Geleneği Din Sanma Yanılgısı…

 

Bu yazıyı özellikle Paganizme dikkatleri çekmeyi hedefleyerek hazırlamak istedim. Ne kadar Kuran’ın indirildiği coğrafyaya ve zamana ait anlatımları yaparken putperest ve müşrik kelimelerinden bahsedilse de okuyucunun hayal dünyasında istenilen kurguyu yaratamadığını düşünüyorum. Putperest yada müşrik tasviri yapılınca akıllara gelen tek şey el oymacılığı ile tahtadan yapılmış putlara tapan insanlar oluyor. Oysaki Mekke’de ve civar bölgelerde yaşayan halkın binlerce yıllık gelenekler ve kültürler ile alt yapısı hazırlanmış, uydurularak ve devşirilerek halkın içine işlemiş bir dini ortam olduğunu anlamamız gerekir. Her ne kadar bizim için uyduruk bir din olsa da toplumları binlerce yıl etkisine alabilmiş bir din. Ve şu an bile yeryüzüne hakim olabilen! Neden bu son cümleyi kurduğumu belki yazının sonunda anlamanız mümkün olacaktır.
Aşağıda resmini paylaştığım haritayı gördüğümde başka bir konuyu araştırıyordum ki bu resme rastlayınca bir an durdum ve bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Bu resim Miladi 600 yılında yani Kuran’ın inmeden az önceki yıllarında, o bölgelerin hangi din hakimiyetinde olduğunu gösteriyor. Resmi görünce aklıma ilk gelen şey Mekke Ayetleri ve Medine Ayetleri oldu. En son Kuran’ı baştan sona okuduğumda ilk önce Mekke Ayetlerini okumuştum. Mekke Ayetlerini bitirdiğimde hiç bu konularda üzerinde düşünmemiş olmama rağmen net bir şekilde bir Tevhid çağrısını görmüştüm. Sanki Peygamberimizi ikna etmeye bir uğraş vardı. Çok yumuşak ve sistemli bir şekilde Peygamberimiz iknaya çalışılıyordu Allah tarafından. Beni çok etkilemişti. Herşey çok doğal ve olması gerektiği gibiydi, hiçbir tuhaflık yoktu. Hiçbir çelişki yoktu bu çalışmalarda. Ve “Ey İnsanlar” diye başlıyordu Ayetler. Tüm insanlara sesleniliyordu ayırım yapılmadan, ister putperest olsun ister Yahudi ister Hristiyan olsun. Bu çağrıda putperest olan putunu bırakacaktı, geleneklerini dinin önünde yaşayan geleneklerini bırakacaktı, başka dinlerin etkisiyle bozulmuş olan dinin mensupları bu gelende Allah’ın Kitabıdır deyip kulak verecekti. Herkes neyi yanlış olarak yaşıyor ise onu terk edip en doğruya yönelecekti. Bir çağrı vardı, bir ikna ediş çabası vardı, bir uyanmaya davet ve sonrasında da eylem planı geleceği belliydi.

Ve eylem planı Medine Ayetleri ile geldi. İnananlar ile inanmayanların artık ayırt edildiği, yumuşak tavrın artık terk edilerek inanan bir insana yakışacak nitelikte bir özgüven ve kararlılıkla mücadele dönemi başladı. Ve Ayetler artık “Ey İnananlar” diye başlıyordu. İnananları tefekküre, derin düşünceye davet edip, Yahudi, Hıristiyan ve münafıklardan bahsediyordu.

Bu kısa özetten sonra dönelim Mekke’de yaşanılan Paganizm ağırlıklı ortama, biraz da onların nasıl yaşadıklarını hayal edelim. Paganizmin özünde yani bozulmamış ham halinde tabiat ana inanışı var, tabiî ki çok tehlikesiz, masumane gibi görünüyor ilk bakışta. Ama bu zaman zaman ülkemizde de söylenen “her şeyi tabiat ana yarattı” sözü gibi masum değildi o zamanlar. Yer altı ve yer üstü doğa güçleri olan varlıklar türetti bu inanış. Büyüler, tılsımlar, cinsel sapmalar, ahlaki çöküş, olmayacak şeylerin kutsal yapılması gibi bütün aşırılıklar zaman içersinde bir kültür haline geldi ve nesilden nesile aktarıldı. Bir kötü alışkanlığı bir kimse eğer yeni edinmişse, bunu bırakması kolay olabilir ama bu alışkanlık yüzyıllardan beri yaşanıla geldiyse bu alışkanlığı terk etmek kolay olmayacaktır. Sanılmasın ki bu yanlış uygulamalar, sapmalar, sapkınlıklar sadece Paganizim içersinde yaşanıyordu. Allah’ın Adem’den sonra yeryüzüne indirdiği dini bu tali yollara sapan ve her zamanda buna meyilli olacak olan insanoğlu hep bozmaya çalıştı. Ve insanoğlu bozmaya çalıştıkça Allah Elçiler göndererek sistemini korumaya çalıştı. Paganlar Mekke’de o dönemde hem bir büyük Tanrı hemde onun yanında küçük küçük Tanrılar edinmişti. Kuran inmeden önceki döneme bakarken, sadece el yapımı putlara tapıldığı şeklinde bir bakışın, bizi orada var olan bir kültürün daha sonra İslam’a ne etkileri olduğunu anlamamıza faydası olmayacaktır. Bu yüzden özellikle oradaki varlığa Paganizm vurgusu yapılırsa sadece çok Tanrılı bir inanışı eleştirmekten öteye gidecek, oradaki ahlaki çöküşün, geleneklerin tesirlerini daha iyi anlamamıza imkan verecektir.

Mesela Paganizim’de cinselliğe kutsallık atfedilmişti ve 15 yaşına gelmiş tüm kadınların cinselliği yaşaması gereklilik olarak görülüyordu. Eğer bu konuyu ve Paganizm’in cinselliğe bakışını bilmiyor isek, Peygamberimizin ölümünden birkaç asır sonra uydurulan Hadislerde neden kadın-erkek cinselliğinden bu kadar çok bahsedildiğini anlayamayız. Başka bir örnek vermek gerekirse; eğer Paganizim’de Tanrıya analık-babalık-oğulluk-kızlık gibi atıflar yapıldığını bilmiyorsak ve Hristiyanlıkta teslis inancının kökeninin Paganizim’den geldiğini bilmiyorsak, bununla beraber Hristiyanların Noellerde neden evlerini bahçelerini aydınlattıklarını bilmiyorsak, bugüne geldiğimizde Mirac olayının doğrusunu, yanlış ile yoğrulmuş zihinlere anlatmamız zor olacaktır ve olmaktadır. Son örneği kısaca açmam gerekirse Hristiyanlık Paganizm’den etkilenmiştir ve İsa doğa üstü bir güç olarak gökyüzünde hazır beklemektedir, Hristiyanlar onun yeryüzüne ineceğini düşünerek, aydınlıkta rahatça inmesini istedikleri için evlerini ve bahçelerini aydınlatmaktadır. Aynı şekilde İslam’da da uydurma hikayelere kanan birçok Müslüman, Peygamberimizin doğa üstü güçlerini kullanarak göğe yükseldiğini, orada bir takım pazarlıklar yapıldığını, ölmesine ve bizim duyu organlarımızla algılayamayacağımız bir boyuta göç etmesine rağmen sanki gökyüzünde bir yerlerde hazır bulunuyormuşcasına onun aracı/şefaatçi, kurtarıcı/yardım edici, rüyalara gelip/giden, halihazırda bizi işitip/konuşabilen gibi konumlara getirildiğini görmekteyiz. Allah ne kadar beşer olduğunu ifade etmiş olsada ölümsüz bir süper ötesi güç gibi aramızda olduğunu düşünenler hiç de azımsanmayacak kadar çoklar. Ve maalesef göğe çıkan bir varlığı tekrar yere indirmek zor oluyor. Hristiyanların İsa’yı yere indiremedikleri gibi bizlerde Peygamberimizin bir beşer olup öldüğüne ve göklerde uçmadığına insanları inandırmakta zorluk çekiyoruz.

Paganların ağaçlara ipler, bezler bağladığını, mezarların etrafında törenler yaptıklarını bilmiyorsak, belli günler belirleyip o günlerde Tanrılarından af dilediklerini bilmiyorsak, şu günümüze döndüğümüzde insanların neden ağaç dallarının önünde bez bağlamak için kalabalıklar oluşturduğunu, türbelerin nasıl şirk yuvası olduğunu, insanların Kandil günü afedileceklerini umut ettikleri için, Allah’ın Kitabını okumaya gerek duymadıklarını anlayamayız.

Eğer Paganların cinsel sapmalarını bilmiyorsak;
Allah’ın kimlerle evlenebileceğimiz ile ilgili Ayetinde akrabaları sayarken neden bu kadar ayrıntı verdiğini anlayamayız. Tarihin bir yerlerinde anneleriyle ve kızkardeşleriyle ilişki yaşayanların olduğunu bilmemiz gerekir.
Eğer Allah Ayetinde Regl olan kadınla ilişkiyi yasaklıyor ise bu şu anlama gelir. Demek ki bunu yapanlar var.
Eğer Allah Ayetinde örtülerinizle göğüslerinizi kapatın diyorsa bu; o dönemde göğüsleri açıkta dolaşan kadınlar var demektir. Göğüsleri açıkta dolaşan kadınlar var ise onların başlarındaki örtü saç kapatmak amacıyla başında değil demektir. Zaten cinsel sapmaların yaşandığı bölgelerde kadınların ve erkeklerin kısıtlayıcı tavırlar sergilemesi beklenemez. Herşey serbest ve normaldir. Olaylara bakarken şu andaki ahlaki düşüncelerinizle değil, o dönemdeki insanların yaşadığı şartları hayal ederek bakmanızı öneririm. Ki bu eğer elinizde az da olsa belli başlı bazı doneler var ise zor bir şey değil.

Bu örnekler çokça çoğaltılabilir ama ben tüm bu kıyaslamaları sizin hayal dünyanıza bırakmak istiyorum. Eğer Mekke’de Paganizim gelenekleri etkisinin, Medine’de Yahudi gelenekleri etkisinin var olduğunu bilerek o dönemi anlamaya çalışırsak, Peygamberimizin ve ilk inananların mücadelesinin ne kadar çetin geçtiğini anlayabiliriz. Bu çetin savaş pek çoklarının “yeni bir din gelmiş” algısından çok daha önemli noktalar işaret ediyor. Tüm bu olanlara kemikleşmiş bir gelenek ve hurafe savaşı demek daha doğru olur. Bunu bu şekilde gördüğümüzde sadece Kuran’ı rehber edinmemizin dinimizin diğer dinlerin başına gelen akibetlerden yüzdeyüz koruyacağı garantisini çıkarabiliriz. Çünkü Kuran’ı okuduğumuzda anlarız ki Allah O’nda ne bir hurafeye, ne bir geleneğe, ne de “ben böyle yaptım gayet de güzel olduculuğa” asla geçit vermez…

Peygamberimizin yaptığı bu çetin savaşı yapmadığımız zaman günümüzde olduğu gibi, rüzgarın önüne kapılmış nereye gideceği belli olmayan bir yaprak misali oradan oraya savrulur dururuz. Birileri Allah adına yalanlar uydurur biz Kitap’dan sanırız, birileri kadınlara kendi nefislerine göre bir şablon çizip, kadına o şablonu giydirmeye kalkar dinden sanırız, birileri çıkar hiçbir meziyeti yoktur, para kazanmak için hurafeleri kitap yapıp satar cebine parasını koyar Alim sanırız, yanlışı doğru yapar, Allah’ın yolundan şaşar ama genede kendimizi doğru yolda sanırız…

En’am –
93: Allah adına yalan uydurandan ve kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde, “Bana vahyediliyor” diyenden ve ” Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kim olabilir! Can çekişmesi anında zalimleri bir görsen! melekler, ellerini uzatmıştır: “Canınızı verin! Allah hakkında gerçek olmayanı söylemenizden ve onun vahiy ve işaretlerini  kibir ve gururla karşılamanızdan dolayı bugün utanç verici azapla cezalandırılacaksınız.”

www.eliffevziyecaltepe.wordpress.com/2014/08/29/gelenegi-din-sanma-yanilgisi


About the Author
Author

Elif Fevziye Caltepe

Leave a reply

Name (required)

Website