İslam Birilerinin Sahiplik İddiasında Buluncağı Bir Din Değildir

İslam Birilerinin Sahiplik İddiasında Buluncağı Bir Din Değildir

Hiçbir insan ve hiçbir grup İslam’ın sahibi ya da temsilcisi değildir. Dinin sahibi Allah’tır. Müslüman, dinini başka kitaplardan değil Allah’ın Kitabı’ndan öğrenir, peygamberlerin örnekliğini kendine örnek edinir. Din Allah’ın dinidir. Dolayısıyla sahipsiz olmadığı gibi sahipsiz kalacak da değildir. Kimse Allah’ın dinine sahip olmaz. İnsanlar ancak Allah’ın rızasına ve dinine uygun bir insan ve inanan olmaya talip olabilirler.

İslam, Allah’tan başkasına teslim olunacak bir din değildir. Her kim ki kendisine ya da bağlı olduğu grup ya da cemaate kayıtsız şartsız teslimiyet bekliyorsa o İslam değildir. Böylesi bir davet, İslami bir davet de değildir.

Geçmişten günümüze çeşitli grup ve oluşumların kendilerini İslam’ın temsilcisi ve sahibi olarak gördükleri ve kendileri gibi inanç ve kabulleri olmayanları İslam dışı ilan ettikleri bilinen bir gerçektir. Oysa inanç, insanın özgür iradesiyle bireysel olarak vereceği bir karardır. Hiçbir Müslümanın, Müslüman olan ya da olmayan birini dini gereklilikleri yerine getirip getirmemesi noktasında sorgu suale çekme hakkı yoktur. Hesap günü bu türden soruları sorma hakkı yalnız Allah’a aittir. Allah, dinin tek sahibi olduğu gibi hesabın da tek sahibidir. Elçi olarak seçmiş olduğu kulları da dâhil olmak üzere hiçbir kuluna, din adına başkalarına hesap sorma yetkisi vermemiştir.

Bugün çeşitli kişi ve grupların aynı anlayışla Müslümanlar arasında ayrılık ve kargaşa çıkardıkları görülmektedir. Üstelik bu anlayıştaki kişi ve çevreler kendilerine itiraz eden ve dini meselelerdeki anlaşmazlıklarda Kuran’ın ölçü alınmasını söyleyen kişi ve çevreleri dini bozmakla, dinde reform yapmakla ya da Peygamberimizi devre dışı bırakmakla suçlamaktadırlar.

Oysa dini özünden ve kaynağından saptırarak tarih boyunca insanlar tarafından üretilen gelenek, görenek ve kültürün gölgesine hapseden ve İslam’ın insan yaratılışına uygun doğallığını bozanların bizzat kendileri olduğunun farkında bile değiller.

Hepimizin kendimize şunu sormamız gerekir: Dini, dinin sahibinden öğrenmek varken, hakikati başka yerde aramak neden? Çünkü ayetlerin ifadesiyle yalnız Allah’ın sözleridir insanı gerçeğe götüren ve dikkate alınması gereken: Sor (onlara): “Ortak koştuklarınız arasında hak yola yönelten biri var mıdır?” Cevap ver: “Hak yola yönelten sadece Allah’tır.” Peki, hak yola yönelten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa yol gösterilmedikçe kendi başına doğru yolu bulamayacak olan mı? Şu halde ne oluyor size; nasıl böyle bir hükme varabiliyorsunuz? (Yunus 35)

Allah hakikati apaçık bildirmişken onu başka yerde arayanların durumu son derece güzel bir örnek ile bildirilir ayetlerde: Sırtlarına Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele ulaştırmaz. (Cuma 5)

Dinimizi, Allah’ın bildirdiği gibi yaşamazsak, insanların anlattığı gibi yaşarız. Oysa hesap günü insanların anlattığından değil, Allah’ın bildirdiğinden sorulacağız. Hesaba çekilirken şayet Allah’ın bildirdiği gibi yaşamışsak: “Rabbim senin bildirdiğin gibi yaşadım” diyebiliriz ama Allah’ın bildirdiği gibi yaşamamışsak: “Rabbim bana anlatılan gibi yaşadım” diyemeyiz.

Rabbimiz ayetinde: Hâlbuki Allah’tır sizin gerçek ve tek Rabbiniz! Şimdi söyler misiniz: Hakikati çıkarırsanız, geriye sapıklıktan başka ne kalır? Buna rağmen, nasıl oluyor da (hakikate) böylesine mesafeli durabiliyorsunuz? (Yunus 32) diye soruyor bize. Gerçekten de hakikatten yüz çevirenin sapkınlıktan başka bir şey kalmaz elinde.

Kendi indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara şöyle soruyor Rabbimiz: Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir. (Hucurat 16)

Yine Allah’ın Kuran’da açıkça bildirmediği meseleler hakkında Allah adına konuşanlara soruluyor Kuran’da: Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz? (Yunus 18)

Sözlerin en üstünü, en üstün olan Allah’ın sözleridir. Allah bir konuda bir söz söylediği zaman -ki bu sözler ancak peygamberler tarafından insanlara duyurulan vahiy ayetlerinden öğrenilebilir- başka birinin ya da birilerinin sözlerinin hükmü kalmaz. Allah’ın sözünün olduğu yerde bu söze aykırı düşecek başka hiçbir söze güvenilip inanılmaz: İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi söze inanıyorlar? (Casiye 6)

Hiçbir kimsenin ve sözün, Allah’tan ve O’nun sözlerinden daha doğru olması mümkün değildir. Dolayısıyla İslam olmak ve Müslüman kalabilmek için din adına başka sözlerin değil Allah’ın sözlerinin esas alınması gerekir: Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır! (Nisa 87)

Allah’ın ayetleri insanlar tarafından uydurulabilecek sözler değildir. Ancak insanlar din adına sözler uydurarak bu sözleri hem Allah’a hem de Peygamberimize isnat etmişlerdir. Bu durum Kuran’da çok açık bir dille ifade edilir: Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kuran, uydurulacak bir söz değildir; aksine o, önündekini doğrulayıcı, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir. (Yusuf 111)

Müslüman aklını kullanmadıkça, kılavuzu Kuran, örneği Kuran’daki Hz. Peygamber olmadıkça, birileri Allah’a din öğretmeye, Peygamberimize iftira etmeye, dinden para ve güç kazanmaya, kendi grubundan olmayanı cehenneme koymaya ve insanları dinden uzaklaştırmaya devam edecekler.

İslam, birilerinin sahiplik iddiasında bulunacakları bir din olmadığı gibi herkesin kafasına göre anlayacağı, dilediği şekilde yorumlayacağı ya da istediği gibi fetvalar verebileceği bir din de değildir. Geçmişten günümüze her dönemde insanların dini konular ve anlaşmazlıklarla ilgili olarak fetva verme ya da kendi durumunu haklı çıkartacak bir fetva arama yoluna gittikleri görülmektedir. Oysa doğrudan Allah’ın Kitabı’ndan açık delillere dayandırılmadığı müddetçe din adına verilen fetvaların geçerli olması söz konusu değildir. Bu noktada fetvanın kimin tarafından verilmiş olduğunun da bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan, verilen fetvanın Kuran’a uygun olup olmadığıdır.

Şüphesiz insanlar kendilerine sorulan dini sorulara cevap verebilir ya da herhangi bir konu ile ilgili görüşlerini ifade edebilirler. Ancak kim olursa olsun herkesin görüşü Kuran’a uygun olduğu oranda doğru ve geçerli olabilir. Öte taraftan herkesin “Ben böyle anlıyorum, bu benim görüşüm. Başkalarına da sorun ve hatta birilerine sorduktan sonra aldığınız cevapları bizzat Kuran ayetlerinin ölçüsüne vurun. İnsanlar yanılabilir ama Kuran yanılmaz” şeklinde ifadelerle Allah ve din adına konuşma yetkisine sahip olmadığını açıkça söylemesi gerekir. Oysa genellikle böyle yapılmadığı gibi neredeyse herkes, Allah adına konuşuyor ve verdiği fetvalar İslam dini ve bütün Müslümanların ortak görüşünü temsil ediyor gibi konuşmaktadırlar.

Durum böyle olunca her grup kendisini İslam’ın sahibi ya da temsilcisi saymakta, kurtuluşun kendi gruplarının içinde bulunmaktan geçtiğine inanmakta, gerçekten buna inanmasalar da insanları buna inandırmak için yarışmaktadırlar.

İnternet ve teknoloji çağında olduğumuzdan herhangi bir el kamerasının karşısında geçen bazı insanlar din adına fetvalar vermekte, insanları yargılayacak, incitecek ve hatta kimi zaman tehdit edecek şekilde konuşmalar yapmakta ve bu şekilde İslam inancına ve özellikle gençlerin dini inanç ve algısına büyük zararlar vermektedirler.

Bu durum karşı konulamaz bir gerçekliktir. İnsanları susturmak, farklı düşünce ve inançları bastırmak mümkün olmadığı gibi doğru bir çözüm de değildir. Önemli olan insanları doğru bilgi ile buluşturmak için her anlamda aktif olmak ve mümkün olan tüm kitle iletişim araçlarını kullanmaktır.

Müslümanların dinlerini en güzel ve en doğru şekilde öğrenmeleri gerekir. Şayet insanlar dinlerini bilmezlerse, Allah ve din adına konuştuğu iddiasındaki bazı kişilerin söylem ve eylemlerini din olarak algılama, dinde olmayan şeyleri din sayma, yanlış bilgileri doğru zannetme ve belki de bu şekilde zamanla dinden uzaklaşma hatasına düşebilirler. Başkalarının anlattıkları ile hesap günü Allah’ın huzurunda kendimizi savunamayız. “Bunu, falancadan filancadan işittim” diyemeyiz. Bizim için önemli olan sıradan bir eşyamızı bile başkalarının eline teslim edemiyorken hayattaki en değerli şeyimiz olan dinimizi başkalarına nasıl teslim ederiz? Her işimizi kendimiz görmeye çalışıyorken dinimizi nasıl olur da başkalarından öğreniriz? Şayet böyle yaparsak bu utanç ile Allah’ın huzurunda ne diyeceğiz?

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İslam Ne Değildir?” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 1

Leave a reply

Name (required)

Website