Koronavirüsün Yaşama Dair Düşündürdükleri

Koronavirüsün Yaşama Dair Düşündürdükleri

Koronavirüs nedeniyle yaşam standartlarının birden değişmesi hepimizi birçok anlamda etkiledi. Öncelikle sosyal ve psikolojik etkilere dair yorumlar yapmadan önce tüm hastalarımıza şifa, vefat edenlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı dileyerek söze başlamak istiyorum. Daha Türkiye’de koronavirüsün etkisi hissedileli bir ay dahi olmamışken koronavirüs öncesi günlük yaşantılarımıza olan bağımızın silikleştiğini görüyorum. Bu beni derinden etkileyen bir deneyim oldu. Aşamalı değişimler sonrası zaman zaman hissettiklerimizle bağdaştırıyorum bunu. Mesela “Akıllı telefonlarımız yokken biz ne yapıyorduk sahiden?” sorusu, toplumun bireylerinin uzun bir süreç içerisinde aşama aşama geçirdiği bir yaşam standardı değişimini temsil ediyordu. Bu soru çok önem arz etmiyordu çünkü değişimin hızı bizim için çok da etkileyici değildi. Halbuki günde 5-9 saat arası vakit harcadığımız bir objeden bahsediyoruz. Koronavirüste ise durum çok farklı, gelip birkaç haftada dünyanın her yerinde sokağa çıkmayı, ibadethane kullanımını, spor müsabakalarını, iş hayatını akabinde ekonomiyi ve buna benzer toplum için önem arz eden birçok unsuru değiştirdi. Bu durum bende çeşitli yönlerden farkındalık sağladı. Birden, beton gibi sağlam sandığımız normal yaşantılarımızın bir virüsle birlikte çöküşüne şahit olduk. Meğerse günlük yaşam standartlarımıza olan güvenimiz Titanik’in kaptanının “Tanrı bile bu gemiyi batıramaz” cümlesindeki kibrinin gizli bir versiyonuymuş onu fark ettim. Sahi, biri bize bundan 1-2 ay önce evlerden çıkamayacak hale geleceğimizi, işlerimizi bırakmamız gerekeceğini, cuma günleri namaza gidemeyeceğimizi, artık televizyonlarda futbol göremeyeceğimizi söylese kaçımız inanırdı. Birçoğumuz için bundan bir iki ay önce en önemli şey sene sonunda kimin şampiyon olacağı değil miydi? Koronavirüs bizlere bir yerde, yaşama dair temel düşüncelerimizin zayıflığını göstermiş oldu.

Koronavirüs bir de bizlere ölümün aslında hepimiz için ne kadar yakın olduğunu hatırlattı. Halbuki koronavirüsten önce çoğumuz için ölüm günlük düşüncelerimiz arasında değildi. Ne kendimizin ne yakınlarımızın pek de öleceğini sanmıyorduk, ölse ölse televizyonda ana haberde trajik olaylara karışan insanlar ölürdü ya da 80 yaşının üzerindeki yaşlılar. Bizim ölümle ne alakamız olabilirdi ki, biz her gün güvenli rutin hayatımızı yaşamaya devam ediyorduk. Ölüm pek de denklemin içinde bulunan bir eleman gibi gözükmüyordu, o yüzden düşünmeye değmez gibiydi. Halbuki, koronavirüs aslında ölümü birçoğumuz için normalde olacağından daha yakına getirmiş değil sadece ölümle aramızdaki kalitesiz kumaştan yapılmış perdeyi yırtıp onun bize yakın olduğu gerçeğini göstermiş oldu. Bizi her gün hastalık ve ölüm üzerine düşünmeye sevk etti.

Yaşamın aniden değişebilme potansiyelini ve ölüm gerçeğini birlikte okuyabiliriz. Birden nasıl normal yaşantımız (umarız tekrar dirilmek üzere) can vererek bizlere çok uzak gelmeye başladıysa, ölüm kapımıza geldiğinde dünyada yaşadığımız hayatın gerçekliğinin bize bu kadar yabancılaşacağı kanaatindeyim. Yarın öleceğimizi bilsek hayata şu an baktığımız gibi bakabilir miyiz? Şu an önem arz ettiğimiz şeylerin kaçı önemli olmaya devam eder? Aslında bir gün gelecek ve biz o günün yarınında öleceğiz. Müminun Suresinin 112-115 ayetlerinde Allah’ın, öldükten sonra diriltilen zalimler ile arasında geçen diyalog aklıma geliyor. Allah zalimlere “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorduğunda, zalimler “Bir gün veya bir günden daha az kaldık.” diyorlar(Tuncer Namlı, Kur’an Aydınlığı Kronolojik Kur’an Meali). Zalimler ölümle birlikte uğrunda zulmettikleri dünyanın kendilerine bu kadar uzak ve yabancı olacağına ihtimal vermemişlerdi, bizim normal yaşantılarımıza bu kadar uzak olmaya ihtimal vermediğimiz gibi. Şimdi koronavirüs öncesi yaşantılarımız “bir günlük veya bir günden daha az” sürmüş anılar olmaya başlıyor.

İnsanlar karantina sürecinde daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar kendileriyle başbaşa kalabiliyorlar. Bu durum onları daha önce yönelmedikleri bir deneyime yöneltiyor, derin düşünmek/tefekkür etmek. Bu öyle bir deneyim ki bunu daha önce deneyimlememiş insanlar bunu korkuyla karşılayabiliyorlar, kimileri içinse sancılı geçebiliyor. Çalışmak zorunda olanlarımız hariç birçoğumuz kendi evlerimizde, odalarımızda karantinadayken bir nevi zorunlu bir itikaf halindeyiz. Hiç beklemediğimiz anda gelen bu ani duraklama bize nereye, neden ve ne amaçla gittiğimizi düşündürdü. Tekvir Suresinin 26.Ayetinde geçen “Bu gidiş nereye?” sorusu aniden hayatımızın merkez cümlelerinden biri haline geldi (Tekvir Suresi 26. Ayet “O halde nereye gidiyorsunuz?”, Tuncer Namlı, Kur’an Aydınlığı Kronolojik Kur’an Meali). Sahiden ne yapıyorduk biz burada? Bu vakte kadar hep bize yapmamız gerekenler söylendi, yap denileni yaptık, yapma denileni yapmamaya çaba sarfettik. Ama hep anlamda yoksun, şekle bağıl bir süreçte idame ediyorduk tüm bunları. Böyle ani bir duruş bize aslı, özü sordurdu. Asıl olan neydi? Asıl önemli olan neydi de şimdi sıcacık evimizde otururken bir türlü huzur bulamıyor, sancılarla kıvranıyorduk? Bu süreçte mental sağlığımızı da koruyarak bu soru üzerine derince düşünebilirsek güzel dersler çıkarabileceğimize inanıyorum. Tabii ki bu derslerin her şey normale dönünce unutulmaması ve hayata işlenmesi de lazım. Benim için bu ders, bir yaşamdan başka bir yaşama geçerken geride bırakılan yaşama karşı oluşan yabancılık ve uzaklık hissi oldu. Öldüğümüzde bambaşka bir hayattan dünya hayatına bakıp nasıl hissedebileceğimizin ufak bir simülasyonunu yaşamış gibi hissettim. İnşallah bu hissi ve bu dersi unutmayıp dünya hayatında kalan ömrümü iyi ve güzel için sarf etmeyi istiyorum.


About the Author
Author

ozcelikfu

Leave a reply

Name (required)

Website