Bu sene yılbaşından önce sosyal medya da yılbaşını kutlayanları “başka kavimlere benzemeyin” hadisleri eşliğinde eleştiren birçok yazı gördük. Bu yazıyı yılbaşı kutlaması yapan bir kişi olarak kendi menfaatime uygun davranma telaşı ile yazmıyorum. Yılbaşı dahil, doğum günü, kandil, bayram gibi hiçbir özel günü kutlamayan biriyim. Benim için tek önemli özel gece Kadir gecesidir ve gerçekten yaşayıp şahit olduğum için bu gecenin mübarek bir gece olduğuna inanan biriyim.
Bu yılbaşı eleştirilerinde bulunan kişilerin kavimlere benzeme noktasında bu kadar hassas iken, nasıl oldu da diğer tüm yaşam alanlarında başka bir kavmi taklit edercesine benzeştiğini bir türlü anlayamıyorum. Diğer tüm hal ve hareketlerinin hatta cümlelerinin bile başka bir kavme tıpatıp benzediğini bilmemesini şeytanın bir oyunu olarak düşünüyorum.
Tabii ki bu benzeşmelerin neler olduğunu anlatacağım ama yüzlerce belki derin bir araştırmaya girişsem binlerce benzeşen yığınlar tomarı duruyor önümde. Açıkçası nereden başlayacağımı tam kestiremiyorum. En iyisi belki de uydurulan bir dini insanlara anlatmaya çalışırken karşılaştığımız diyaloglardan başlamak.
Yada en takıntılı olduğum konudan başlamak.
Konuya yabancı olmayanlar bilirler ki Alemlerin Rabbi Allah’tır. Yani Alemlerin Efendisi Allah’tır. Bunu bize bildiren bizzat Yaratıcımız olan Allah. Ayetlerinde sık sık Alemlerin Rabbi ifadesini kullanır. Rabb Efendi/Rehber demek. Çoğu kişi konuşmalarına Peygamberimizden bahsedecek ise Alemlerin Efendisi Peygamberimiz yada Peygamber Efendimiz diyerek bir giriş yapar. Allah kendisi için Efendi derken çoğu kişi bu sıfatı Peygamberimize de kullanıyor. Bunun yanlış olduğunu görmek Kuran’ı Türkçe olarak bir kez bile okumuş bir insan için zor olmasa gerek. Peki başka kim çok sevdiği Peygamberine Efendi sıfatı yakıştırıyor? Yahudiler!!!
Yahudiler Hz. Musa’ya “Moşe Rabbenu”, İbranice “מֹשֶׁה רַבֵּנוּ“, İngilizce “Moses our Lord/ Teacher” diye sesleniyor. İşin ilginç yanı şu; bu Yahudilerden kopya çekme olayı yaşandığı çok aşikar olmasına rağmen hiç “Musa Efendimiz” yada “ İsa Efendimiz” gibi sıfatlandırmalara rastlamıyoruz. Yalnızca Hz. Muhammed için bu sıfatlandırma yapılıyor, sanki diğer Peygamberlerimizi inkar ediyormuşuz gibi. Demek ki bu kopyalama olayında sadece Hz. Muhammed’e özel bir statü verme girişimi mevcut. Demek ki bu yanlışlık yada cahillik ile yapılmış bir hata değil aksine altında ciddi kasıtlar aramamız gereken bir sorun. Bu sorun nereye gider? Bu sorunun sonucu ne olabilir? Bu sorun eğer bilgisizlikle yapılıyorsa bunun yanlış olduğunu öğrendikten sonra kendimizi düzeltmemiz gerekmez mi?
Bu sorun sadece bir papağanın bizi taklit etmesi masumiyetinde mi yoksa bizi Allah’a ortak koşmaya götürecek kadar tehlikeli mi? Çok masum bir şeymiş gibi gördüğümüz bir şey acaba bizi daha büyük suçlara yönlendirebilecek bir ufacık başlangıç işareti olabilir mi? Belki bu soruların cevabı bu yazının sonunda kafamızda daha belirgin bir hale gelebilir.
Diğer bir konu Kuran’ı Türkçe meailinden anlayarak okumak lazım dediğimizde sıkça karşılaştığımız “biz Kuran’ı anlayamayız” cümlesidir. Bu itiraz ne anlamak istediğinize yada beklentinizin ne yönde olduğu ile çok alakalı. Eğer siz Kuran’dan detaylara boğulmuş, anlaşılmaz, anlamak için hocalara, alimlere ihtiyaç duyduğunuz ön kabulü ile yaklaşırsanız tabii ki Kuran’la aranızdaki perde asla kalkmayacaktır. Allah buna izin vermeyecektir. Kuran’ı temiz, arınmış bir beyin ile okumaya çalışmamız gerekir. Maalesef Kuran ile kul arasında bir zangoç misali oturup yerleşmek isteyen bir takım zihniyetler, insanlara Kuran’ın anlaşılamaz olduğunu empoze ederek kendi ekmeklerine yağ sürme peşine düşmüşlerdir. Allah Kitab’ında anlaşılır ve açık olduğunu bildirmesine rağmen anlaşılmaz demek ne büyük bir cesaret istiyor bir bilseniz. Belki cahil cesareti belki de şeytan cesareti!
Peki başka kimler Allah’ın indirdiği Kitap hakkında anlaşılmaz diyor? Yahudiler!!!
Yahudiler Tevrat’ın (Yazılı Tora) anlaşılamayacağını iddia ediyorlar. Muhtemelen Allah Tevrat’ı da anlaşılır ve açık kıldı. Ama Bakara Suresindeki inek hakkındaki sorular gibi bir sürü soruları olduğundan okudukları onlara yetersiz geldi. Saçma sapan sorularına illa bir cevap bulmaları gerektiği için Allah’ın Kitab’ını eksik buldular. Halbuki Tevrat’da bahsedilmeyen konuların serbest olduğunu düşünebilselerdi illa bir cevap bulma telaşına düşmeyeceklerdi. Detaylar arasında kendilerini kaybedip Allah’ın Kitab’ına başka kitapları ortak koşmayacaklardı, Sina Dağında öteki kitabı da Allah indirdi diye iftira atmayacaklardı, Hz. Musa’ya 2 Kitap verildi diye geleneklerini dinin içine sokuşturmayacaklardı.
Diğer sıkça karşılaştığımız önemli benzeşme Kuran’daki emir ve yasakların Hadisler olmadan yaşanılamayacağı konusunda. Bu konu biraz yukardaki sorunla da bağlantılı ve devamı gibi. Anlaşılamaz ve açık değil gibi bir mazeret bulunduğunda zaten arkasından ne geleceği çok belli açıkçası. Kuran’ı anlayarak okumamız ve yaşamımıza aktarmamız gerektiğini söylediğimizde yada şu uygulama İslam’da yok dediğimizde en çok karşılaşılan savunma cümlesidir “Hadisler olmadan namaz dahi kılınmaz”. O halde Allah eksik indirmiş Kitab’ı.
Bunun anlamı budur. Belki itiraz dilekçesini saniyesinde yazan kişi bunun bu demek olduğunun bile farkında değil ama bunun Türkçesi ayan beyan budur.
Size eğer namaz kılmak detaylar arasında boğulmuş bir ibadet halinde anlatıldıysa Kuran’ın ne suçu var ki eksik denilsin. Kuran’da nasıl abdest alınacağı da yazıyor nasıl namaz kılınacağı da. Kuran’da anlatılan bize öğretilen veya dayatılan ile aynı olmak zorunda değil, biz Kuran ile aynı olmak zorundayız. Allah kullarına kolaylık diler, kullarının yapmakta zorlanacağı, kapasitesinin üzerinde yükler yüklemez. Ve en önemlisi Allah kendi kendisi ile çelişmez. Eğer Kuran için anlaşılır, eksiksiz, detaylı bir yaşam klavuzudur diyorsa hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde öyledir. Aksini söylemek, şüpheye düşmek demektir.
Bizde durum böyle iken acaba başka kimler Allah’ın indirdiği yazılı metni yetersiz bulup, sırf geleneklerini yaşayabilmek adına ikinci bir Kitab’a ihtiyaç duymuş olabilir? Tabii ki Yahudiler!!!
Konunun vehameti daha iyi anlaşılsın diye yazımı burada bitirip, aşağıya bir Yahudi’nin kitabından alıntı yaparak düşünmeyi ve yorumlamayı siz okuyucuya bırakıyorum.
TORA ŞEBEAL-PE (SÖZLÜ TORA)
Dünyanın yaratılışından itibaren 2448. yılda Moşe Rabenu Tora’yı Sinay
Dağı’nda aldı. Yazılı Tora 248 mitsvot ase (pozitif emirler) ve 365 mitsvot
(negatif emirler) olmak üzere 613 mitsva içerir. Yazılı Tora ile birlikte Tanrı
Moşe’ye her mitsvanın yapılabilmesi için gerekli açıklamaları ve ayrıntılarını
yani Tora Şebeal-Pe ‘yi (Sözlü Tora) verdi.
Hahamlarımızın Sözlü Tora’nın verilişine dair söylediklerine birkaç örnek:
“Tanrı’nın kendisi ile Bene-Yisrael arasında, Sinay Dağı’nda Moşe’nin eline
verdiği kanunlar ve hükümler ve Toralar bunlardır”.
Tora şemita mitsvasının kurallarını açıklarken “ve Tanrı Moşe’ye Sinay
Dağı’nda söyleyip dedi” şeklinde yazar. Bütün Tora Sinay’da verildiğine göre
pasukta özellikle bu mitsva ile ilgili olarak Sinay Dağı’nda demesine ne gerek
vardır? Ancak Tora gösteriyor ki şemita mitsvasının kuralları, açıklamaları ve
ayrıntıları nasıl Sinay’da söylenmişse, bütün mitsvaların ayrıntıları da aynı
şekilde Sinay’da Yazılı Tora ile birlikte verilmiştir.
“Ve taş levhaları ve yazdığım Tora ve emirleri öğretmek için onları sana
vereceğim”. Bu pasuktaki “Taş levhalar (luhot aberit)” – On Emir’i, “Tora”- Tora
Şebihtav’ı (Yazılı Tora), “mitsva” – Mişna’yı, “yazdığım” – Tanah’ın Neviim ve
Ketuvim kısımlarını, “öğretmek için” – Gemara’yı ima eder. Bu, hepsinin Moşe’ye Sinay’da verildiğini gösterir.
Bunun yanında Tora’da Sözlü Tora’nın varlığını ima eden ve Tora’nın Tora
Şebeal-pe olmadan anlaşılamayacağını gösteren yerler vardır:
Örneğin Tora “şehita” mitsvasını şu şekilde yazar:
“..seçeceğim yer senden uzaksa, o zaman Tanrı’nın sana verdiği sığırlarından
ve sürülerinden [hayvanları] sana emrettiğim şekilde keseceksin”.
Tora’ya baktığımızda bu mitsvanın hiçbir yerde açıklanmadığını görürüz. Öyle
ise Tanrı nerede bu kuralları emretmiştir? Nasıl olmuş da biri kalkıp Moşe’ye
‘kimse bize şehita kuralları diye bir şey öğretmedi’ dememiştir? O halde pasukta
geçen “emrettiğim şekilde” sözler, kaçınılmaz olarak Tora Şebeal – Pe’den
bahsetmektedir. Tanrı bu mitsvanın kurallarını Tora’ya yazmamış ve onlara sözlü
olarak ayrıntıları ile iletmiştir. Buna göre bugüne kadar tüm Bene Yisrael aynı
şekilde kesim yapar ve bunların hepsi Moşe’ye Sinay’da verilen kurallardandır.
Şimdi Tora Şebeal – pe’nin gerekliliğini gösteren birkaç örnek görelim:
Yazılı hiçbir belgeyi sözlü yardım olmadan okumak mümkün değildir:
Talmud’ta bu konuyla ilgili şu hikaye geçmektedir7:
“Bir goy Şamay’a gelir ve ona sorar: Kaç tane Tora’nız var? Şamay cevap
verir: İki tane, Tora Şebihtav ve Tora Şebeal – Pe. Goy Şamay’a şöyle der:
Yazılı olana inanıyorum ve sözlüye inanmıyorum. Beni yalnız Yazılı Tora’yı öğretmek için Yahudi yap. Bet Şamay onu tersler ve dışarı çıkartır. Goy bu kez İlel’e gelir ve İlel onu Yahudi yapmayı kabul eder. İlk gün ona “alef”, “bet”, “gimal”, “dalet”i öğretir (bunlar İbrani alfabesinin ilk harfleridir). İkinci gün ise ona bu harflerin isimlerini ters olarak öğretir (ilk gün “alef” olarak tanıttığı harfi bu kez
[alfabenin son harfi] “tav” olarak tanıtır. Benzer şekilde ilk gün “bet” olarak
tanıttığı harfi ikinci gün “şin” olarak tanıtır vs.). Goy bunu çok garipser: Dün
bana böyle öğretmedin?! İlel cevap verir: Bana nasıl inanıyorsan Tora
Şebeal – Pe’ye de inan!”
İlel’in burada demek istediği: Tora Şebihtav’ı Sözlü Tora olmadan
öğrenebilmeyi nasıl düşünebilirsin? Harflerin bile ne şekilde okunacağını
öğreten geleneksel bilgi olmadan okumaya başlaman mümkün mü?
Bu sadece Tora söz konusu olduğunda değil her konuda geçerlidir.
Yazılı hiçbir dili o yazının nasıl okunacağını öğreten talimatlar olmadan okumak
mümkün değildir. Sadece harfin şeklini görüp onun nasıl seslendirildiğini,
bize kimse söylemeden nasıl bilebiliriz? Yazılı bir kelime veya cümlenin ne
anlama geldiğini; başkalarının gözüyle yapılan yorumla değil de, bizzat bunu
yazanın ne demek istediğini nasıl bilebiliriz?
Birkaç yüzyıl önceden konuşulan İngilizce’yi veya diğer eski dilleri bugün
bu konuda öğrenim görmüş belli kişiler dışında kimse ne konuşabilir ne de
anlayabilir. Çünkü günümüzün İngilizce’si gelişmiş ve o zamankinden çok
farklı bir dil haline gelmiştir. Bunun gibi bütün nesiller boyunca içinde yazılı
bulunan mitsvaları yerine getirmemizi isteyen Tora’nın da yazılı her kelimeyle ne
demek istediğinin, Tanrı’nın bu kelimeyle ne kastettiğinin açıklanması gerekmektedir.
Dolayısıyla Tora’yı, nasıl okunmasını gösteren ve Tora Şebeal –
pe’nin birer parçası olan talimatlar olmadan anlamamız ve kelimelerin ne anlama
geldiğini bilmemiz mümkün değildir.
Bu sebeple sadece Tora Şebihtav’ı kabul etmek gerçeğe uygun değildir.
Sadece Tora değil her alanda yazılı bir sistem, yanında sözlü açıklamaları da
gerektirir. Bu açıklamaların da yazılı olarak getirilmesi yeterli değildir, çünkü bu
yazı da yanında şüphe getirecek ve açıklama isteyecektir.
Bene Yisrael tarih boyunca Tora öğrenmeyi hiçbir zaman bırakmamış ve
Moşe’nin Tora’yı almasından günümüze kadar Tora Şebeal – pe hiçbir değişikliğe
uğramadan aralıksız bir şekilde iletilmiştir.
Her dönemde Bene Yisrael’in ileri gelen ve Tora Şebeal – pe’yi aktaran
bütün Navilerin, Tanaim, Amoraim, Geonim, Rişonim ve
Aharonim’in, kimler olduklarını doğum ve ölüm tarihlerini ve liderliği
arkalarından kimlere ilettiklerini ayrıntıları ile bilmekteyiz.
Bunun yanında, nesiller boyunca kutsal kitapların yazılmasıyla elimizde
her nesilden Tora üzerine yazılar, birçok soru ve cevaplar ve alaha kitapları
bulunmaktadır. Bu şekilde de Tora’nın nesilden nesile geçmesinde bir kesinti
olmamış ve aynen aktarılmıştır.
Sözlü Tora’nın aktarılması varsayımlarla değil, özellikle her nesilde
ağızdan ağıza geçirilerek olmuştur. Önceki nesilde kesin olan bir öğretiye
itiraz edilmez. Bu sebeple bir haham öğrendiklerini ağızdan ağıza kendi
hahamından (o da onun hahamından Moşe Rabenu’ya kadar) aldığını
söylediğinde itiraz etmek mümkün değildir.
Hahamların öğretileri iletmesi büyük bir titizlik içinde ve tam bir şekilde
olmuştur. Herkes ilettiğini kimlerden hangi durumda aldığına, ve bunları, tam
olarak, aldıkları hahamların söylemiş olduğu gibi, aynı dille değiştirmeden
iletmeye dikkat etmiştir.
Sözlü Tora, Rabi Yeuda Anasi zamanında yazıya geçirilmiştir. Onun
dönemine kadar her nesil boyunca Yahudiler Tora’daki her mitsvayı Sinay’dan
almış olduğumuz sözlü açıklamalarla yerine getirmişlerdir. Birinin kalkıp farklı
bir yorum getirmesi halk tarafından kabul edilmezdi ve “biz mitsvaları nasıl
yerine getireceğimizi, ve nesilden nesile ne aldığımızı tam olarak biliyoruz”
derlerdi. Mitsvaların her gün aralıksız olarak yerine getirilmesi farklı
açıklamaları ve buluşları çürütecektir. Bu sebeple, herhangi birinin Tora’nın
açıklamalarını uydurduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Tarih boyunca atalarımızın Tora için kendilerini feda ettiklerini ve her
durumda Tora’ya bağlı kaldıklarını, hayatları pahasına ‘derabanan’ [Hahamlar’ın
emrettiği] mitsvalardan veya minaglardan [geleneklerden] bile vazgeçmediklerini
görmekteyiz. Bu nedenle, bir kimsenin yeni bir mitsva hatta en ufak bir
ayrıntı eklemek istemesi tabii ki hemen reddedilecektir.
Binlerce senelik sürgünden sonra dahi birbirlerinden uzak kalan her
Yahudi’nin aynı Tora Şebihtav, aynı Tora Şebeal – pe ve aynı mitsvalarla geldiği
ve aralarında fark olmadığı görülmektedir. Dünyanın her bir tarafına dağılmış
tüm Yahudiler’in aynı hatayı yapması mümkün olmadığına göre Tora’nın ve
açıklamalarının, verildiğinden bu yana değişmediklerinden emin olabiliriz.
Sonuç: Tanrı, Moşe’ye Sinay Dağı’nda Yazılı ve Sözlü Tora’yı vermiş ve
aynı Tora kesin bir bütünlükle nesilden nesile aktarılarak günümüze
kadar gelmiştir!
Beni İsrail –
2: Musa’ya Kitap’ı verdik ve onu, “benden başka bir vekil tutmayın” buyruğuyla Beni İsrail’e bir kılavuz kıldık.
www.eliffevziyecaltepe.wordpress.com/2015/01/10/benden-baska-bir-vekil-tutmayin