Sizi Rahatsız Etmeye Geldim (1)

Ali Şeriati’ye göre Aydın, topluma mahkûmu olduğu uygunsuz durumdan kurtuluş yolu sunma, toplum için ortak çözüm yolları ve idealler belirleme ve halka coşkulu bir ortak aşk ve iman kazandırma sorumluluğu taşır. Böylece o toplumun çöküntü içindeki soğuk ve donuk geleneksel yapısında hareket meydana getirir, kendi fark ediş ve bilincini halkına aktarır ve tek kelimeyle toplumu için ‘peygamberlik’ eder. Ali Şeriati bir öğretmen olarak bu Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getiren ve bu uğurda başını seve seve, aşk ve imanla giyotine uzatan biridir. İslam’ın son dönemdeki en gür seslerinden biri, hatta en önemlisidir. Yaptığı araştırmalarla, yazdığı kitap ve makalelerle, verdiği konferanslarla diri, hareketli, bilinçli, donanımlı bir İslam gençliği yaratan, İslam hakkındaki fikir ve düşünceleriyle Kur’an İslam’ını bu yüzyılda da gündemimize getiren İslam’ın bu aydınlık yüzü maalesef İngiliz ajanları ve İran Şah yönetiminin gizli servisi SAVAK’ın ortaklaşa kurduğu hain tuzağın kurbanı oldu. Ne derdi Şehit öğretmen Ali Şeriati, “Sizi rahatsız etmeye geldim.”

Evet, söylediği gibi yaptı. Birilerinin fena halde rahatını kaçırdı, planlarını alt üst etti, birilerin menfaatlerini ortaya döktü, oyunlarını bozdu. Onun engin düşünceleriyle baş edemeyen birileri tarafından Sünnilikle suçlandı, yeri geldi Şiîlikle suçlandı, hakkında kara propaganda yapıldı. Batı’nın ajanı olmakla, Şiîliği ve İslam’ı yok etmekle, fikir ve düşünceleriyle İslam’ın zehirlenmesine öncülük etmekle itham edildi. Onun aydınlık düşünceleri hurafe bataklığına saplananlar tarafından kuduz köpek muamelesine tabi tutuldu. Her yasak düşünce gibi onun da bu aydınlık düşünceleri hakikati arayan vicdanlar tarafından sahiplenildi, boy verip yeşermesi sağlandı.(1)

Şeriati, hareketli, diri, canlı bir misyon, bir dava, bir gönül adamıdır. O, yaptıklarıyla, söyledikleriyle, düşündükleriyle, yazdıklarıyla, konuştuklarıyla birilerinin fena halde rahatını kaçırdı. Kısa süren hayatı hep bir koşuşturmayla, mücadeleyle, İslam hakikatini savunmakla geçti. İranlı (Doğulu) olması hasebiyle Doğu ve İslam kültür ve medeniyetini, Paris’te (Batı) doktora yapmasıyla da Batı kültür ve medeniyetini yakından görüp tanıma fırsatı oldu. Onun eserlerinde Batı’ya yönelik derin-gerçekçi analizlerin sağlamlığı buradan gelir. Frantz Fanon, J. Paul Sartre, Tyonbee, Gruvitch, Massignon gibi Batı’nın müteffekir ve düşünürleriyle olan diyaloğu, Doğu’nun hikmet ve irfanı ile Batı’nın bilim ve aklını aynı potada eritmesi, yüzyıllardır Batı karşısında yenilgiyi kabullenen, kendisinin sahip olduğu değerleri, oluşturduğu kültür ve medeniyeti, İslam’ın insanlığa verdiği onur ve izzeti unutmuş olan Müslüman bireylerin ufkunu genişletmiş, kaybettikleri özgüvenlerini onlara yeniden kazandırmıştır. Kısacık hayatına sığdırdığı onlarca kitapla, konferanslarda yaptığı konuşmalarla bize büyük bir miras bıraktı. İslam’ın son dönemdeki bu gür sesi, aydınlık yüzü maalesef hayatının baharında şehadet şerbetini içti. Onun rahatsız ettiği kimseler boş durmadı ve kurdukları alçak bir tuzakla onu şehit ettiler. “Bir Diriliş Öncüsü: Dr. Ali Şeriati” adlı makalesinde Emin Mansuri, Şehit öğretmenin İngiltere’de bir otel odasında zehirlenerek öldürülmesini şöyle anlatıyor:

“Londra’nın ikinci sınıf otellerinin birinde, mütevazi bir odada, orta yaşı biraz geçkin bir adam yüzü koyun yere kapanmış; kıpırtısız öylece yatıyor… Oysa onun bu hâli, yaşam serüveni ile ne kadar da tezatlık oluşturuyor. Konuşan, koşuşturan, her an bir yerlere geç kalacakmış, hayatının son konuşmasını yapıyormuş gibi aceleyle bir şeyler anlatan, âdeta “kelimelerden heykeller yapan” bu cevvâl, bu serâzat zekâ, işte şimdi sâkin ve dingin öylece yatmakta…

Eğildiğine, irâde zaafiyeti gösterdiğine, kötülük karşısında umutsuzluğa düçâr olduğuna kimsenin tanık olmadığı bu yiğit aydının damarlarında zehirler dolaşıyor. Ülkesinin gizli servisi ‘müjdeli haberi’ vermek için ulakları çoktan yola çıkarmış bile… Bir muhaliften, hem de milyonları etkileyen; onlarda imanın, tevhidin, aşkın, felsefenin, şiirin ve eleştirel düşüncenin kıvılcımını tutuşturan ‘iflah olmaz bir devrimciden’ kurtulmanın haberini taşıyor ulaklar… Şeriati’nin ‘bin yaşadığını, binlerde yaşadığını’ bilmeden…”(2)

Şeriati klasik bir vaiz, din anlatıcısı, minber, mihrap, yas evleri konuşmacısı, rivayetleri nakleden bir nakilci, humus, zekat, fitre, sadaka yüzdeliklerini hesaplayan bir molla, geleneksel yapıya sıkı sıkıya bağlı bir muhafazakar olmadığı gibi, yenilik adına her şeyi kabul eden, Batı’nın her fikrini, ideolojisini, tarihi doktrinini, aydınlanmacı felsefesini, hümanizmini; kısacası Batı’dan gelen her türlü düşünce hareketini vicdan-akıl-mantık-vahiy süzgecinden geçirmeden kabul eden, yetiştiği kültür ve geleneği küçümseyen ve bundan utanan, Doğu’ya ait her şeyi gericilik gören bir zihniyetin sahibi, aydın geçinen ve halka üstten bakan biri de değildir. O bir ideolog, bir teorisyendir. “İçinde yaşadığı dünyanın bir entelektüel ürünü olan Şeriati, Doğu ile Batı’nın kültürel ve siyasi geleneklerinin bir senteziydi. Görünüş, eğitim ve metodoloji bakımından Batılı olan bu adam, soluğu Doğu’da, Fars ve Şiî kültüründen alıyor ve bunlara bakışını aldığı Batılı eğitim renklendiriyordu. Doğu’ya bir Batılı’nın gözüyle, Batı’ya da bir Doğulu gözüyle bakıyordu. O kendine, toplumuna, dinine, geçmişi ve bugününe isyan bayrağı açmış bir asiydi. Bir put kırıcı ve ütopyacı olan Şeriati, “olan”la savaşıyor ve “olması gereken”i yaratmaya çalışıyordu.”(3)

Şeriati; aydınlanma felsefesi, Rönesans ve Reform hareketleri, sanayi inkılabıyla Doğu’ya karşı asırlarca sürecek kesin zaferini ve üstünlüğünü ilan eden Batı karşısında Doğu’yu ayaklandıran, Doğu’nun ahlak, hikmet ve irfanıyla Batı’nın bilim, teknoloji ve pragmatist ahlakı karşısında duran, İslam’ın tevhidi dünya görüşü ve sosyal adalet temelindeki paylaşım anlayışı ile sosyalizmi geride bıraktığını, İslam’ın evrensel ahlakı ve insanı yücelten tavrı ile Tanrı yerine insanı merkeze koyarak, sonsuz özgürlük bağışladığı insanı eylemlerinin sorumluluğundan kurtaran, böylelikle yaptığı her gayri meşru iş için icazet veren Hümanizm’den ve kendi tabiatına başkaldıran ve intiharı bir çıkış yolu olarak gören “bulantı” insanın mimarı egzistansiyalizm’den çok daha ileri olduğunu verdiği konferanslarla, İslam Bilim dersleriyle, yazdığı kitap ve makalelerle kanıtlamıştır.

Şeriati, İslam’ın dinamik, devrimci, değiştirici, dönüştürücü, harekete geçirici yapısını çok iyi gören, analiz eden ve kendi düşüncelerinin nirengi noktasına yerleştirdiği bu kavramlarla sol kesimin bütün argümanlarını ellerinden almıştır. Esasen İslam’ın özünü oluşturan bu kavramlar bugün terk edilmiş, bunun yerini ibadet şekilleri, ritüeller, belli bazı tören ve merasimler almıştır. Böylelikle din kurumsallaşmış ve geleneksel bir yapı kazanmıştır. İnsanların ruhlarını tevhidî dünya görüşüyle, sosyal adalet ölçeğiyle, insanı yeryüzünün halifesi görmesiyle fetheden ilahi çağrının bugün mezar ve türbelere çağıran, sakal-ı şeriflere taptıran, hırka-yı şeriflere yüz sürdürten ve ilahi çağrıyı belli bazı ritüellere indirgeyen din anlayışı insanlığın sorunlarını çözmede yetersiz kaldığı gibi kendisi de bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. İşte Şeriati bir yandan Avrupa merkezli batıl felsefelere, dünya görüşlerine, tarihi doktrinlere karşı İslam’ın tevhidi dünya görüşünü savunurken diğer yandan da toplumun içinde bulunduğu ve insanlara türlü propagandalarla bir şekilde kabul ettirilen bu geleneksel dini inanca da karşı çıkmıştır. Şeriati’nin yapmak istediği şey “öze dönüş” hareketini başlatmaktır.

“Şeriati geleneksel dini yapıdan ziyade gençlere hitap eden devrimci ve dinamik bir söyleme sahipti. Şeriati İran siyasi mücadele sürecinde devrimci söylemi sol siyasi kesimden alıp Müslüman gençlerin söylemi haline getiren önemli bir düşünürdür. Onun temel amacı da esas itibarıyla Müslüman gençler için İslam’ı, bir ideoloji haline getirmektir. Onun İslam anlayışında İslam ideolojik bir hüviyetle ortaya çıkmaktadır. İslami esas ve ifadeleri tüm ideolojilerin kullandığı ifadeler ile izah etmiştir. Tevhid için Allah’tan başka kimseye kulolmama, sınıfsız ve eşit haklara sahip bir toplum yaratma amacı gibi ifadelerle Müslüman gençleri İslamî söylemlere yönlendirmeye çalışmıştır. Temel amacı Müslüman gençlerin henüz daha yeterli bilgi sahibi olmadan başka İslam dışı ideolojilerin sloganlarının cazibesine kapılmasını önlemektir. Şeriati, halkta olumlu karşılanmayan reform söylemi yerine İslam Devrimi söylemini gençler arasına sokmayı başarmıştır.” (4)

Ali Bulaç, Cemil Meriç’le aralarında geçen bir sohbette Ali Şeriati’den şöyle bahsediyor: “Ben Cemil Meriç merhuma ara sıra kitap okurdum. Ona Şeriati’den bahsediyordum, başlangıçta pek umursamıyordu. Sonra Şeriati’yle ilgilenmeye başladı, bir gün şöyle dedi: “Evladım, ben bir Ali Şeriati olmak isterdim.” Merhumun bu sözlerini kulağımla işittim. Neden Cemil Meriç, Ali Şeriati olmak istiyordu?

Aslında Cemil Meriç ile Ali Şeriati arasında “bazı” benzerlikler kurulabilir. Şöyle ki: Bir kere ikisi de Fransızca biliyordu. Batı’yı tanıyorlardı, Batı’da tahsil görmüşlerdi. Fakat Şeriati’nin Cemil Meriç’e göre bir fazlası vardı. İslam’ı iyi biliyordu, İslamiyet’e inanıyordu ve Batı’ya, sömürgeciliğe dinin içinden bakıp eleştiriyordu. Cemil Meriç’te yoktu bu özellikler. Jean Paul Sartre, Şeriati ile akşamdan sabaha kadar konuşabiliyordu. Ama Jean Paul Sartre, Cemil Meriç’le oturup konuşmazdı. Çünkü Cemil Meriç Batı’ya Batı içinden bakıyor, eleştirisini de Batı paradigması içinden getirerek yapıyordu. Batı karşısına dini değil, Osmanlı merkezli tarihi ve kültürü çıkarıyordu. Çok geç zamanda Cemil Meriç Hoca -Allah rahmet eylesin “umran” ile “uygarlık”ın, “kültür” ile “irfan”ın arasını ayırdı. Ama Ali Şeriati ilk günden bunun farkındaydı.” (5)

(1)17-18 Kasım 2012′de İstanbul Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Ali Şeriati’nin eşi Puran Hanım ile Oğlu Dr. İhsan Şeriati’nin yanı sıra birçok akademisyen ve araştırmacı yazarın katıldığı “Ali Şeriati Sempozyumu” yapıldı. Her ne kadar akademik çevreler, Şeriati’yi değerlendirirken onu belli bilimsel, felsefi, ideolojik kural ve kabuller çerçevesi içine hapsetseler de çok güzel ve verimli bir sempozyum gerçekleşti. Bu sempozyumda çok önemli tebliğler sunuldu ve Ali Şeriati birçok yönden ele alındı; fikirleri, görüşleri, düşünceleri, eylemleri, yaptıkları ile yapmadıkları masaya yatırıldı. Bu derece önemli bir mütefekkirin görüşlerinin bizlerle buluşması, akademik çevrelerde tartışılması çok önemli bir husustur. Bu sempozyumda sunulan tebliğler ve yapılan müzakereler editörlüğünü Murat Demirkol’un yaptığı “Bir Düşünce ve Eylem Adamı: Ali Şeriati” adlı kitapta bir araya getirildi.

(2) Emin Mansuri – Bir Diriliş Öncüsü: Dr. Ali Şeriati)

(3) Ali Rahnema, “Ali Şeriati: Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi”, (s.532), Kapı yayınları, Haziran: 2006)

(4) M.Serkan Taflıoğlu, “Humeyni İran İslam Devrimi-Şah Nasıl Mat oldu?” (s.113), Kripto Yayınları: Aralık 2010)

(5) Ali bulaç, “Ali Şeriati (1): Şeriati’yi keşfetmek” adlı makaleden. Bu makale 24/2/2013 tarihinde dunyabulteni.net adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.

 


About the Author
Author

wejedar

Leave a reply

Name (required)

Website