İnsanlar -ister inanan olsun ister inanmayan- dini inancın içeriği üzerine fazla kafa yormuyorlar. Etraflarından edindikleri klişe bilgileri kabul etmeleri de doğal oluyor bu durumda. “İnanç ayrı bilim ayrı, dinin içinde bilimsel bir veriye yer yoktur. bilimle din arasında paralellik ararsak inanca ne gerek var” gibi görüşler bu klişelere örnek.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bilimsel bilgi dahil tüm bilgiler belli oranda inanç içerirler. Örneğin en şaşmaz saydığımız bilimsel bilgiler bile şu inancın/imanın üzerine kuruludur: “Doğada işleyen yasalar vardır ve bu yasalar her zaman işlemeyi sürdüreceklerdir” Bu size bilimsel bir önerme gibi gelebilir, oysa sadece felsefi bir kabuldür. Doğa yasalarının yarın işleyeceği yönünde elimizde tümevarım dışında bir güvence yoktur. Oysa tümevarıma inanmamızı sağlayan tek neden onun geçmişte çalışıyor olmasıdır. Yani tümevarım bize gelecekle ilgili bilimsel bir güvence veremez. Ancak eğer bu tür bir kabulle yola çıkmazsak elimizde bilim diye bir araç kalmaz.
Bilimin özünde de felsefi bir kabulün, bir inancın olduğunu gördük. Ama ateizm gibi inançlar çoğunlukla bilimin içine sinsice sızar. Dinin bilimi engellediğini iddia edenler, fiziğe, biyolojiye ateist ideolojilerini yedirmeye çalışırlar. Amaç paketin içine ateizmi sokup insanlara “ya ateist bilimi alırsın ya da tümden hepsini reddedersin” demektir. Oysa bilim her fırsatta dini desteklemektedir. Big Bang bunun en güzel örneğidir. Makro düzeyde evrende ve mikro düzeyde bedenimizdeki mükemmellikler, imkansıza yakın ihtimal içermesine karşın oluşan güzellikler her seferinde ateistleri yanıltmayı başarmıştır. Dünyanın yaşayan en büyük ateisti Anthony Flew’a “yanılmışım, Tanrı varmış” dedirten de bilimde yaratılışı destekleyen işte bu işaretlerdir.