DİN ve FELSEFE

Soru:


– “Din” ve “Felsefe“.. Nedir birbirinden farkları? …

Cevap:

Din ile felsefe arasındaki en önemli fark şudur:

Felsefe, görülenden yola çıkarak, varlığın, yaşamın, yaşam içinde insanın yerinin ve davranış kökeninin tesbit edilebilmesi çalışmalarını yapar.. Bilgiye, görgüye, kültüre, ilme dayanır yani zahirde mevcut beş duyuyla algılanan donelere dayanır.

Din ise görülmeyenden yola çıkarak, görülmeyenin verilerine dayanarak görülenlerin deşifre edilmesi sistemine dayanır. Zira dini vahiy esasına dayanarak bildiren peygamberdir.

Allah Rasûlü normal göz ile, beş duyu ile algılanamayan bir biçimde algıladıklarını esas alarak, onlara dayalı bir biçimde görülenleri deşifre edip değerlendirme sistemini getirmiştir. Bu ikisi arasında uçurum vardır; çünkü gördüklerin, göremediklerin yanında nedir? .. bir hiç!. Sonsuzda bir hiç!.

Bu yüzdendir ki felsefe her halükârda yanılmaya mahkûmdur.

Gördüğüne göre bir sonuç çıkaracak; ama göremediği bir başka esasın yanında o sonuç değerini yitirecek hiç olacak..

Buna karşılık din görülmeyen gerçekleri de esas alan bir biçimde varlığı değerlendirme yoluna gidecek; bunun neticesinde gerçek değerler idrak edilebilecektir. Onun içindir ki felsefe eldeki mevcut bilgilere dayalı bir sistemdir; değerleri de ele geçenlere GÖREdir; yani izâfidir!

Din (sistem) ise başlangıça kolaylıkla kavranamıyacağı için, imana dayalı bir sistemdir… Ama yanlış anlamayalım, din imana dayalı bir sistemdir derken, burada imanla iş biter anlamında kilitlenmeyelim!

İmandan gaye ameldir!.

Bir şeyler yapmaktır!… Bir şeyler yapmak için de önce onun yapılmasına iman etmek lazımdır.

İman etmek görülmeyene olur; görülen şeye iman olmaz!.. Gördüğün bir şey için, iman ediyor musun, denmez.. Zaten onu görüyorsun, bu yüzden burada iman söz konusu olamaz..

İman görülmeyene olur.. Görülmeyene iman etmek suretiyle, o görülmeyenin yapısal özelliklerine, yapısına, tarzına, sistemine, şekline göre gerektiği gibi fiiller ortaya konulur. Yani, görülemeyen gerçeklere dayalı bir şekilde çalışmalar yaparak, varlığın sırrına, aslına, orijinine ermektir din..

Felsefe ise eldeki mevcut doneleri değerlendirmek suretiyle varlığın yapısını ve sistemini çözmeye çalışmayı ve bunların içinde insanın yerini tesbit etmeyi hedef almıştır.

Felsefe ile din arasındaki farkın muazzamlığı apaçık ortada değil mi? ..

Beş milyon veya beş milyar ile sonsuz arasındaki fark ne ise; felsefe ile din arasındaki farkta budur işte !…

Felsefede çeşitli bilgileri alıp değerlendirmek suretiyle belli bir dünya görüşüne sahip olabilir; bununla beraber dilediğin gibi yaşayabilirsin…

Buna karşılık dinde ise, bir takım çalışmalar yapma zorunluluğu söz konusudur; bu zorunluluğu ise idrakın veya imanın oluşturur.

Çünkü, Din sana diyor ki…

Gelecekte senin için şöyle şöyle bir yaşam söz konusu…

Bu yaşamın üzüntü ve sıkıntılarından kurtulmak; güzelliklerini yaşamak istiyorsan, bunun için şu tarz çalışmalar ve davranışlar ortaya koymak zorundasın!. Aksi takdirde o hedefe ulaşabilmen mümkün değildir!.

Evet, Din bunu söylüyor!.

Öyle ise dinde esas mesele, “iman” edilen konularda yapılması gereken çalışmalardır… Yani, imandan öte, esas olay, inancın sonucu olan ameldir, yani fiillerdir…

Zira, sadece “iman ettim” demek yeterli olmayıp; önemli olan, o imana dayalı hususlarda belli fiilleri ortaya koymaktır!.

Âyet-i Kerime’de ne deniyor:

“İMAN EDİP, KURTULUŞA ERDİRECEK OLAN FİİLLERİ TATBİK EDERLER”

“İNSAN İÇİN KENDİ ÇALIŞMALARININ SONUCUNDAN BAŞKA BİRŞEY SÖZKONUSU DEĞİLDİR”

İnsan daima kendisinden çıkan fiillerin sonuçlarıyla karşılaşacaktır!.

Her aşamada yaptıklarının neticeleri, bir sonraki aşamada o kişi için otomatik olarak oluşmaktadır..

İşte, Ölümötesi yaşamda otomatik gelişmelerin olmasının sebebi de budur!… Yaptıklarının neticeleriyle karşılaşma olayı!…

Öyle ise, bir insan, hangi mertebede olursa olsun; neleri bilirse bilsin; neleri hissederse hissetsin; neleri yaşarsa yaşasın; yapması gerekli çalışmalar yönünden geri kalması halinde, gelecekteki güzelliklere de erişme yönünden geri kalacak demektir.

“Ben şu mertebeye geldim; ben şu idraka şu seviyeye geldim; ben şöyle kendimi hissediyorum; öyle ise artık benim namaz kılmama gerek yok; öyle ise benim oruç tutmama gerek yok; öyle ise benim bir takım çalışmalar yapmama gerek yok; zikir yapmama gerek yok!… Mademki benim varlığım ALLAH`ın varlığı; ben ALLAH`ı mı zikredeceğim, ben kendimi mi zikredeceğim; kimi zikredeceğim? Nedir bu olay? ” gibi düşünceler tamamen şeytani-Cinni ilhamların neticesi olarak oluşur ve kişiyi ikileme düşürür.

Nasıl ki İblis, Adem`i cennet yaşamında iltibasa (ikileme) düşürdü; aynı şekilde dünyada da insana bu tür görüşler ilham ederek, onu belli çalışmaları yapmaktan geri bıraktırır!. Kişi yapılması gerekli çalışmalardan ne nisbette geri kaldıysa, o çalışmaların karşılığı olan hallerden ve ortamdan da geri kalır!..

Kesin kuraldır bu!…

Çünkü senden meydana gelmeyen çalışmanın neticesi de asla senin için geçerli olmayacaktır…

Ayağını bir adım ileri attınmı, bir adım ileri gidersin; iki adım ileri attınmı, iki adım ileri gidersin!. Çünkü ilâhi sistem, nizam, düzen, bu esas üzerine kurulmuştur

Yazar : BİRCAN

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website