Dünyamızın Hayata Uygunluğu

O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah) ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.(Mülk Suresi Ayet 3-4)

Dünyamızın hayata uygunluğu pek çok sayıda etkene dayanır. Çekim kuvveti, güçlü ve zayıf çekirdek kuvveti, elektro manyetik kuvvet, Evrenin kütlesi, yaşı, genişleme hızı, entropi seviyesi, elementlerin, metallerin, karbon atomunu, suyun, ışığın, hayati gazların, hücrenin ve daha pek çok birbiri ile uyumlu hassas oluşumun yaşama uygunluğu gibi etkenler dünyamızda hayatın var olabilmesi için düzenlenmiştir. Big Bang ile yaşamın oluşabilmesi için gerekli olan hayati ve kritik ayarlar, evrenin yapısını belirleyen ölçüleri ortaya çıkarmıştır. Bu ölçülerin, tam olması gereken miktarda olmaları Big Bang’in rasgele bir patlama değil en ince ayrıntılarına kadar düzenlenmiş bir başlangıç olduğunu göstermektedir. Örneğin neden Merkür, Venüs, Mars ya da başka bir gezegen yerine dünyamızda yaşadığımızı düşünelim. Dünya üzerindeki ısı farkı, yaşamın oluşabilmesi için en uygun seviyededir. Ancak Merkür ve Venüs çok sıcak, Mars ise çok soğuktur. Merkür’ün atmosferi yoktur. Diğer taraftan Venüs’ün atmosferi güneş ışınlarının geçmesine izin vermeyecek ölçüde kalındır. Mars’ın atmosferi ise öyle incedir ki yeteri kadar oksijen ve su bulundurmaz. Evrendeki hassas ayarların ortaya koyduğu tablo Dünyamızın insanlık için âdeta ısmarlama bir elbise gibi ‘özel dikim’ şeklinde yaratılmış olduğunu göstermektedir.

Dünyamızda yaşamın oluşabilmesi için olmazsa olmaz kritik ayarların bir kısmı şu şekilde sıralanabilir :

Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.

Dünya’mız, Güneş’e daha uzak olsaydı, yaşama olanak tanımayan bir soğuk ve buzullarla karşı karşıya kalırdık. Eğer Güneş’e daha yakın olsaydık yeryüzündeki su buharlaşır ve yaşam mümkün olmazdı.

Dünya’mızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi. Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar yaşamın oluşmasına olanak tanımazdı.

Yaşam için yer kabuğunun kalınlığı da önemlidir. Yer kabuğu daha kalın olsaydı, atmosferden yer kabuğuna oksijen transferiyle oksijen dengesi bozulurdu. Yer kabuğu daha ince olsaydı yer kabuğunun her yerinden sürekli volkanlar fışkırırdı. Bu ise hem iklimi değiştirir, hem de canlılığı yok ederdi.

Atmosferdeki oksijen miktarı da yaşam için kritik bir değerde yaratılmıştır. Şayet bu değer çok az bir miktar daha yüksek olsaydı, yeryüzünde sürekli yangınlar çıkardı. Şayet bu değer çok az bir miktar daha düşük olsaydı solunum yapmak imkânsız olurdu. Yaşam için atmosfer basıncının da belli bir değerde olması gerekmektedir. Eğer atmosfer basıncı daha düşük olsaydı, buharlaşan su miktarı artacak ve bu sera etkisi oluşturacaktı, atmosferdeki su buharı azalacak ve Dünya çölleşecekti.

Tüm canlılar karbon atomunun diğer elementlerle bileşikler yapması sayesinde var olmuşlardır. Karbon, yaşam için gerekli olan bileşikleri ancak dar bir sıcaklık aralığında gerçekleştirebilir. Bu sıcaklık aralığı ise Dünya’nın sıcaklığıyla tam uyumludur. Oysa evrende yıldızların içindeki milyonlarca derece sıcaklıktan mutlak sıfır olan -273 dereceye kadar geniş bir aralık mevcuttur.

Yaşam için bütün şartları yerine getiren Dünya’mızın, yaratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer Dünya’mızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş Sistemimizi oluşturacak yoğunlukta hammadde kalmamış olacaktı.

Evrende gerek fiziksel gerek biyolojik gerekse kimyasal hareket ve oluşumlar ile maddeye içkin bir takım özellikler hakkında açıklama yapan bilim, maddenin neden bu özellikleri barındırdığı konusunda cevapsız kalmaktadır. Çünkü dinden uzak anlayışa göre bilim, oluşumların ‘neden’liği ile değil ‘nasıl’ lığı ile uğraşır. Oysaki din, bize âlemdeki tüm bu nizam ve oluşumun ‘nasıl’lığını ve ‘neden’liğini bir arada açıklamaktadır. Nasıllığı, Allah’ın evrene koyduğu yasaların insanlar tarafından keşfedilmesi ile açığa çıkar. ‘Neden’liği ise Allah’ın lütuf ve Rahmetinin bir yansıması olarak anlam kazanır.

Matematikçilerin ve fizikçilerin evrenin ve hayatın oluşabilmesi için ortaya koymuş oldukları mükemmel ve ihtimaliyet açısından imkânsız olan tüm bu hassas ayarlar ve burada sayılamayan pek çok benzeri mükemmellik, evrenin çok özenli bir şekilde yaratıldığını açıkça göstermekte ve birçok bilim adamının Allah’ın varlığı inancına yönelmesine sebep olmaktadır. Astrofizikçi Robert Jastrow kozmosun ölçümünü yapan iş arkadaşlarının başına gelenleri en iyi şekilde anlatmaktadır : “Aklın gücüne inanarak yaşamış bilim adamlarının hikâyesinin sonu kötü bir rüya gibidir. Cahillik dağını aşıp onun en yüksek tepesini fethedip de, son kayanın üzerinden baktığında, yüzyıllardan beri orada bulunan ilahiyatçılar tarafından karşılanır.”

Yazar : Emre

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website