PUTPERESTLİĞİN OLUŞUMU

Putperestliğin oluşumuna ve yaygınlaşmasına katkı sağlayan birçok sebep vardır. Bu sebepleri doğru tespit edebilmek ve doğru değerlendirebilmek için öncelikle şirkle ilgili hiç değişmeyen şu temel özelliği hatırlamak gerekiyor: Müşrikler Allah’ın varlığına ve birçok sıfatına inanan kimselerdir. Kur’an müşrikleri bu şekilde tanımlamaktadır. Kur’an’ın bildirdiğine göre, bazı kimseleri müşrik yapan şey, Allah’ın varlığına inanmamaları değil; Allah’ın varlığına veya sıfatlarına ortak koşmalarıdır. Bir şeyi Allah’a ortak koşmak ise, o şeyi muhahkak Allah kabul etmek anlamında değildir. Allah’ın bir veya birkaç sıfatının benzerinin, kendisine tapılan şeyde/kişide olduğuna inanmak, şirkin yaygın nedenlerinden birisini teşkil etmiştir. Bu konuda Nemrut veya Firavun’un durumu, şirkin bu türünün bir örneği olarak hatırlanabilir. Nemrut veya Firavun kendisini tanrı ilan ederlerken, esasen kendisinin Allah gibi ölümsüz, her şeye muktedir, her şeyi yaratan… olduğunu iddia etmiyordu, etmemiştir de. Onlar kendilerinin birer insan olduklarını, birçok şeyde aciz olduklarını, öleceklerini biliyorlardı. Ama şirklerinin kaynağı olarak, bazı özellikleriyle Allah’la benzeştiklerine de inanıyor ve iddia ediyorlardı. Diğer insanlarınkine göre daha ayrıcalıklı ve güçlü bir şekilde öldürme, yaşatma, affetme, cezalandırma, emretme… gücüne sahip olmaları, Allah’la benzeştikleri inanç ve iddialarının temel gerekçesiydi. Çünkü sahip oldukları bazı güç ve imkânlar kendilerini bu konularda diğer insanlardan ayırmıştı. İstediklerini istedikleri zaman öldürebiliyor veya öldürmeyi düşündükleri kişi veya kişilerin yaşamasına karar verebiliyorlardı. Bu nedenle de Allah’a rağmen kendilerine itaat istiyor ve itaati yaygınlaştırmak için çaba sarf ediyorlardı. İşte, kendilerini veya inananlarını müşrik yapan bu veya benzeri özellikleriydi.


Heykel putlarına tapma biçiminde açığa çıkan ve insanlık tarihinde son derece yaygın olan şirkin durumu da, esasen Nemrut veya Firavun’un tanrılaştırılma anlayış ve gerekçeleriyle büyük oranda benzerlikler taşımaktadır. Bu konuda örnek olarak Mekke müşrikleri dikkate alınabilir. Mekke’nin müşrikleri heykel putlara tapıyorlardı ama diğer tüm çağlardaki ve toplumlardaki şirkdaşları gibi, putlarının tanrı olmadığını da biliyorlardı. Bu nedenle de puta, tahta veya taştan oluşan varlığı nedeniyle tapmıyorlardı. Onların bazı şeyleri putlaştırmalarının nedeni, o şeyin ‘Yüce Varlık’ı (Allah’ı) sembolize ettiğine olan inançlarıydı. Bu inanç bazı toplumlarda, bazı şahısların da Allah’ı sembolize ettikleri anlayışına dönüşse bile, yaygın biçimini heykel putçuluğu oluşturmuştur. Şirkin bu türünün gerekçesi ise, putun insan ile Allah arasında yer alan bir varlık olduğu ve özellikle insandan Allah’a yönelişe aracılık yaptığı inancıdır. Kur’an bu sapkın inanca şöyle tanıklık yapmaktadır: ‘Allah’ın dışında canlı veya cansız başkalarını dost ve koruyucu kabul edenler: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler’ (Zümer, 39: 3).

Yüceliği nedeniyle Allah’ı kendilerinden çok uzakta düşünen bazı insanlar, istek ve arzularını Allah’a ulaştırmak için putlara yönelerek şirke mensup olmuşlardır. Bunların inançlarına göre, putlar (heykel putlar veya putlaştırılan insanlar) insan ile Allah arasında yer alan varlıklardır. Maddî varlıklarıyla insana, sembolize ettikleri sıfatlarıyla da Allah’a yakındırlar. Dolayısıyla insanın istek ve arzularını, insanın bizzat kendisine göre Allah’a ulaştırmaya daha uygun konum ve özelliktedirler. Kur’an bu inancı şiddetle reddetmiş ve saçma, sapkın bir anlayışa dayandığına dikkat çekmiştir: ‘De ki: Allah’tan başka ortaya koyduğunuz ilâhları çağırın ve yalvarın. Onlar sizden ne bir zararı çevirebilirler, ne de onu değiştirebilirler. Onların taptıkları, yalvarıp yakardıkları varlıklar da, onların Allah’a en yakın olanları da Rablerine yaklaşmak için bir yol ararlar, O’nun rahmetini umarlar, O’nun azabından korkarlar. Çünkü O’nun azabı, cidden çekinip kaçınmaya değer bir azaptır’ (İsra, 17: 56, 57). ‘Allah’ı bırakıp da, O’ndan başkasına tapanların taptıkları şeylerin hiçbirisi, hiç kimseye şefaat etme gücüne sahip değildir’ (Zuhruf, 43: 86).

Putperestliğin nedenlerinden bir diğeri de, sahip olunan ve üstesinden gelinemeyen bazı endişelerdir. İçinde yaşanan kâinatın, üzerinde yer alınan dünyanın, mensubu olunan fiziksel çevrenin bilinmeyenlerine ilaveten; sahip olunan veya tahayyül edilen madde ötesi güçlerin, özelliklerin, yeteneklerin de bilinmeyenleri karşısında kendisini bilinmeyenlerle kuşatılmış gören bazı insanlar, her an gerçekleşebilecek ve hiç beklenmeyen bir tehlike veya olumsuz durumla karşılaşabileceği endişesi içerisine girebilmektedirler. Doğa felaketleri bunun en somut örneğidir. Ayrıca, hastalıklar, kazalar ve ölüm de yine insanların hiç beklemediği bir zamanda açığa çıkabilen bazı önemli olumsuz durumlardır. Kendisini güvende hissetmek isteyen, bu bilinmeyen ve beklenmeyen felaketlere karşı tedbir almak isteyen insanlar, tüm bu tehlikeleri ve olumsuz durumları kendi imkânlarıyla önleyemeyeceklerini bildikleri için, onları önleyebileceğine inandıkları ve tanrısal özelliklere sahip olduğunu düşündükleri şeylere yönelmişlerdir. Ancak, kendilerini güvende hissetmek için bazı şeyleri putlaştıran ve onların kurgulanmış iradelerine sığınan insanlardan bazıları, zamanla o inandıkları putun iradesinin kendi aleyhlerine döndüğüne de inanmışlardır. Bu durumda ‘iyilik tanrısının’ yerini ‘kötülük tanrısı’ almış ve onu memnun edebilmek, onun gazabından korunabilmek için, onu memnun edeceğine inanılan şeyler bir ibadet anlayışıyla yapılmaya başlanmıştır. Bu inancın gerektirdiği uygulamalar bazı toplumlarda insan kurban etmeye kadar uzanmıştır. Örneğin İnka ve Aztek toplumlarında bir yıl içerisinde binlerce insan kurban edilirdi. Kur’an’ın bu konuya yaklaşımı, konuyla ilgili hakikati bildirerek yanlışlığı gösterme yöntemi son derece önemli ve anlamlıdır: ‘Siz kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz? Oysa sizi de, sizin yonttuklarınızı da yaratan Allah’tır’ (Saffat, 37: 95, 96).

Aşırı sevmek de putçuluğun nedenlerinden bir diğeridir. Bir şeyi veya kişiyi çok sevmek, kişiyi Allah’ın iradesi yerine o şeyin iradesine teslim olmaya dahil edebilmektedir. Bu açıdan Araplar arasındaki putperestliğin nedenlerinden birisinin bizzat Kâbe’ye yönelik sevgi ve saygılarının olması ilginç ve önemlidir. Risâletten çok önceki çağlarda, çok büyük zorluklarla uzak bölgelerden Kâbe’yi ziyarete gelenler veya Mekke’den başka bölgelere göç edenler, hatıra olarak Kâbe’den veya Mekke’den yanlarına aldıkları taş veya benzeri şeyleri zamanla kutsayıp putlara dönüştürmüşlerdir. Arap putperestliğiyle ilgili önemli bir kaynağın yazarı olan İbn Kalbi’nin bildirdiğine göre, Mekke’den uzak bölgelere göç edenler Mekke’den aldıkları bir taşı yanlarında götürürler ve onun etrafında dönerek kendilerini Kâbe karşısında tavaf ediyor kabul ederlerdi. Zamanla o taşlar Kâbe’nin sembolü olmaktan çıkıp, tapılan bir puta dönüşmüştür. Nûh kavminin putlarının da o toplumda yaşamış ve ölmüş bazı seçkin, salih insanların sembolleri olması, aşırı sevmenin putçuluğa neden oluşuyla ilgili önemli bir başka örnektir. Hz. Nûh’un kavmi, ilk zamanlar o çok sevdikleri insanların hatırasını canlı tutmak için heykellerini yapanlar, zamanla o heykelleri putlaştırmışlardı. Hatta Hz. Nûh’tan putperestliği terk etmeleri gerektiğini işitince, salih kişilerin sembolleri olan heykellere sarılıp, onları tevhid hakikatini reddetmek pahasına korumanın telaşına düşmüşlerdi: ‘’Sakın tanrılarınızı terk etmeyin. Özellikle Vedd’i, Süva’ı, Yegûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Böylece onlar birçok kimseleri yoldan çıkardılar’ (Nuh: 71: 23, 24). Kur’an, bir şeyi aşırı sevmenin şirke neden oluşu ve bu yanlışlığın sonucuyla ilgili olarak Hz. İbrahim’in ağzından şu gerçeği bildirmiştir: ‘İbrahim onlara dedi ki: ‘Siz Allah’ı bırakıp, dünya hayatında birbirinizin duygularını okşayarak, aranızdaki uzlaşmanın, dostlukların kaybolmaması ve birbirinize dostluğunuzun devamı için bazı kimseleri ve putları ilâhlar edindiniz. Daha sonra kıyamet gününde, birbirinizi tanımaz hale gelecek ve her biriniz diğerine lanet okuyacak, varıp barınacağınız cehenneme düşeceksiniz ve sizin için orada yardımcılardan bir kimse de bulunmayacak’’ (Ankebut, 29: 25)

Kur’an’ın Putperestliği Değerlendirişi
Kur’an, risâletin ilk yıllarında, müşrikleri yanlışları nedeniyle eleştirirken öncelikle ve tamamıyla hayat tarzlarındaki yanlışlıkların ve kusurların üzerinde durmuştur. Onların hakikate uzak duran, ahlâka sırt dönen, kendilerini sorumlu kabul etmeyen, azgın, hayasız, hakikati yalanlayan, iyilik ve nimetlere karşı nankör, büyüklenen, kibirli, günahkâr, suçlu, zalim, fasık, şımarık, cimri, müsrif, küstah, hoyrat, menfaatperest, saldırgan, taşkın, boş işlerle uğraşmayı seven, insanları aşağılayan, yetime, fakire, yardımcı olmayan, hayra engel olan… kimseler oluşları, Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu ve eleştirdiği özelliklerini teşkil etmiştir. Elbette ki bu ilâhî yöntemin son derece işlevsel bir amacı vardı. Eğer böyle yapılmasaydı, öncellikle yanlış ve sapkın inançların ahlâk ve kişiliklerde oluşturduğu yanlış ve kusurlar gösterilmesiydi; bir başka söyleyişle, İslâm bir inanç hareketi olarak başlayıp müşriklerin öncelikle inanç yanlışlıklarını göstermiş olsaydı, İslâm’ın çağrısı kayda değer bir etkiye sahip olmazdı. İslâm daveti felsefî bir hareket niteliğine bürünürdü. İslâm, hayattan kopuk herhangi bir düşünce sistemi olarak anlam kazanırdı.

Kur’an’ın şirk problemi üzerinde duruş yöntemi ilginç ve oldukça önemlidir. Kur’an, İslâm davetinin ilk yıllarında dikkatleri, şirkin ahlâk ve kişiliklerde neden olduğu yanlış ve kusurlara çekmiştir. Bireysel ve toplumsal hayatta neden olduğu çarpıklıkları gözler önüne sermiştir. Somut örneklerinden hareketle şirkin/küfrün ne kadar kötü, zararlı, insanı saptıran bir şey olduğunu zihinlere iyice kazıdıktan sonradır ki, şirkin/küfrün nedenlerinden bahsetmeye başlamış, şirkin sembolleri olan putlar hakkındaki değerlendirmelerini sunma aşamasına geçmiştir. Kur’an’ın konuyu ele alışında, yaşantıdan inanca, somuttan soyuta uzanan bir seyir vardır. Bu itibarla, risâletin ilk zamanlarında vahyolunan ayetler arasında doğrudan putları konu edinen herhangi bir ayet olmaması oldukça manidardır. Ancak kitlesel davet dönemine geçişten sonra, risâletin 3. yılını takip eden dönemde putlardan bahseden ayetler vahyolunmaya başlamıştır. Şu ayet bunlardan birisidir: ‘Peki bunlar hiçbir şey yaratmayan, tersine kendileri yaratılmış bulunan varlıklara mı, Allah’la beraber ilâhlık yakıştırıyorlar? Ne onlara, ne de kendi kendilerine bir yardımda bulunamayacak olan varlıklara mı? Yol göstermeleri için yalvarsanız, size cevap verecek durumda olmayan varlıklara mı? Onlara ister dua edin, ister karşılarında susun, sizin için fark eden bir şey olmaz. Allah’tan başka yalvarıp yakardığınız şeylerin hepsi hiç şüphe yok ki, tıpkı sizler gibi yaratılmış varlıklardır. Eğer doğru sözlü kimselerseniz, haydi onları çağırın da dualarınıza cevap versinler. Yürüyecek ayakları mı var peki onların? Tutacak elleri mi? Görecek gözleri, işitecek kulakları mı var? De ki: ‘Haydi Allah’a ortak olarak gördüğünüz bütün o varlıkları çağırın, bana karşı elinizden geleni ardınıza koymayın ve böylece bana göz açtırmayın. Doğrusu benim koruyucum ve yardımcım bu kitabı indiren Allah’tır. Çünkü O’dur, dürüst ve erdemli olanların koruyucusu ve yardımcısı. Sizin O’ndan başka yalvarıp yakardıklarınız, ne size ne de kendilerine yardım edebilirler. Onları hidayete çağırsanız işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler’ (Araf, 7: 191-198).

Şu da önemlidir ki, put konusu, vahiy tarafından durup dururken gündeme getirilmedi. İslâm daveti kitlesel davet aşamasına geçip de başta Resulüllah olmak üzere müminler daha geniş kitlelere İslâm’ı anlatıp, kitleleri Müslüman olmaya çağırmaya başlayınca; inanç ve hayat tarzlarının büyük tehlike altında olduğunu gören müşrik liderler dindaşlarını, inanç ve hayat tarzlarının dayanağı, şirklerinin sembolü olan putlara daha sıkı bağlanmaya çağırdılar. Şu ayet müşrik liderlerin bu çabasından bahsederken, aynı zamanda bir döneme de tanıklık yapmaktadır: ‘İleri gelenlerinden bir kısmı fırlayıp: ‘Pes etmeyin, yürüyün gidin, ilâhlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin, yapılacak tek şey budur! ’ dediler (Sâ’d, 38: 6). Müşrik liderler böyle yapmak, dindaşlarını öncelikle ve hatta sadece putlarına sımsıkı sarılmaya çağırmak zorundaydılar. Çünkü şirkin bireysel veya toplumsal hayatta karşılığı olan güzellikleri, erdemleri yoktu. Zaten olamazdı da; şirk yanlıştı, sapkınlıktı ve yanlışın, sapkınlığın doğru ve güzel sonucu olmaz, olamaz. Şirkin olduğu yerde ancak ahlaksızlık olur, zulüm olur, haksızlık olur, kötülük olur… Şunda kuşku yoktur ki, şirkin eğer bireysel ve toplumsal hayata yansıyan güzel, doğru, iyi sonuçları olsaydı onları ifade eder ve İslâm davetinin o doğrulukları, güzellikleri, iyilikleri yok edeceğini dile getirirlerdi. İslâm’a yönelik eleştiri ve saldırılarını mevcut güzel, doğru, iyi şeylerden hareketle yaparlardı. Bunu yapamadıkları için konuyu putlara getirdiler ve Kur’an’ı semboller savaşının bulanık ortamına çekmeye çalıştılar. Zorda kalan sistemlerini ve hayat tarzlarını, yapay tartışma ortamlarıyla kurtarmanın taktiğini geliştirmeye çalıştılar. Ancak her zaman olduğu gibi yine kendi oyunlarına geldiler. Vahiy semboller savaşının bulanık ve soyut ortamına girmeyip, şirkin dayanağı ve sembolü olan putlarla ilgili gerçekleri açıklamaya başladı. Putların, gelenekçilik biçiminde açığa çıkan taklitçi zihniyetin kabul ettiği uydurma şeyler olduğunu, putların herhangi bir iradelerinin bulunmadığını, insanları değil kendilerini bile korumaktan aciz nesneler olduklarını açıkladı. Diğer birçok ayette de, tekrar tekrar ve değişik vesilelerle, taraftarlarınca putlara yüklenen fonksiyonların anlamsız ve geçersiz olduğunu, putların acziyetlerini vurgulayarak açıkladı. Şu ayetler bunun örneklerindendir:

Ey insanlar! Size bir misal verildi. Şimdi onu dinleyin; Allah`ı bırakıp da yalvardıklarınız (ibadet ettikleriniz) -hepsi bu gayeyle bir araya gelmiş dahi olsalar- bir sineği bile yaratamazlar. Hatta, eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hacc, 22: 73)

Allah’ı bırakıp da size hiçbir şekilde ne yararı, ne de zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh olsun size de, Allah yerine tapınıp durduğunuz bütün bu nesnelere de! Hâlâ akletmeyecek misiniz? (Enbiya, 21: 66, 67)

Allah’tan başka yalvarıp yakardıklarınız, kendileri yaratılmış varlıklar oldukları için hiçbir şey yaratamazlar. Üstelik ölülerdir onlar, diriler değil. Ne vakit diriltilecekler, ondan da haberleri yok. (Nahl, 16: 20, 21)

De ki: Allah’ın dışında ilâh diye öne sürdüklerinizi çağırın, onların göklerde ve yerde zerre kadar güçleri yoktur. Onların bu ikisinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi, Allah onlar arasından herhangi bir yardımcı da seçmemiştir. (Sebe, 34: 22)

Putperestlik gibi bir inancın ve bu inancın gerektirdiği hayat tarzının tamamıyla yanlış, ancak vahyin sunduğu mutlak hakikâte uygun bir inanç ve yaşantı tarzının doğru olduğunu açıklayan Kur’an, bu ayrımı yaparken putun ve putçuluğun mahiyetini bütün ayrıntılarıyla ortaya koydu. Konu hakkında üstü kapalı herhangi bir nokta bırakmadı. Elbette ki, öncelikle nazil olduğu topluma hitap ettiği, insanlık katına o toplumda indiği için de, putun ve putçuluğun mahiyetini putperest Arap toplumunun putlarını ve bu putlara bağlı inançlarını esas alarak açıkladı. Bunu yaparken oldukça ilginç bir ifade tarzı ve mantık silsilesi takip etti. Bunun bir örneği olarak, müşriklerin, Allah katında kendileri için şefaatçi olacağı inancıyla putlara yöneldikleri iddialarını değerlendirişi dikkate alınabilir. Kur’an, bu inancın yanlışlığını açıklarken, her zaman olduğu gibi, soğun ve soyut tartışmaların içine girmedi. Sadece, putların şefaatçiliğiyle ilgili Allah katından gelen bir bilginin bulunmadığını belirtti. Bu açıklamasıyla ‘Madem ki putların Allah katında şefaatçi olduğuna inanıyorsunuz, böylesi bir inancın, Allah katından gelen bilgiyle doğrulanması gerekmez mi? ’ sorusunun düşündürülecek şekilde olması ve cevabın yine bizzat putperestlere verdirilmiş olması önemlidir. Ayrıca, taraftarlarınca putlara yüklenen sıfatların ve fonksiyonun ‘Allah`ın bilmediği bir şeyi Allah`a haber vermek’ (Ra’d, 13: 33) olarak ifade edilmiş olması da önemlidir. Halbuki bilmemek, haberdar olmamak müşrikler açısından da Allah için söz konusu olabilecek bir şey değildi. Onlara göre de Allah`ın bilmediği şey mutlak anlamda yok demekti. Kur’an, putçuluğu ‘Allah`ın bilmediği bir şeyi Allah`a haber vermek’ (Ra’d, 13: 33) biçiminde niteleyerek, putlarla ilgili inançları nedeniyle müşriklerin Allah`a iftira attıklarını ve olmayan bir şeyi var kabul ettiklerini göstermiş oluyordu.

Diğer bazı ayetlerde ise, putlara tapan ve tapmaya devam edenlerin hem duygularına hem de akıllarına hitap edilerek, en zor anlarında kime yöneldikleri soruldu. Aslında bu soru cevabı bünyesinde taşıyordu; elbette ki Allah`a. Çünkü, onlar çok iyi biliyorlardı ki, en zor anlarında, bağlanıp kutsadıkları putları kendilerine hiçbir fayda sağlamıyordu. Kur’an buradan hareketle, hakikati görüp anlamalarını sağlayacak uyarı ve hatırlatmalarını yaptı: ‘Allah’ı bırakıp da, Allah’a yaklaşmak için edindikleri bunca varlıklar onlara zor zamanlarında yardım etselerdi ya! Hayır, hepsi ortadan kaybolup, onları yüzüstü bıraktılar. Çünkü bu sahte ilâhlar, onların kendi kendilerini kandırmalarının ve düzmece hayallerinin ürününden başka bir şey değildi’ (Ahkaf, 46: 28). ‘Denizde bir tehlikeyle karşılaştığınız zaman, Allah’tan başka bütün yalvarıp yakardığınız şeyler, sizi yüzüstü bırakarak yok olup giderler, ancak Allah kalır. (Ancak ne var ki, ) sizi kurtarıp, sağ salim karaya çıkarınca, hemen yüz çevirip unutuverirsiniz Allah’ı… ’ (İsra, 50: 67). O halde zorluk anlarında bir faydası olmayan putların terk edilip, her durumda sadece Allah`a yönelmek gerekmez miydi? : ‘Onlara de ki: ‘Ben yalnızca, Allah’a kulluk etmekle ve Allah’tan başkasına ilâhî güçler yakıştırmamakla emrolundum. Bütün insanlığı Allah’a çağırıyorum ve dönüşüm de ancak Allah’adır’ (Rad, 13: 36).

Kur’an, putlar inancının ve putperestliğin ilme dayanmayan bir inanç ve bilinçsizce gerçekleşen tutum ve davranışlar olduğunu açıklamaya büyük önem verdi. İnanç ve hayat tarzının dayanağı olan bilginin niteliği konusunu, putlardan bahsederken de özellikle gündeme getirdi. İslâm’ın ilâhî bilgiye, ilme dayanmasına karşılık; müşriklerin inançlarının ve putlarla ilgili kabul veya düşüncelerinin hiçbir şekilde doğruluk deliline sahip olmadığını, şirk inancının ve hayat tarzının tamamıyla zan üzere, hayaller üzerine inşa edildiğini açıkladı ve gösterdi:

De ki: ‘Allah`ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi ortaklıkları var! Yahut biz onlara, bu hususta bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? ’ Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar. (Fatır, 35: 40)

De ki: ‘Söylesenize! Allah`ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar; göstersenize bana! Yoksa onların göklerde ortaklıkları mı var? Eğer doğru söyleyenlerdenseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin. ’ (Ahkaf, 46: 4)

(Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah`tan başka bir tanrı mı var! De ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin. ’ (Neml, 27: 64)

Putlar ve Müstekbirler

İnsanların birçoğu, açıklandığı üzere, çok değişik gerekçelerle putlar edinmiş ve bunlara tapmışlardır. Bazısı korktuğu için, bazısı çok sevdiği için, diğer bazısı da daha başka amaçlarla. Kısacası, putperetliğin açığa çıkışı ve devamıyla ilgili yığınla gerekçeden bahsetmek mümkündür. Ancak putlara yönelişteki amaçların farklılaştığı gibi, samimiyette aynılıktan da bahsetmek mümkün değildir. Aynı puta yönelen insanların bile, o putla ilgili inançlarındaki samimiyet derecesi ve yine o putla ilgili beklentileri birbirlerinkinden ciddi anlamda ayrılabilmektedir. Bazısı inancında samimi bir şekilde putuna yönelip, putperestliğini sürdürürken; diğer bazısı putuna bağlılıkta ve putperestliğinde samimi olmayabilmekte, daha başka beklentilerin peşinde olduğu için öyle görünme ihtiyacı hissedebilmektedir. Putperest halk kitlelerinin inançlarında genellikle samimi olduğunu söylemek gerçeğe aykırı olmaz. Onlar bazı putlara kendilerince haklı bazı nedenlerle taparlarken, bazı nesneleri kutsayıp putlaştırırlarken, düşünceleri ile inançları arasında bir çatışma yoktur. Genellikle tam bir samimiyet içerisindedirler. Eğer onlara yanlışları anlayabilecekleri bir şekilde anlatılırsa, yanlışlarından dönebilir veya alışkanlık gereği yanlışlarından dönmeseler bile durumlarının problemli olduğunu kabul ederler. Ancak bazı insanlar vardır ki bunların inançlarıyla eylemleri, düşünceleriyle inançları her zaman uyumlu değildir. Esas inanç ve düşünceleri ile mensubu göründükleri inanç ve düşünceleri birbirinden farklı olabilmektedir. Bunun tipik örneği müşrik kitlelerin lideri konumundaki kimselerdir; ve elbette ki özellikle de Mekke’nin müşrik liderleri.

Mekke’nin müşrik liderleri Kur’an’ın put ve putperestlerle ilgili açıklamalarından ciddi anlamda rahatsız oldular. İnançlarının reddedildiğini, putlarının aşağılandığını, samimi bir şekilde inandıklarını iddia ettikleri inançları nedeniyle kendilerine hakaret edildiğini ifade ettiler ve tüm bu gerekçelerle İslâm davetine sert tepkiler verdiler. Resulüllah’ı şikayet için Ebû Talib’e gittiklerinde ilk söyledikleri şey Resulüllah’ın putlarla ilgili yaklaşımı oldu. Ebû Talib’e yeğenini şikayet ederken şunları söylediler: ‘Yeğenine engel olmalısın. Çünkü o ilâhlarımızı aşağılıyor, dinimizi eleştiriyor, dinimiz nedeniyle bizleri akılsız olmakla suçluyor’. Fakat putlarının reddedilmesi ve aşağılanması nedeniyle öfkelenen müşrik liderlerin aslında bizzat kendileri, putlarına karşı lakayt ve kaba kimselerdi; içlerinde putlarını aşağılayan, hakaret eden, alaya alan kimseler vardı. Hatta İslâm’ın en katı düşmanı, putperestliğin en samimi taraftarı ve destekçisi Ebû Leheb, en ‘muktedir’ putları olan Hübel’e bağışlanan değerli eşyaların çalınması olayına karışacak kadar inandığını söylediği şeye ters düşmüş birisiydi. Üstelik onun bu durumu istisna da değildi. Müşrikler arasında, putlarına ayırdığı yiyecekleri veya undan yapılmış putları yiyenler, putlarına bağışlanmış eşyayı çalanlar eksik değildi. Yaûk isimli putu karşısında ‘Bu dünyada Tanrı kimine iyilik, kimine kötülük yapar. Yaûk ise ne iyilik, ne de kötülük yapabilir’2 diyen Şair Malik el-Hamdanî gibileri veya Sâ’d isimli putu karşısında; ‘Biz Sâ’d`a bizi birleştirsin diye geldik, Fakat Sâ’d bizi darmadağın etti. Öyleyse biz Sâ’d`dan değiliz. Sâ’d artık çöldeki kayadan başka birşey değildir! Ona ne eğri ne de doğru için dua edilir’3 diyerek, puttan korkarak dağılan sürüsünü kızgınlık içerisinde toplamaya çalışanlar veyahut öldürülen babasının intikamı için izin almak niyetiyle gittiği putu yanında fal oku çekip, istediği sonuç çıkmayınca; ‘Babanın organını ısırasın! Eğer senin baban öldürülmüş olsaydı beni alıkoymazdın’4 deyip, istediği gibi davrananlar her zaman görülüyordu. Üstelik bütün bunlar, Mekke toplumunda sıklıkla karşılaşılan davranışlardan olup, hiç tepki görmüyordu. Ayrıca, gelişmesine engel olamadıkları İslâm davetini kendileri için tehlike olmaktan çıkarmak maksadıyla, Mekke eşrafının Resulüllah’a teklifleri de inançlarındaki samimiyetsizliklerin en önemli belgesi durumundaydı. Davetin her gün daha güçlenerek ilerlediği bir aşamada Resulüllah’a gelerek anlaşma teklifinde bulunmuşlar ve nöbetleşe Allah’a ve putlara tapınmayı teklif etmişlerdi. Tekliflerine göre, dönüşümlü olarak bir yıl Allah’a, bir yıl da putlara tapmaya ve bu nedenle bir yıllığına puta tapmaktan vazgeçmeye razıydılar.

Konuyla ilgili olarak Kur’an`ın tartışılmaz tanıklığının ve bağlayıcılığının yanı sıra, diğer tarihi kaynaklar titiz şekilde gözden geçirildiği zaman, putlar dahilinde Peygamberlere yönelik ciddi tepkilerin halk kitlelerinden değil, putlara ve putlarıyla ilgili inançlara karşı lakayt olan toplumun eşrafından geldiği anlaşılmaktadır. Mekke toplumunda gerçekleşen de bu olmuştur. Resulüllah`ın İslâm`ı tebliğ etmeye başlamasıyla birlikte İslâm`a yönelik tepkide bulunanların arasında halk kesiminden birilerine rastlamak pek mümkün değildir. Üstelik halkın arasında İslâm hızla kabul görüp yaygınlaşmış, toplumun ileri gelenleri durumundaki yönetici ve zenginler ise, İslâm`ın halk arasında yaygınlık kazanmasını durdurabilmek için hâl çareleri düşünmüşlerdir. Bu konuda, Ebû Leheb`in, Umeyye b. Halef`in veya Nadr b. Haris`in değişik zamanlarda, İslâm’ın halk arasında yaygınlaşmasını önlemek için tedbirler alınması gerektiğini ifade etmeleri önemlidir.

O halde ne oldu da Kur’an’ın putları reddetmesi veya müşriklerin putlarla ilgili düşünce ve kanaatlerinin eleştirilmesi özellikle eşrafın sert tepkisine neden oldu? Bizzat kendileri inançlarının gerekleri konusunda son derece lakayt kişiler olmalarına rağmen, niçin müminlere tepki verdiler? Bu tamamen putların fonksiyonuyla ilgilidir. Ancak bu, halk arasında yaygın olan ‘aracı’, ‘şefaatçi’ fonksiyonlarıyla değil, daha özel fonksiyonlarıyla ilgilidir. Bu fonksiyon ise doğrudan eşrafın konumu ve durumuyla bağlantılıdır.

Halk putlara samimi bir şekilde inanıyor ve tapıyordu. Ancak müşrik liderlerin durumu böyle değildi. Geleneğin yanı sıra, geleneğin bir unsuru olan putlar, müşrik toplumdaki mevcut inançlara ve hayat tarzına meşruiyet sağlıyordu. Bu müşrik liderler için önemli bir özellikti. Onlar, putları ile ayrıcalıklı, imtiyazlı konumlarını devam ettirme imkânı elde ediyorlardı. Resulüllah`ın ve diğer müminlerin statükoyu ve putların sahte fonksiyonlarını reddetmeleri ise Mekke eşrafının en önemli menfaat araçlarını geçersiz kılıyordu. Eğer İslâm daveti halk açısından kabul görecek olursa, eşraflıkları sona ereceğinin farkındaydılar. Bu nedenle, İslâm davetini durdurmanın veya saptırmanın mevcut konum ve durumlarını devam ettirebilmek için son derece hayatî bir konu olduğunu düşündüler. Halkı, tanrılarıyla (putlarıyla) alay edildiği bahanesiyle ayaklandırmak ise en kolay yoldu. Böyle olduğu içindir ki her çağda ve toplumda İslâm davetine ilk tepki verenler hep müşrik liderler olmuştur. Onlar kendilerine itaat eden ve ne söylerlerse yapan halka dönerek ‘Pes etmeyin, yürüyün gidin, ilâhlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin, yapılacak tek şey budur! ’ (Sâ’d, 38: 6) veya ‘Sakın Tanrılarınızı terk etmeyin. Özellikle Vedd’i, Süva’ı, Yegûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i bırakmayın’ (Nuh, 71: 23) demişlerdir.

Kur’an, putlar ile müşrik toplumun liderleri arasındaki bu gizli ilişkiyi gözler önüne serdi. Hatta çok dikkatli kimselerin ancak fark edebileceği bu ilişkinin herkes tarafından fark edilmesini sağlayacak açıklamalar yaptı. Put-müstekbir ilişkisini fark edemeyecekler için putların hangi amaçla tahsis edildiğini bizzat kendilerini putlaştıranları örnek göstererek ve onların durumlarını ayrıntılı bir şekilde anlatarak ortaya koydu. Kur’an’ın bu konuda örnek olarak anlattığı müstekbirlerden birisi Nemrut’tur. Kur’an, bir hakikat önderi olan Hz. İbrahim’in Nemrut’la mücadelesini anlatırken, putçuluğun müstekbirler için yerine getirdiği gizli özelliğe dikkatleri çekti ve inancında samimi putperest kitlelerin, mensubu oldukları inancın kendilerine ne gibi zararlar verdiğini bir de bu yönüyle düşünmelerini sağladı. Çünkü, za’fa uğratılarak bilinçleri yok edilmiş, düşünceleri dondurulmuş insanların uyanmalarını, başlarındaki müstekbirlerin oyunlarını bozarak özgürleşmelerini istiyordu.

……………………………………………………………………………………………
1- Risâlet sürecinin sonraki yıllarında vahyolunan bir ayet ise şöyledir: ‘İnsanlardan bir kısmı, Allah’tan başkasını O’na denk ve ortak kabul ederler de Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenlerin ise Allah’ı sevmesi çok daha köklü ve devamlıdır. Varlık sebebine aykırı davrananlar, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi’ (Bakara, 2: 165).

2- İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I/82.

3- İbn al-Kalbî, Putlar Kitabı, 41; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I/83.

4- İbn al-Kalbî, Putlar Kitabı, 46; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I/88.

celaleddin vatandaş

Yazar : ersin_usta

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website