ve hüsrana araç yapmayın mizanı. Yeryüzünü tüm yaratıklar için yarattı. (Rahman 7-10)

İnsanoğlu yüzyıllardır çevresine ve doğaya verdiği zararların bedelini ödemektedir. Kişisel hırslarla, daha çok kazanmak arzusuyla, tembellikle, sorumsuzlukla doğaya zarar verenler, kendilerinin doğanın bir parçası olduklarını ve verdikleri zararın kendilerine döneceği gerçeğini göz ardı etmişlerdir. Yüzlerce yıldır çevreye verdiği zarardan çok çeken insanoğlunda (en azından önemli bir kısmında) bir çevre bilincinin oluşması çok yeni sayılır. 1970’li yıllardan sonra dünyada çevremizle ilgili hissedilir derecede bir duyarlılık oluşmuş ve bu olgu çevrebilim (ekoloji) adıyla bilimsel platformda yoğun bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır.

Çevre bilincinin hiç olmadığı bir dönemde ve yerde, Kuran’ın; insanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıkacağını, bunun sonuçlarının yine insanoğluna zarar vereceğini söylemesi ve bu konunun önemine dikkat çekmesi son derece anlamlı ve değerlidir. Günümüzde doğa üzerinde hoyratça tasarruflar yapamayacağımızı, eğer bunu yaparsak bedelini en ağır şekilde ödeyeceğimizi iyice tecrübe etmiş bulunuyoruz. Ayrıca her insanın çevresine verdiği zararların ve sebep olduğu kirliliklerin tüm yeryüzüne zarar verdiği de artık bilinen bir gerçektir. Bu yüzden hiç kimse bu konuda “Ben dilediğim gibi davranırım. Her koyun kendi bacağından asılır” diyemez. Doğa hepimize Allah’ın bir armağanı ve aynı zamanda emaneti olduğuna göre, ona zarar verenlere engel olmak ve bu konuda farkındalık oluşturmak, hepimizin ortak görevidir.

Çevreye Verilen Zararlar

Çevre kirliliğinin doruğa ulaşmasında 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nin büyük etkisi olduğu doğrudur. Fakat çevre kirliliği ilk olarak bu tarihte başlamamıştır. Çevre kirliliği, çok eski çağlardan beri vardır. Çevre biliminin ve ciddi bir ekolojik bilincin oluşması ise yenidir. Örneğin ormanların bilerek yakılması çağlar boyunca insanoğlunun çevreye verdiği zararın bir örneğidir. Orman yangını, insanların sık sık yakalandığı sinüzit ve antrakoz (akciğerlerde siyahlaşma) gibi hastalıkların başlıca nedenidir. Ancak bunu yapan insanların çoğu, bu hastalıkların sebebinin, doğaya kendi elleriyle verdikleri zararlar olduğunun farkında değiller.

19. yüzyıl sanayileşmesinde ise ortaya çıkan tablo korkunçtur. Tüm sanayi bölgelerinde metalürji ve demir çelik kuruluşları karaları, suları, havayı kirlettiler. Charles Dickens’ın romanları, Friedrich Engels’in yazıları, Londra’nın kirlenmişliğinin kitaplardaki en bilinen delilleridir. 1930’da hava kirliliğinden Belçika’nın Mosa Vadisi’nde 63 kişi öldü. 1952 yılında ise Londra’da yaşanan felaket çok daha büyüktü. İnsanların doğayı tahribinin bir sonucu olarak 4000’i aşkın kişi nefes alma zorluğundan öldü.

Günümüzde de durum pek parlak değil. Belki böyle toplu ölümlere rastlanmıyor ama Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre bir milyarı aşkın insan hava kirliliğinin doğrudan tehdidi altındadır. Yıllarca toplanan çöplerin denizlere dökülmesi sonucunda bu pislikten insanların ve diğer canlıların ne kadar zarar gördüğünü tespit etmek ise mümkün değil. Üstelik günümüzde de denizlere çöp dökülmeye devam edilmekte. Gerek denizaltı canlılarını öldüren, gerekse vücutlarında zararlı maddeler birikmesine yol açan deniz kirliliği, sonuçta yine insanoğluna zarar vermektedir. Oysa denizler de Allah’ın rahmeti sonucu insanın ihtiyaçlarını görebilecek uygunlukta yaratılmıştır: O’nun kanunu sayesinde orada gemiler yol alabilsin diye, yine O’nun lütfundan payınıza düşeni elde edip de şükredebilesiniz diye denizi sizin için bir yasaya bağlayan Allah’tır. (Casiye 12)

Günümüzde, tüm bu kirliliklerin kanser gibi birçok hastalıkta önemli etkisi olduğu kabul edilmektedir. Yolda seyir halindeyken araçlardan yollara atılan çöpler, piknik sonrası ormanlık alanlarda ya da nehir ve deniz kenarlarında bırakılan atıklar, çevreye ve canlılara tahmin edilemeyecek kadar fazla zarar vermektedirler. Görüldüğü gibi insanlık tarihinde insanoğlunun en büyük düşmanlarından biri çevre kirliliğidir. Kuran’ın, çevre bilincinin oluşmadığı bir dönemde bu konuya dikkat çekmesi hem çok önemli hem de bu konuda duyarsız kalamayacağımızın bir göstergesidir.

Kuran, insanların elleriyle yazılan kitaplar gibi, kendi toplum bilincinin, sosyolojik yapısının ve aktüel sorunlarının etkisiyle yazılmamıştır. O, bütün zamanların ve bütün insanların Rabbi olan Allah’tandır. Bu yüzden Kuran kendi döneminde var olmayan bilgileri, geçmişin olduğu kadar, geleceğin de sorunlarını aktarır.

Kuran-ı Kerim, vahyedildiği yedinci yüzyıldan itibaren insanları bu konuda duyarlı olmaya davet etmiştir. Doğa hepimize Allah’ın bir armağanı ve aynı zamanda emaneti olduğuna göre, ona zarar verenlere engel olmak ve bu konuda insanları uyarmak, hepimizin ortak kulluk görevidir.

Yere ekmek atmama, yerdeki ekmeğe basmama ve onu yerde kaldırma gibi hassasiyetler gösterdiğimiz kadar yere çöp atmama hassasiyeti de göstermemiz, ibadet ettiğimiz yerleri temiz tutma hassasiyeti gösterdiğimiz kadar da yaşadığımız çevreyi temiz tutmamız gerekir. Gerçek anlamada yerine getirilen ibadetler, insanı güzel ve temiz kılar. İnsanın da çevresini güzel ve temiz kılmasını sağlar.

İbadet yerlerimize çöp atmayı ya da tükürmeyi aklımızdan bile geçirmez ve biri bunu yapmaya kalsa onu uyarır ve buna engel oluruz. Aynı şekilde sokaklara çöp atmayı ya da tükürmeyi de aklımızdan dahi geçirmeyecek kadar titiz ve dikkatli olmamız, bunu yapanları uyarmamız ve engel olmamız gerekir.

İçinde yaşanılan çevrenin temizliği, güzelliği ve kalitesi, o çevrede yaşayan insanların en başta insanlığının sonra da duyarlılığının bir göstergesidir. Yaşadığımız dünyayı ve içindeki canlılarıyla çevremizi Allah’ın bizlere vermiş olduğu bir emanet olarak bilmeli, bu duyarlılığı gösteren ve çevre bilincinin oluşması için çalışan tüm kişi ve kuruluşları dini bir görevi yerine getirme bilinci ile desteklemeliyiz.717 İslam dininin en temel hedef ve amacı önce Allah’a sonra da Allah’ın tüm yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatarak bizi sorumluluk sahibi ve duyarlı bir insan kılmaktır. Allah’ın yaratmış̧ olduğu güzelliklere sahip çıkmak, Allah’a duyulan saygı ve minnetin bir göstergesi olacaktır.

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İslam Ne Değildir?” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 1

Leave a reply

Name (required)

Website