Ahlak ve Slogan

Ahlak ve Slogan

Rahmetli Ali İzzet Begoviç, eserinde, Kur’an’ın temel mesajlarından birini ifadeye koyarken şöyle diyor:

“Kur’an’da, imana gel ki, iyi insan olasın denmiyor; iyi insan ol ki, imana gelesin deniyor.” (Begoviç; Doğu ile Batı Arasında  İslam, 158.)

Begoviç, bu sözüyle ahlakı slogan ve iddianın üstüne çıkaran Kur’ansal diyalektiğin ruhunu çok güzel bir biçimde dile getirmiştir. Kur’an o diyalektiği verirken şöyle diyor:

“Mutluluk, hayır ve başarı, yüzlerinizi doğu veya batı yönüne dönmeniz değildir; mutluluk, hayır ve başarı o kişinin tavrıdır ki Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanır; malı, içinden gelerek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım dileyenlere, özgürlüğüne kavuşmak için didinenlere verir; namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri, ahitleştiklerinde sözlerine sadıktırlar. Ferahlık ve sıkıntı zamanlarında olduğu gibi, şiddet ve savaş zamanlarında da sabredenlerdir onlar. Özü-sözü bir olanlardır onlar. Sakınanlar da işte onlardır.” (Bakara, 177)

Bu tanrısal açıklama iman ile iddia ve inadı birbirinden ayırırken ahlaksal üretime dönüştürülmemiş bir dinin gösterişten öteye geçemeyeceğini de gözler önüne koymaktadır.

Ahlak halinde yaşanmayan din, şekil ve slogana; şuur haline gelmeyen iman ise iddia ve inatçılığa mahkûm olur.

Slogan, değer üretmekle  övünme imkânı bulamayan benliklerin, değer üretenleri övme veya sövme hedefi yaparak tatmin bulmalarının aracıdır.

Slogancılığı, şekli ilahlaştırma tutkusu izler. Ve bu tutku yerleşince de din barış ve huzur olmaktan çıkar, nefsin iştah ve kinini tatmin aracı haline gelir.

O halde, imanın, daha geniş bir çerçevede dinin gerçek anlamda yaşanması nasıl olmalıdır?

İslam peygamberi bu sorunun cevabını, ölümsüz bir ifadeye büründürmüştür:

“Ben, ahlaksal güzellikleri tamamlamak için gönderildim.”

Bunun bize aktardığı pratik mesaj şudur:

Din ve ona bağlı olarak Hz. Peygamber bir ahlak modelidir, bir fotoğraf modeli değil.

Eskilerin kullandıkları bir deyimle, Hz. Peygamber bir tahalluk (ahlaklanma) konusudur, bir teşekkül (şekillenme) konusu değil.

Şeklin, ahlaka bağlantısının olduğu noktalar elbette vardır. Bunlar vahyin tespitleriyle açıklanmıştır. Vahyin şekil belirlemediği hususlarda dini ve peygamberi bir ahlaksal nitelikler kaynağı olarak almak, dinden bereketlenmenin biricik yoludur.

Bu yol, peygamberin haliyle hallenme yoludur. Çile, aşk, ıstırap, tevazu, hizmet ve sabır gerektirir.

Peygamberi bir görüntü modeli yapmak kolaydır ama bu kolay yol, peygamberi zaman ve mekân üstü olmaktan çıkarıp belli bir çevre ve coğrafyanın temsilcisi haline getirir.

Belli bir coğrafyanın görüntülerini kutsallaştıran bir modelin evrensel mesajların taşıyıcısı olduğuna kimseyi inandıramazsınız.

Hem dine yazık olur hem insana…

Dine de bize de yazık olmaması için ne yapmak gerekiyor?

Bir peygamberi gösteri ve resim modeli olarak almanın ucuzluğundan kurtulup onu yeni bir dünyanın yapılandırılmasında bir iman ve eylem modeli haline getirmek için gelenekleri ilahlaştırmaktan vazgeçmek gerekiyor. Bu gerçeği çok iyi yakalamış olan Peygamber eşi Hz. Âişe, kendisine, “Peygamberimizin  ahlakını bize anlatır mısın?” diyenlere şu zamanüstü cevabı vermiştir:

“Gidin, Kur’an’ı okuyun!”

Bugünkü Müslüman dünyanın en büyük talihsizliklerinden biri, belki de en büyüğü, Hz. Peygamber’i bir ahlak ve eylem modeli olmaktan çok, bir şekil ve görüntü modeli halinde algılamasıdır. Bu yanlış algılama sadece bizi vahyin ruhundan uzaklaştırmakla kalmıyor, diğer kitlelerin Kur’an mesajından yararlanmasını da engelliyor.

Sonuç ne? Sonuç şu:

Bizler, ahlaksal zemini tahrip edilmiş, değerleri birkaç karelik görüntüden ibaret hale getirilmiş bir anlayışı insanlığın geleceğini kurmaya, hatta ona yarınların cennetini vermeye aday göstermek gibi bir tutarsızlığın temsilcileri durumuna düşürülüyoruz.

Ve insanlık, özellikle değer üretenler kervanının önüne geçmiş bulunan toplumlar ısrarlı ve haklı bir biçimde şunu soruyor:

“Bugünü cehenneme çevirenlerin yarınki cennet vaatlerine nasıl inanalım?”

Vahyin değerlerine bağlı insanlar sıfatıyla atacağımız ilk adım, ‘âlemlere rahmet’ olan Son Peygamber’in kimliğine egemen kıldığımız gelenek fotoğrafını kaldırmak ve Kur’an’ın Muhammed’ini insanlığın tanımasına ve yararlanmasına açmaktır.

Şöyle de söyleyebiliriz:

Geleneklerimizin ve sloganlarımızın kutsanması için paravan yaptığımız ‘geleneğin Muhammed’inin inat, iddia ve şekil zemininden  ‘Kur’an’ın Muhammedi’nin, hizmet, sevgi ve ahlak iklimine geçişi sağlamak borcundayız. (Bu vesileyle sizlere, Mustafa İslamoğlu’nun ‘Üç Muhammed’ adlı eserini okumanızı öneririm)

Bizi kurtaracak olan, Arap örflerinin desenleriyle süslü fistan veya takke modeli değil, Kur’an ahlakıyla yüklü aşk ve iman modelidir. Bu modeli hayatımıza sokamadığımız sürece, ruhundan ışık yıllarıyla uzakta kaldığımız bir din adına bazı görüntüleri ihya etmek bize hiçbir eriş ve oluşun kapısını aralamayacaktır.

Nitekim aralamamaktadır.

İnsanın sokaklara fırlayıp bağırası geliyor:

“Ey ahali! Ona buna afra tafra yapıp aforoz yağdırmak yerine dönüp kendimize bakmanın zamanı gelmedi mi?”

Yazar: Yaşar Öztürk


About the Author
Author

Editor 2

Leave a reply

Name (required)

Website