Din sınıfı yoksa din kıyafeti de olmayacaktır, olmamalıdır. Kur’an, peygamber de dahil hiçbir insan için özel kıyafet önermez, kabul etmez. Kıyafet bir iklim ve gelenek işidir. Din bununla uğraşmaz. Mesele gayet açıktır: Din sınıfı yoktur ki, dinsel alâmet olan bir giysi söz konusu olsun. Sarık, İslam’ın değil, Hz. Ali’nin buyurduğu gibi, ‘Arapların alâmetidir.’ Sarığı İslam’ın alâmeti konumuna getirenler, esasında Arapların ve
(daha&helliip;)
Cuma toplanma anlamına gelmektedir. Müslümanlar haftanın bir günü toplu halde Allah’a ibadet ederler. İnsani ilişkilerin gelişmesi toplu halde hareket etmek ihtiyaçların ya da eksikliklerin anlaşılması insanların birlik bilincine ulaşması gibi pek çok faydası bulunmaktadır. Ancak tüm sayılan faydalardan ya da amaçlardan öte mutlaka Allah’ın bilemediğimiz hikmetleri de olabilir. Önemli olan Allah’ın bu şekilde yapmamızı emretmiş olmasıdır. Allah’ın mutlaka tüm işleri
(daha&helliip;)
Varlık ve oluşta her boyutta ve her seviyede ölçü ve ahengi, dengeleri bozan tek varlık insandır. Everest dağının tepesine tırmanan dağcıların, o tepeyi bile çöp yığınına döndürmeleri dünya basınında hayretler yaratan bir haber olmuştu. Kanada hükûmeti, yıllardır sürdürdüğü fok balığı avlama yasağını 2007 yılında kaldırdığında birkaç ay içinde telef edilen fok balığı sayısı 275 bine ulaştı. Ne için öldürüldü bu hayvanlar? Derilerinden kürk
(daha&helliip;)
Kur’an, bir rahmet kitabıdır. Rahmetten nasipli olmayanlar; söylem, slogan ve iddiaları ne olursa olsun, rahmetin kitabından hayır göremezler. Kendisini ‘İslam âlemi’ diye tanıtan, ama gerçekte İslam’la ilgisi kalmamış bulunan coğrafyalar Kur’an’dan bir hayır görebiliyorlar mı? Türkiye’deki Haçlı işbirlikçisi ‘din baronları’ ve onların ‘vurgun, soygun, hakaret ve iftira çocukları’ rahmetin temsilcisi olabiliyorlar mı? Nasıl olabilsinler! Rahmet kitabı, tüm canlılarda Hakk’ı görüyor;
(daha&helliip;)
Kur’an’ın önemli bir kısmı, dini temsil edenlerden şikâyetten ibarettir. Bu bize ilk bakışta garip gelebilir, ama Kur’an’daki şirk kavramını düşünüp Kur’an’ın anlattığı biçimde anlarsak şaşkınlığımız ortadan kalkar. Kur’an’ın temel düşmanlardan ve ‘en büyük zulümlerden biri’ olarak gördüğü (bk. Lukman suresi, 13) şirk, ne ateizmdir ne deizmdir ne de dinsizlik. Şirk, varlığını ve kudretini kabul ettiği Allah’ın yanına yedek birtakım ilahlar koyan bir dindir. Ve
(daha&helliip;)
İnsanoğlu, iyilik ve yardımda bulunduklarından şükran ve minnet beklemeyi kazanılmış hak sayan bir psikolojiye sahip olagelmiştir. Verilen her kuruş, tutulan her el karşılığında eğilen bir baş, bükülen bir bel beklemek insan egosunun doymazlıklarından biridir. Bu beklentilerle iyilik yapıldığı içindir ki, iyilik yapılanın nankörlüğünü ifadeye koyan birçok söz dünya dillerini doldurmuştur. Türkçe’de bu anlamda epey atasözümüz vardır: “Besle kargayı, oysun gözünü”
(daha&helliip;)
Rahmetli Ali İzzet Begoviç, eserinde, Kur’an’ın temel mesajlarından birini ifadeye koyarken şöyle diyor: “Kur’an’da, imana gel ki, iyi insan olasın denmiyor; iyi insan ol ki, imana gelesin deniyor.” (Begoviç; Doğu ile Batı Arasında İslam, 158.) Begoviç, bu sözüyle ahlakı slogan ve iddianın üstüne çıkaran Kur’ansal diyalektiğin ruhunu çok güzel bir biçimde dile getirmiştir. Kur’an o diyalektiği verirken şöyle diyor: “Mutluluk, hayır ve
(daha&helliip;)
Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız yalnız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? (Enbiya Suresi, 10) Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok ayetinde insanlara gerek yüce Allah’ın göndermiş olduğu vahiy metinlerine gerekse yerlerdeki ve göklerdeki sayısız delil ve işarete bakarak akıllarını işletmeleri, söz konusu delil ve işaretler üzerinde derin derin düşünmeleri ve tüm bunları yaratan yüce Allah’ı gereğince takdir
(daha&helliip;)