Allah’ın kâinatı yönettiği sistemin adıdır islam. Bu sisteme tüm evren, melekler, tüm canlılar ve canlıların içinde özel bir yere sahip olan insanda dahildir. Kur’an’i ifadeyle “gökler, yer ve bu ikisi arasındakiler” Allah’ın islam adlı sistemine dahildir. Rahman tüm bu sistemlerde hayata her an, her lahza müdahildir. İnsanın islamı yine “İslam”dır. Nitekim İslam terimsel manada insan için kullanıldığında şöyle bir mana içerir: “Dünyevi barışı ve uhrevi huzuru sağlamak için Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak”(1)
İslam’a böyle bir tanım getirdikten sonra asıl konuya geçmek istiyorum. Geçenlerde okuduğum bir köşe yazısının başlığı şöyleydi: “Özgürlükçü İslam’ın Temelleri.” Yazının içeriğinde nice olgular var itiraz ettiğim ama benim asıl itirazım başlık üzerine olacak. İslam’ın başına ve sonuna kelime veya ek getirmek abes, olabildiğince Allah’tan uzak, nitekim aşağılık laik bir tahayyülün, belki de olgunlaşmamış bir tasavvurun ürünü. İslam evrenin var edildiği andan itibaren Allah’ın kendisiyle hükmettiği yöntemdir, usuldür. Kur’an’i ifadeyle o sünnetullah’tır. Ve onda asla bir değişiklik ve bozulma bulunmaz. Zaten Allah kainatın ve içindekilerin Allah’a teslim olduklarını, İslam’a dahil olduklarını birçok yerde dile getirir. Allah’ın yönetim biçimi olan islam/İslam’da bir değişiklik olmazken –olma ihtimali dahi yokken– bize ne oluyor ki O’nun yönetim biçimini değiştirmeye, düzeltmeye(!) ve yeniden şekillendirmeye (reform) kalkıyoruz. İslam deforme mi olmuş ki biz onu reform hareketine tabi tutuyoruz? Nitekim İslam ölmedi ki, ihya edelim; hastalanmadı ki, ıslah edelim; eskimedi ki yenileyelim. Fakat özümüz öldü ihyaya muhtaçtır; özümüz hastalandı ıslaha muhtaçtır; özümüz eskidi tecdide muhtaçtır.(2) Maalesef İslam’ı ıslaha(!), ihyaya(!) ve tecdide(!) tabi tutmaya kelimelerden başlıyor bizim değerli(!) münevverlerimiz, siyasilerimiz, akademisyenlerimiz hatta alimlerimiz(!). Örneğin; “Özgürlükçü İslam”, “Demokratik İslam”, “Sosyalist İslam”, “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam”, “Radikal İslam”, “İslamcı” ve daha niceleri ıslaha, ihyaya ve tecdide tabi tutulan bazı güzide(!) kavramlardan. Hatta Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan kulu (Müslüman) tanımlarken kullanılan muhafazakar, dindar, sağcı gibi kavramlarda bu güzide(!) listeye dahil edilebilir. Nitekim bu kavramları kullanan kişi dolaylı ya da dolaysız, isteyerek veya istemeyerek şunu söylemiş oluyor: “Ey Allah( olduğunu söyleyen zat)! Senin insanları yaratıp yaratmadığın, kuralları (kendine göre) senin koyup koymadığın ve ayrıca insanları eğitme yetkisine sahip olup olmadığın bizim için önemli değil. Bu İslam adını verdiğin olgu bizim için ideal değil, o değiştirilebilir hatta yeniden şekillendirilebilir.”
Yukarıda bahsettiğimiz bu tasavvuru Mehmet Şefket Eygi “Türkiye Fazlur Rahmanlaştırılıyor ve bu takiyye yapılarak, Ehl-i sünnet kisvesi altına gizlenerek yapılıyor” diyerek açıklıyor. Burada Fazlur Rahman’a toptan süpürücü bir mantıkla değil de seçici ve ayıklayıcı bir akılla yaklaşmak gerekiyor. Onun gerçek manada iyi çalışmaları da var. Belki bazı düşünceleri şiddetle eleştirilebilir ama onun İslam için yaptıklarını göz ardı etmemeliyiz. Bana göre Türkiye’de ve birçok İslam ülkesinde Fazlur Rahmanlaştırmaktan daha çok Laisizm ve İslamizm sentezi yapılıyor. “Laisizm ve İslam” demiyorum. Çünkü İslam hiçbir şeyle birleşmez, başına veya sonuna kelime almaz ve hiçbir ek kabul etmez. Bu birleştirme projesinin iyi yürekli insanları(!) İslam’ı modern cahiliyenin atıl aklı (Laiklik) ile birleştiremezler. Onlar ancak kendi tasavvurlarındaki dini, “izm” eki alarak ideoloji olmuş, şirk karışmış dini (İslamizm) başka bir ideoloji ile; tek tipleştirici, insanı aşağılayıcı, insanı tüketime ve kadına, bir başka ifadeyle modern fahişeye bağlayıcı alçak bir fikirle, “Laisizm” ile senteze tutabilirler.
Tarih boyunca din küfre karşı savaşmadı ve bugünde savaşmıyor, din ancak dine karşı savaşıyor.(3) Bugün ise nitekim yeni bir din (yaşam tarzı) var edildi: Laisizm ile İslamizm ideolojilerinin sentezi bir din. Nevzuhur bir inanç ama kökenleri çok eskilere dayanan, şeytanın partisinin her zaman desteklediği bir inanç bu. Müstekbirlerin tarih boyunca hep yanında olduğu ve olacağı, müstağnice bir hayatın ürünü bir din… Bu dine bir isim bulmak gerek bence, bilmiyorum bu yolun yolcuları kendilerini nasıl tanımlıyorlar ama ben onları “Laislamcı” olarak tanımlıyorum. “Laislam” bu organizasyonun misyonunu ve vizyonunu temsil yetisine fazlasıyla sahip. Zira “La-İslam” onların İslam’ı kabul etmediğini ve asla da kabul etmeyeceğini ifade ediyor: “İslam yoktur.”
Tarih boyunca Allah’ın yönetim sisteminin altında, Allah’ın partisi içinde toplanmak isteyenlerin dini hep İslam olagelmiştir. O her zaman mustaz’af olduysa da her dem hakikatin, el Hak’tan neşet eden gerçeğin taşıyıcısı olmuştur. Yine tarih boyunca şeytanın partisine müdahil olanların bulunduğu bir anlayışta vardı. Ve hala da var. Dün bunun ismi farklı farklıydı bugünde yine farklı farklı. Fakat amacı bir: “tevhid bayrağını taşıyanların aksine şirk bayrağını göklerde dalgalandırmak için ölesiye çırpınmak.” Böyle insanlara Kur’an’i ifadeyle “kûtile!” (85:4) demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
“Kahrolasıca (inkarcı) insan!” (80:17)…
…ariamoneva…
(1) M. İslamoğlu
(2) Musa Carullah Bigiyef, “Büyük Mevzularda Ufak Fikirler”
(3) Ali Şeriati, “Dine karşı Din”