Çağlar boyu, kültürel altyapımızı oluşturan, bilimle, teknolojiyle oluşan insan karakterleri neden doğru orantılı olarak şekillenmiştir?
Bilimsel olarak araştırılması gereken konuların başında, neden-niçin-nasıl her çağ kendi bilimsel- teknoloji birikimi ve algısıyla kendi çağını yansıtan kültürler-yaşantılar-algılar meydana getirir. Teknoloji sayesinde gelişen Toplumsal yaşantımız, kolektif bilincimiz ve düşünce kalitemiz neden teknolojinin gelişmesiyle doğru orantılıdır? Kısaca teknolojik gelişmeler hayatımızı nasıl etkiler?
Mayalar’ın evren bilimi yada İnkalar,Sümerler, Babiller, Hindular, Mısırlılar kendi çağlarının özelliklerini yansıtırlar.
Yakın tarihimizi şekillendiren, Batlamyus – Aristo evren modelini, Kepler-Galileo yıkmıştı…Bacon, Dekartes, Newtonun öncülük ettiği- öngördüğü “Makine evren modeli de ” 150 yıl algımızı şekillendirdi. Sonuç ortada makineleşen – Robot insanlar, “Sekuler-dünyevi “yaşamı önceleyen kişilikler Makine evren modeliyle çoğaldı.
MÖ. 400 lü yıllarda Demokritos tarafından yapılan ATOM tanımı da artık geçersizdir. Demokritos maddenin daha fazla bölünmesi mümkün olmayan en küçük parçasına yunanca bölünemez anlamında “atom” demiştir. Maddelerin gerçekten de atomlardan oluştuğunu ise ilk kez, 1808′de John Dalton ispatlamıştır. Günümüz fizikçileri yakalamaya çalıştıkça bizden kaçan soyut atom modelini ele almakta ve atomun belirli bir şeklinin dahi olmadığını savunmaktadırlar.
Atom çekirdeği Bilim insanları sayesinde parçalanmıştır ve atom altına indikçe parçacıklar kümesiyle karlı karşıya kaldık. Atomun etrafında döndüğünü düşündüğümüz, Elektronların aslında doğrudan gözlemlenmeleri mümkün olmamıştır.Elektronların içi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Elektronların Bing Bang den sonra ortaya çıktığı savunulmaktadır, Bir Elektron, gözlemlenmedikçe ne yaptığını bilmeyiz. Elektron elektrik yüklü parçacıklardır. Kuantum mekaniğinin Belirsizlik prensibine göre bir elektron dalga olarak gözlendiğinde onun dalga özelliğini, parça olarak gözlemlediğimizde onun parça özelliğini gözlemleyebiliriz. Dalga ve parçacık özelliklerini aynı anda gözlemleyemeyiz, Bir cisim ya dalgadır yani enerji yada parçacıktır yani madde! Bir cisim hem enerji hem madde olamaz. Belli bir zaman dilimi içinde her iki durumdan sadece biri geçerli olabilir.
Tüm evreni oluşturan büyük patlama yaklaşık 15 milyar yıl önce gerçekleştiği var sayılır. Bu teoriye göre; Bu patlamadan saniye sonra elektronlar, 3 dakika sonra da protonlar ve nötronlar oluşmuştur. En temel atom olan hidrojen atomu 300 bin yıl sonra, Güneş sistemimiz ve gezegenimiz Dünya ise yaklaşık 10 milyar yıl sonra oluşmuştur. Biz insanlar ise son iki milyon yıldır varız. Kuantum fiziğinin keşfiyle beraber, 20. yüzyıla kadar süre gelen “maddenin en küçük yapı taşı atomdur” fikrimizi rafa kaldırdık. Çünkü, son yüzyıl içinde atom altı pek çok parçacık bulundu ve bu keşif serüvenin nerede duracağını kimse bilmemektedir.
Ünlü kuantum teorisyeni FRED ALAN WOLFUN “Kuantum bilmecesi ” adlı KİTABINDA DA DEDİĞİ GİBİ ” Kuantum mekaniğinin altında yatan gerçekliği keşfeden bilimciler için de kuantum sıçraması belirsiz ve riskli bir maceraydı Mecazi anlamda kuantum sıçraması ise risk almak, yanında rehber olmadan meçhul bir bölgeye gitmek demek oluyor.
Belirsizlik ilkesi tam anlamıyla gerçekti. Bir atom parçacığının kuantum sıçraması yapması garanti değildir. Bu derece küçük madde parçacıklarının mutlak bir kesinlikle bilmek mümkün değildir. Aslına bakarsanız bu durumda Belirsizlik ilkesi denilen yeni bir fizik yasasına yol açtı. Ancak bu tarz yeni yasalar riskliydi ve riskte bilimcilerin sağduyularına yönelikti. Yeni fizik yer altı dünyasının yeni ve büyülü dünyasını açığa çıkardı. Fizikçilere düzen kelimesinin yeni bir anlamını gösterdi. Yeni fiziğin temeli haline gelen bu yeni düzen, madde parçalarında bulunmuyordu. Daha çok fizikçilerin kafasındaydı. Bu da fizikçilerin fiziksel dünyayla ilgili önyargılı görüşlerinden vazgeçmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Günümüzde maddenin kuantum yapısının keşfinden yaklaşık seksen yıl sonra, fizikçiler daha önceden dokunulmaz olduğunu düşündükleri her şeyi yeniden ele almak zorundalar. Kuantum dünyası hala sürprizlerle dolu.
Madde nedir? Bir enerjidir, Einstein’in ünlü formülünden hatırladığımız gibi:E=MC2….. Çifte doğalıdır. Hem dalgadır, hem de zerre.
Quantum fiziğine göre, kendisini oluşturan atomaltı ögelerin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Bunlar atom çekirdeği ve elektronlardan oluşmuşlardır. Atom çekirdeğini nötron ve protonlar oluşturur. Protonlar pozitif yüklü partiküllerdir ve quarklardan oluşmuşlardır. Nötronların yükü yoktur.. Nötronların protonların etrafında hale oluşturduğuna inanılmaktadır. Nötron ve protonlar farklı quarklardan oluşmuşlardır. Çekirdekdeki proton ve nötron sayısı maddenin kimyasal yapısını, yani elementleri saptar. Kuantum fiziğine göre maddeyi oluşturan atomaltı ögeler son derece kaotik bir davranış içindedirler. Hareketlerini ve birbirleri ile olan ilişkilerini, bire-bir anlamaya olanak yoktur. Onların yalnız istatistiki bir anlamı vardır. Birbirlerinin etkilerini nötralize ederler ve dışarıya yansıyan güçler atomaltı dünyadaki kaosu değil, o kaosdan çıkan düzeni yansıtırlar. Madde göründüğü gibi davranmayan bir nesnedir. ” Atom altında suretler, resimler, cisimler ortadan kalkar, Enerji ağlarıyla karşı karşıya kalırız. ! O zaman varlık yokluk, zaman mekan izafileşir. Artık objeler yoktur sadece ilişkiler vardır. Frekans! Elekrik ağlarıyla çevrili bir evrenle karşı karşıya kalırız! Vahdet-i Vucudun-Şuhudun savunduğu evren modeli Kuantumun mistik yorumlarıyla artık mubahlaşabiliyor. Alemlerin hepsi hayal. İyilik kötülük izafi , sen çift görüyorsun bu gözündeki şaşılıktandır. .) Enerji alanlarının felsefi yorumları sayesinde Şeyhlerin-Üstadların Miracı veya Rabitası da mubahlaştırılıyor. RABITA; SÖZDE BU ÖZE ERMİŞLERLE KURULAN mana âlemi/mana kanalıyla kurulan bağa deniyor. ETRAFIMIZI SARAN, TELEVİZYON/ RADYO KANALLARI örneği bu frekans alanlarını anlamamızda yardımcı olmaktadırlar. KİMİN ALICISI NE KADAR KUVVETLİYSE AYNI FREKANS alanında birleşiyorlar. OYSA Bu kanallardan nasiplenenler Akıllarını ipotek edip, kendilerini o boyutlara hapis etmektedirler. Kısaca birbirlerini kendi zanlarıyla kendi zanlarında kendi kendilerini hipnoz etmektedirler.
Bir çok bilim felsefecisinin metafizik kitaplara başvurmasının altında yatan sebep bu alanı anlamlandırma yeni bir düzen kurma çabalarından kaynaklanmaktadır. Düzenle düzensizliği biz tanımlarsak ….Kültürel medya iş başında kuantum düşünce teknikleri sayesinde psikolojiden tutun da inanç ve davranış bilimlerimize kadar türlü türlü kitaplarla beynimiz yıkanıyor. Sizce bu bir tesadüf mü neden mistik ezoterik tasavvuffu anlatan bu kadar kitap yayınlanıyor. Televizyonlarda neden tasavvuf programları çoğaldı. Atom altında ki dünya tai zaman tai mekan (mirac) yapan şeyhleri- şamanları- ruhbanları azizleri kısaca tasarruf sahibi azizleri- kurtarıcıları- yetkili idareci ruhları mubahlaştırdı! Varlık yokluk- zaman mekan mutlak izafileşirse her şey bakan göre değişirse doğru yanlış- hayır-şer algımız kırılır. Sana göre iyi olan bana göre iyi olmayabilir işte tüm algıları koordine edecek haddini bildirecek tek yazılı kaynak var değişmeyen o da Kur’an.
Birçoğumuz ışığın doğası hakkında bilim insanlarının gerçeği bulduklarını iddia edebilir.
Oysa araştırdığımızda Gerçek böyle değildir. Çünkü Işık hala tam olarak tanımlayabildiğimiz bir konu değildir. Geçmişten, günümüze kadar Işık konusu hala gizemini korumaktadır. “özellikle ulaşabildiğimiz” kazı çalışmalarından ortaya çıkan bilgilerden öğrenebiliyoruz ki “Işık, optik ve mercek” hakkında Mö. 3000 lerde de Eski Mısır da çalışmalar yapıldığına dair bulgulara rastlamaktayız. Daha sonraki devirler de de Işık tam olarak gizemini korumuş ancak ışığın gerçek doğası hakkında felsefi çıkarımlar yapılmıştır. Bilim felsefecilerine göre; Elektrik enerjisi, güneş enerjisi, akustik enerji aynı özden gelir. Özde teklik prensibinden bakınca biz Kur’anda geçen ziya kavramıyla Nur kavramını özdeş mi sayıyoruz? En’am suresinde Rabbimiz buyurmaktadır ki; Hamd, Gökleri ve yeri yaratan Allaha mahsustur. Karanlıları ve Nuru var edendir. Sonara, kafir olanlar Rablerine denk tutuyorlar.
Kadim öğretilerin İslam’a yansıması olan Muhammed-i Ruh-Nur felsefesini savunanlar aslında Ruhu, Nuru vs. Allah’ ın bir parçası olduğunu, Allah’la özdeş bir yapıda olduğunu varsaydıkları için otomatik olarak kendimize “İlahlık” vasfı vermiş/verdirmiş oluruz. Kadim, tüm tartışmalar Allahtan ilk sudur eden özün “ Ruh, Işık, Logos, Us, vs. “ üzerine bina edilmiştir. Kadim, metafizik ve günümüzdeki Kuantum felsefesi, Allahtan taşan ışık-nur – ruh, enerji – ışık gölge oyunuyla Ruhun bedenlendiği inancı ile şekillenmiştir. En alt seviyeye düşen Ruh/Nur, tekrar özüne dönme dönme çabasındadır. Birle bütünleşip birde yok olma çabasındadır.
Nûr (ışık) kavramı, antik çağlara ait mitolojilerde, efsanelerde, gerçek ve batıl dinlerde etkileyici bir unsur olarak yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ayrıca, mistik ve metafizik ile ilgili açıklamalarda, ilahiyât ve kozmolojide, nûr-ışık-aydınlık motifi sürekli işlenmiştir.
Nûr, bazan sadece fizikî anlamda, bazan da esrarlı bir remz, bir sembol olarak kalp ile algılanan mecazî anlamda kullanılır. Mecazî olarak kullanıldığında; nitelediği kişiyi, nesneyi yüceltir. Ona bir kutsiyet kazandırır. Bunun içindir ki, dinî olarak önemli ve büyük kabul edilen şahıslar ışıklı, nurlu bir çerçeve içerisinde telakki edilerek insanüstü vasıflarla nitelenirler. Bazı dinler ve felsefî inançlar tamamen nûr motifi üzerine kurulmuşlardır. Bunlardan birisi Maniheizm olup, bu inanışa göre evren deki bütün varlıklar aydınlık ve karanlık (nûr ve zulmet) karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Nûr iyiliğin, zulmet de kötülüğün sebep ve kaynağıdır. Evren bu karşıtlığın mücadele alanıdır ve iki güç arasındaki savaş kesintisiz olarak devam eder. Bu tanım, aynı şekilde Mecusîliğin dualist (iki tanrılı) inancıyla da uyum içerisindedir. Zaten onlar iyilik tanrısını sembolize eden ve bir ışık kaynağı olan ateşe tapmaktaydılar (bk. Mecusilik mad. ).
Bazı batılı filozoflar ve onların İslâm dünyasındaki uzantıları olan felsefeciler, çoğu zaman varoluşu ve bu varoluşun evrelerini ışık kavramı üzerine oturturlar. Allah`ın varlığını ve zatını, vahyin dışında, aklı kullanarak izah etmeye çalışanlar, ilahlığı ışıkla veya ışığın akılla olan ilişkileriyle tanımlama yoluna gitmişlerdir. Böyle bir inanç sisteminin temelleri Platon tarafından atılmış ve Aristo tarafından oldukça tekâmül ettirilmiştir. Batılı filozoflar tarafından geliştirilen metafizik ve ilahiyata dair bu nazariyeler pek az değişiklikle onların uzantıları olan Farabî ve İbn Sina tarafından iktibas edilmiştir. Onlar, ışık inancını akıl ile bağlantılı olarak kullanmışlardır. Farabî, Akl`ın ışığını ele alırken bir çok eş anlamlı kelimeler kullanmıştır. İbn Sina, Farabî`nin açıklamalarını genişletmiş, onun ilahiyatındaki ışık kavramını ruh ile beden arasında bir birleşme olarak telakkî etmiştir.
Sûfîler de, nûr (ışık) terimini yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Bunlardan bazıları, Kur`an-ı Kerîm`de geçen ve Allah Teâlâ`nın yüklediği anlamlar çerçevesi içerisinde kalmış; diğer bazıları da doğu ve batıdaki nûr (ışık) akidelerinin tesiri altında kalarak farklı mecralarda yol almışlardır.
Burada, salt ışık akidesi üzerine kurulmuş felsefi bir ekol olan ve Mecusîliğin nûr-zulmet akidesinin tesiri kadar, batılı filozofların ışık inançlarının tesirinde de kalarak ortaya çıkan İşrâkîlikten bahsedilmesi gerekmektedir. İşrâkîliğin kurucusu, Eyyûbîler devrinde yaşamış olan ve yaydığı düşünceler İslâm akidesiyle çeliştiği için Halep`te 1191 yılında idam edilen Şihabüddin Sühreverdî`dir. O, İşrakî doktrinini oluştururken, İbn Sina`yı ve İslâm öncesi Pisagorculuk, Eflatunculuk ve Hermetizm esaslarını kaynak almıştır. Ancak onun felsefesi bu felsefeyi temellendiren kaynakların çokluğuna rağmen, eklektik bir felsefe olarak nitelendirilmekten uzak olup, orijinal özelliklere sahiptir. Meşşaî ekolün, hakikatın akıl yoluyla keşfine önem vermesine karşılık; o, gerçeğin ancak sezgi yoluyla kavranabileceği tezini ileri sürmüştür. (Ömer Tellioğlu)
Elektronların (artı ve eksi yüklü yapısı) elektik yükü taşıyan ufak parçacıklar olması sayesinde kuantuma göre biz bir elektrik ağlarıyla çevriliyiz yani bir ve tümel Frekans okyanusu içindeyiz. Asıl handikap hepimiz bu frekans okyanusunun ta kendisiyiz diye algıladığımızda başlıyor, Çünkü Frekans alanında eriyerek alanla bütünleştiğimizde enel hak felsefesine kapı aralamış oluyoruz. Kısaca, Evrenle kucaklaşıp bütünleşmek demek iyiyi ve kötüyü mubah saymamız demek oluyor… Tıpkı Tasavvufun tarifi gibi “Her şey odur ve ondandır.”
50 yıldır, Atom patlatıldıktan sonra geçiş yaptığımız Kuantum Fiziğinin ortaya çıkaracağı nesil sizce nasıl olur?
Hatta Newton fiziğiyle-Kuantum fiziğinin birleştirilmeye – uzlaştırılmaya çalışıldığını düşünürsek ortaya nasıl bir kişilik çıkar?
Sosyolojinin kurucusu sayılan Aguste Comte’ un pozitivizmi/yaklaşımı, Fen bilimlerinden aldığı statik ve dinamik kavramları sosyolojiye uyarlaması sayesinde Comte ‘tan Durkheim’ a uzanan yaklaşım, toplumsal dünyanın – doğal fiziksel dünyadan farklı olmadığını bu nedenle toplumsal dünyayı incelemek içinde doğa bilimlerinde kullanılan yöntem ve tekniklerin uygulanmasını gerektiğini savunur. Comte, fiziksel dünyada olduğu gibi toplumsal dünyada da olayları temellendiren belirli toplumsal yasalar olduğuna inanıyordu. Bu nedenle doğa bilimsel yöntemlerle bu yasaların keşfedilebileceğini ve topluma daha iyi yön verilebileceğini savunuyordu…Tıpkı, günümüzde bilimden, sosyal l hayata kadar uyarlanmaya çalışılan Entropi yasasını bir düşünün “Bir yerdeki düzen başka bir yerdeki düzensizliğe sebebiyet veriyorsa” Düzen ve düzensizliğin tanımını kim belirleyecek. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte gelişen sömürge zihniyeti, tüketim çılgınlığını da üretirken, “gelişmemiş” (!)toplumların elinden alınan doğal kaynaklar-madenler vs. ne olacak? Düzenle düzensizliği kim tanımlayacak? Kendi düzenimizi toplumlara uyarlamaya biz kalktığımızda zulümden başak ne üretebiliriz ki?
Kişilerin davranışlarını- ahlakını, küreselleşen köyde, kim – kimler belirleyecek sorusu ile yüz yüze kalırız. İnsan düşüncesiyle geliştirilen “evrensel kuralların” dünyamızı ne hale getirdiğini hep beraber görmekteyiz/yaşamaktayız.
Anlamadığımız bir çok şey olduğunu biliyoruz! Ama sümen altı ediyoruz…
Bilimde, Bilim felsefesinde “Genelleme”ler yapmak büyük hata! Oluşumu tek bir yasayla tanımlandırmaya çalışmak ve oluşumu “enerji madde” döngüsüne indirgemek! Algımızı tümden gelim mantığına hapis edince…Oysa biz
1-İnsan doğasını çözebilmiş değiliz
2-Beynin yapısını, çalışma prensiplerini çözebilmiş değiliz.
3-Işığın doğasını çözebilmiş değiliz.
4-Evrenin işleyiş prensiplerini çözebilmiş değiliz.Atom nasıl,moleküle,molekül nasıl hücreye dönüşüyor çözebilmiş değiliz.
5-Yıldızların içinde neler olup bitiyor çözebilmiş değiliz.
6- Karanlık enerji-madde nedir çözebilmiş değiliz.
8-Kuantumun ölçüm problemi vardır bu sorunu çözebilmiş değiliz.
7-Bir kara deliğin varlığını gözlemleyebilmiş değiliz.vs. vs.
Kur’anın Pencersinden Bakarak, değerlendirme yapmanızı rica ediyorum. Kişilerin kendi düşünceleriyle oluşturduğu kuramları kişiler kendileri kuraralar!
Biz kişiliğimizi, ALGIMIZI ve dünya görüşümüzü kişilerin ne yüzde yüz doğrudur, nede yüzde yüzyalandır diyebileceğimiz zanları-kuramlarıyla mı şekillendireceğiz.? Yoksa Rabbin kitabıyla mı? Olasılıklar dünyası seçim-tercih bizim.
Rabbim bizi ‘’ZİKRE-HAREKETE DAVET EDİYOR’’ Rabbim hepimize bir NUR GÖNDERMİŞ. Karanlılarda olan nefsimizi aydınlığa ulaştırıp NURLANALIM diye. Ay bir nurdur. Kendisine belirlenen yörüngesinde halden hale geçmektedir. Tıpkı bizim gibi Halden hale girmektedir. İnşallah bizde RABBİN REHBERLİĞİNDE HALDEN HALE GEÇMEYE ADAYIZDIR. Kıyamda NURUMUZLA KALKABİLMEK İÇİN.
De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kim?” De ki: “Allah.” De ki: “O’nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller.” De ki: “Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah’a, tıpkı O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?” De ki: “Allah’tır her şeyi yaratan, O’dur Vâhid ve Kahhâr olan.”
RAD/16
Allah, göklerin ve yerin Nur’udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah herşeyi bilmektedir.O evlerdeki, Allah onların yüceltilmesine ve kendi adının içlerinde anılmasına izin vermiştir. Onlarda sabah ve akşam üstleri O’nu tesbih ederler.
Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar.
Çünkü Allah, kendilerini yaptıkları işlerin en güzeli ile mükafatlandıracak, onlara lütfundan daha fazlasını da bahşedecektir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
Küfredenlerin yaptıkları ise, engin bir çöldeki serap gibidir. Susayan onu bir su sanır. Nihayet yanına vardığı zaman onu birşey bulmaz da yanında vicdanı Allah’ı bulur ve O da onun hesabını tamamıyla görür. Allah, hesabı çok süratli olandır.
Ya da (küfredenlerin yaptıkları) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki, onu bir dalga bürümüştür; üstünde bir dalga, onun üstünde de bir bulut bulunmaktadır;kısacası üstüste yığılmış karanlıklar. Elini çıkardığı zaman, onu görme ihtimali bile yoktur. Allah, her kime bir NUR vermediyse. artık onun için hiçbir NUR yoktur.
NUR/35-36-37-38-39-40O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: “Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.” (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
O gün münafık erkeklerle, münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecek: “Bize bakınız, nurunuzdan alalım!” Denilecek ki: “Arkanıza dönün de bir nur araştırın.” Derken aralarına kapısı plan bir sur çekilmiştir;içi, rahmet ondadır, dışı ise o yönden azaptır.(Münafıklar) onlara şöyle bağrışırlar: “Bizler sizinle beraber değil miydik?” (Mü’minler): “Evet, ama siz kendilerinizi fitneye soktunuz, gözettiniz, şüpheye düştünüz ve Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O aldatıcı şeytan sizi (günahın zararı yoktur diye) Allah’a güvendirdi.
HADİD/ 12-13-14Eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içindeyseniz, hadi onun benzerinden BİR SURE getirin! Allah dışındaki destekçilerinizi/tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru sözlü kişilerseniz…
BAKARA/23Yoksa “onu uydurdu” mu diyorlar! De ki: “Eğer doğru sözlüler iseniz Allah dışında, elinizin yettiklerini de çağırın da onun benzeri bir SURE ortaya çıkarın. “
YUNUS/38Bir SUREDİR, indirdik onu; farz kıldık onu… Ve içinde açık-seçik ayetler indirdik ki, düşünüp ders alabilesiniz. NUR/1
Allah`ın, göğsünü İslam`a açtığı kimse, Rabbinden bir NUR üzerinde olmaz mı? Allah`ın zikrine/Kur`an`a karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlardır, açık bir sapıklık içindekiler. Allah, sözün/hadisin en güzelini, bibirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah`ın zikri/Kur`an`ı karşısında yumuşar. Bu, Allah`ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini/dileyeni hidayete erdirir. Allah`ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur.
ZÜMER/22–23O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah`ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah`ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.
Rum/30İşte böylece sana da emrimizden bir RUH ile vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir NUR yaptık. Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin.
ŞURA/52Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemiyor.
Tevbe/32
İNŞALLAH BİZDE NEBİ-ELÇİMİZİN YÜRÜDÜĞÜ YOLDA YÜRÜYEREK BİRER MÜNİR VE BİRER YAŞAYAN VE YAŞATAN KUR’AN OLURUZ….