SAİD NURSİ

Aşağıdaki yazı Yaşar Nuri Öztürk’ün, Kur’an’ın Temel Buyrukları adlı eserinin 99-100. sayfalarından alınmıştır..


“İşte, sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin Rabbinizim; o halde benden korkun. Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere ayırdılar. Her hizip yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak”
(Müminun-52)

“Bir toplum veya zümrede Kur’an dışında tartışma üstü kitap, peygamber dışında tartışma üstü kişi varsa, o toplum ve zümre nüfus kağıdı ve iddiası ne olursa olsun MÜSLÜMAN DEĞİLDİR.
İş bununla da bitmez, böyle bir toplum ve zümre, Kur’an’ın açık beyanlarına göre MÜŞRİKTİR.
Kişi veya gurupların hatırı için bunu görmezlikten gelen veya tevil edenler ise şirke destek veren ZALİMLERDİR.

Ne yazık ki, İslam dünyası, bu arada Türkiye böyle bir ŞİRK felaketinin kucağına düşmüş durumdadır. Kur’an’ın yanında hatta bazen ondan önce güven kaynağı, tartışma üstü kaynak kabul edilen yüzlerce kitap vardır. Bunların başında, tartışma üstü tutulan bazı hadis kitapları gelmektedir. Tarikat, mezhep ve fırkaların tartışma üstü tutulan ve sayıları yüzleri bulan zübürünü de dinin tartışmasız kitabı olarak algılamakta, ona toz kondurmamakta, onu en küçük anlamda eleştiriye tabi tutanları zındık ve kafir ilan etmektedir. Hatta bunlar içinde örneğin, Nurculuğun değişik kollarında bu zübürlerin dilini sadeleştirmeye kalkanları bile sapıklıkla itham edenler vardır.
Bu fırkalar, efendilerinin zübürlerini esas alarak Kur’an’ı düzeltirler ama, Kur’an’ı esas alarak o zübürleri düzeltmeye asla yanaşmazlar. Çünkü bizzat kendi beyanlarına göre Kur’an nasıl Tevrat ve İncil’i tastikleyen kitapsa SAİD NURSİ’nin (namı değer Said KÜRDİ) risaleleri de –haşa- Kur’an’ı tastiklemektedir. Yani bu tarikat mensuplarına göre, Nur Risaleleri’nin sözleri Kur’an ayetlerinin –haşa- delili sayılmaktadır… ….

Peygamberin bile hata yapabileceğini, ancak bu hatalarının ilahi vahiyle düzeltildiğini bildiren bir kitabın mensubu olduğunu söyleyenler, nasıl oluyor da kutsal ilan ettikleri bazı kişilerin hatasız ve tartışma üstü olduğunu kabüllenebiliyorlar? Böyle bir kabulle, Kur’an’ın insan ve Allah anlayışını
yan yana tutmak asla mümkün değildir.

Bu yoldaki kabüllerin sahiplerinin en kısa zamanda genel bir tövbe ile Allah’tan af dilemeleri ve Kur’an’a dönerek imanlarını tazelemeleri gerekir.
Bu tespitler bizi şu gerçeği ilan etme noktasına getirir: İslam dünyası külli ve acil bir tövbeye havadan ve sudan daha çok muhtaçtır! Bu külli tövbe olmadan, Furkan suresi 30. ayetteki ‘peygamber şikayeti’ nden kurtulmamız mümkün değildir. O şikayetin kapsamı içinde olanların da Kur’an’ın rahmetinden nasiplenmeleri mümkün olmayacaktır… …. . ”

Yaşar Nuri Öztürk’ün bu değerli düşüncelerini aktardıktan sonra bu konuda kendi düşüncelerimi de kısaca belirtmek istiyorum..
**İslam ümmetinin çeşitli guruplara, eköllere ayrışması, bölünmesi ve bunlara sebep olan yapılanmalar, oluşumlar Kur’an’da kesin bir dille yasaklanmıştır. (Aliimran-103 Şura13)
**Kur’an’ın bu emrine uymak şirke bulaşanlara zor, ağır gelmiştir. (Şura-13)
**Kur’an sadece kendi yolunun izlenmesini buyurmuştur, başka yolların ümmeti fırkalara, bölüp, parçalayacağını bildirmiştir. (Enam-153)
** Ümmette bölünüp parçalanmaya neden olanların bunu aralarındaki kıskançlık, doymazlık, kibir, azgınlık yüzünden yaptıkları bildirilmiştir. (Şura-14 Casiye-17)
Din anlayışındaki farklılıklar, değişik inanışlar, kabüller, uygulamalar, guruplaşmalar zaman içinde toplumda sosyal ve siyasal bölünmelere, ayrışmalara kargaşaya, kaosa, kamplaşmaya, cepheleşmeye neden olmuştur. Dinimiz makam, mevki, statü kazanma aracı haline gelmiş, İslam ümmeti bir ve bütün olması gerekirken, ümmetçiklere, fırkalara ayrılmış bölünmüştür..
* * * * *
İmamı Azam, ‘‘bizim mezhebimizin delilini (Kur’an’ı) bilmeden bize uymak haramdır. ’’ Demiştir.. Kur’an’ı bilmeden, okumadan anlamadan; bir düşüncenin, yorumun doğruluğunu Kur’an onayına sunmadan, bilinçsizçe, körü körüne bir düşünceyi, ekölü benimsemek Kur’an yolundan, Sırat-ül Müstakim’den ayrılmak demektir..

İmam’ı Azam, katledildikten sonra kendisini katledenler tarafından ‘‘mezhep imamı’’ ilan edilmiştir. Ebu Hanife (haniflerin babası) lakabından yola çıkılarak Hanefi mezhebi oluşturulmuştur.. Ancak, Hanefi mezhebi fıkhında, İmam’ı Azam’dan, onun düşünce ve yorumlarından eser yoktur. Hanefi-Sünni mezhebinin adı İmam’ı Azam’dan, içeriği, kapsamı ve kabulleri, Emevi şeriatından, Muaviye, Yezit zihniyetinden, meşrebinden alınmıştır..
Sünni mezhebi ilmihal, fıkıh kitaplarında; Peygamberimize, sahabeye ve halifelere atfen, isnad edilen rivayetler ile Emevi, Arap ‘‘din adamları’’nın imamların düşünceleri, kabulleri kuralları yani emevi kültürü, şeriatı, İslam diye anlatılır.

Sünni mezhebi=Irkçı, saldırgan, saltanat, servet, sefaat düşkünü Arap-Emevi fıkhıdır, şeriatıdır..

Peygamber torunlarının katilleri, Ehl-i Beyt düşmanları, Muaviye ve oğlu Yezit kendi saltanat çıkarlarına, ihtiraslarına uygun, saldırıya, yağmaya, servet edinmeye, muhaliflerini yok etmeye dönük bir İslam anlayışı oluşturmuş ve bu çarpık anlayışı Hz. peygamberin süneti olduğunu söyleyerek, yalanlarına peygamberimizi alet ederek, bu anlayışa uyanlara ‘‘ehlisünnet-sünnete uyanlar’’ adını vermiş böylece sünni mezhebinin temelleri atılmıştır..

Hz. Peygamberi ve ailesini-Ehli Beyti kendi canımızdan daha çok sevmemiz Allah’ın emridir. (Ahzap-6 Şura-23)

Hz. Peygamberimizin, torunlarının ve aile fertlerinin katillerinin oluşturduğu mezhebe bağlı olmak, bu katillerin kabüllerini, kurallarını Kur’an’ın, İslam’ın tamamlayıcısı saymak: Peygamberimizi sevmek değil, Peygamberimizin torunlarının ve ailesinin katillerini, Mekke’yi ve Kabe’yi yakıp yıkanları sevmek, saymak anlamına gelir. Bu ahlak ve din dışı yaklaşım akla, vicdana sığmaz.. İmam-ı Azam yaşamış olsaydı; dini yozlaştıran, hurafe, bid’ad ve şirk unsurlar içeren sünni anlayış eksenli mezheplerin kabullerini reddederdi..

Hz. Ali taraftarlarının izledikleri yol ve yorumlar ise zaman içinde şii mezhebini oluşturmuştur. Hz. Ali’nin ölümünden sonra, üçüncü kuşaktan akrabası olan Cafer-i Sadık döneminde 12 imam inancı imamet-imam egemenliğinin kabülü, Hz. Ali dahil 12 imamlarını masum-günahsız kabul etmeleri, onlara çeşitli uluhiyet ve ilahi özellikleri vermeleri, peygamberimizin adını verdikleri son imamları Muhammed Mehdi’nin 12, 13 asırdır yaşadığı bir gün ortay açıkıp dünyada adaleti ve barışı tesis edeceği gibi düşünceler akla ve tevhid inancına aykırıdır. ‘‘Hz. Ali’yi sevmek, ahlaklı olmak yeterlidir. Dinin ibadetlerle ilgili hükümlerini yerine getirmek şart değildir’’ yaklaşımı, Hz. Ali ve O’nun din anlayışıyla, İslam’la, Kur’an ruhuyla uyumlu düşünceler değildir.
Hz. Ali yaşamış olsaydı; dini yozlaştıran, hurafe, bid’ad ve şirk unsurlar içeren şii anlayış eksenli mezheplerin kabullerini reddederdi..

‘‘Mezheplerin, İslam’la, Kur’an’la çelişmeyen yorumları da vardır. Her mezhebin böyle Kur’an’a uygun yorumlarını arayıp, bulup, seçip, toplayıp kokteyl bir mezhep anlayışı oluşturabiliriz’’ düşüncesi ve bu yolla mezhepçilik, ümmetçilik anlayışına paye verme, onları temize çıkarma mezhepçi anlayışıyla, Kur’an anlayışı arasında orta yol bulma gayretileri de yanlıştır.
Kur’an, mezhepçilik, ümmetçilik anlayışını temelden ve tümden reddeder, yasaklar..

Mezheplerden, tarikatlerden onların kabullerinden, kurallarından uzak durmak, sadece Kur’an’a yönelmek, bizleri hurafelerden, bid’adlardan, şirkten uzak tutacaktır…

Her insan Kur’an’ı okuyarak ondan anladığını yaşayabilir. Hataları eksikleri olsa da umulur ki, Allah tarafından affedilir. Ama Kur’an’dan başka yollara, kaynaklara, düşüncelere, kabüllere, kişilere itibar edilir, şirke sapılırsa kurtuluşumuz yoktur..

Mezhep yorumları, kabülleri ve bu kabüllere uygun oluşturulan fıkıh ve şeriat kuralları, Arapların, bedevilerin örfleri, adetleri dine ilave edilmeye çalışılan bid’adlar olarak; ‘‘İslam Hukuku, şeriat hukuku, İslam şeriatı, İslam kültürü’’ adı altında Müslümanlara dinin emri olarak, farz diye sunulmuştur. Bu ifedelerin hiç birisi Kur’an’da yer almaz..

‘‘İslam kültürü, İslam hukuku’’ ifadeleri yanlıştır, İslam’ın hükümleri olur. Allah’ın emir ve yasakları olur. Beşeri tanımlamalar olan kültür, hukuk gibi kelimelerin dinimizin adı İslam ile birlikte anılması söz konusu beşeri unsurları dinleştirme çabasıdır..

İslam ülkelerinin, milletlerin kültürel yapısından veya hukuk kurallarından bahsedilebilir.

Kültürel yapı veya hukuki yapı hiç şüphesiz dinden etkilenir. Ancak, bir ülkenin, milletin kültürel özelliklerine İslam kültürü, hukuk yapısına İslam hukuku denemez..

İmar mevzuatına aykırı yapılar, çarpık yapılaşmaya neden olur. Çarpık yapılaşmanın olduğu şehirler insanların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, çirkin görünümlü, sorunlu şehirlerdir..

Kur’an hükümlerine aykırı olarak mezhep kabülleriyle harmanlanmış, sadece Kur’an odaklı olmayan din anlayışı da çarpık din anlayışıdır. Böyle bir din anlayışı insanlara rahmet ve rehber olamaz. Günümüzde yaşadığımız sıkıntıların sebebi bu çarpık din anlayışıdır.

Çare: Sadece Allah’a teslim olmak, Kur’an hükümlerine tabi olmaktır. Dini, Kur’an’ın bildirdiği şekilde yaşamaktır. Dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğumuz buna bağlıdır..

Dinimize müdahale etmeye, Allah’la aramıza girmeye çalışan her türlü beşeri unsura:
‘‘Sen çekil aradan, kalır seni yaratan’’ demeliyiz..

Saygılarımla,
Vedat Akbaşak…

Yazar : Vedat Akbaşak

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website