Öncelikle belirtmeliyim ki Arapça bilmeyenlerin sıkça belirttiği bazı iddiaların çoğu maalesef yanlış. Arapçayla haşır neşir olmayanların iddiası aşağıdaki gibidir:
Ayette geçen ”EYD” kelimesi mecazdır. Nitekim çoğu ayette ”EYD” güç manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ayette de mecazdır.
İddia sahipleri
Hayır. EYD kökünden gelen ismin YDY (El) ile alakası yoktur. Bizim incelememiz gereken kelime EYD değil YDY’dir.
EYD: Desteklemek, güçlendirmek, onarmak anlamlarına gelir. Türkçe’de ”Teyit etmek, sağlamlaştırmak, Arapça da EYD ile ifade edilir.
YDY: Dokunmak, güç ve üstünlük göstermek, güç, kuvvet, el, onun aracılığıyla (gerçekleştirmek), yardım etmek, saldırmak gibi anlamlara gelir.
Öncelikle Maide 38’de Y-D-Y kökünden geçen ve sonunda YA harfi ي bulunan kelimeyi inceleyelim. Ya harfi nereden çıktı diyebilirsiniz. Gelenekçi tayfa şöyle bir kural koymuş:
”El anlamına gelen kelimenin çoğul formu ile güç anlamına gelen kelime benzer yazılırlar ancak el anlamındaki ید yed kelimesinin çoğulunda kök harfi olan ي yâ harfi ortaya çıkar ve bu yüzden أیدي eydiy şeklinde yazılır. Güç kelimesinde ise sonda bir ي yâ harfi bulunmaz ve أید eyd şeklinde yazılır. İki kelimenin kök harflerinin farklılığı, “el” anlamındaki kelimenin çoğul formunda görünür olan bu ي yâ harfiyle tesbit edilebilir. Buna göre eller ifadesini içeren tüm kelimelerde kelimenin kökündeki ي yâ harfi yazılır.
Erdem Uygan
Kısacası YDY kelimesinin çoğul formunun kökünde YA ي harfi varsa gerçek el manasına gelir diyor. Gelin inceleyelim:
‘Görmediler mi, ellerimizin (أَيْدِينَا )yapıp ettiklerinden, kendileri için nice hayvanlar yarattık da onlar, bu hayvanlara sahip oluyorlar. ”
Yasin 71
Ne hikmetse Allah kendisi için de el kelimesini kullanırken el kelimesinin (YDY) çoğul formunu kullanıyor ve gördüğünüz kırmızı harfle yazılan kelimede YA ي harfi de ortaya çıkıyor. Allah’ın gerçekten eli olacak değil ya! Görüldüğü üzere YDY kökünden gelen el de: ”irade, güç, kuvvet, kudret, iktidar” anlamlarına gelebiliyormuş. İsterse YA harfi olsun isterse YDY olsun. Kendi yorumlarını ayete empoze etmek için Erdem Uygan’ın uydurmuş olduğu bir kuraldan başka bir şey değil bu. Diğer örneklerde:
”Ey iman edenler! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Hani bir topluluk ellerini اَيْدِيَهُمْ size uzatmaya niyet etmişti de Allah onların ellerini اَيْدِيَهُمْ sizden çekmişti. Allah’tan sakının! Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.
Maide 11
”Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle أَيْدِيكُمْ [kendi iradenizle, kendi arzunuzla] işledikleriniz [günahlar] yüzündendir.
Şura 30
Şura 30. ayette kendi ellerinizin (kendi iradenizle, kendi arzunuzla) dendiği zaman ”YA” harfi ortaya çıkmış fakat yine de bu bunun benzetme olmadığı anlamına gelmez. Tabi ki de benzetmedir fakat bu benzetme konusunu ileride edebiyat kurallarıyla göstereceğim.
Görüldüğü üzere el uzatmak yahut el çekmek, irade gibi mecazi anlatımlarda da görüyoruz ki YDY kelimesi sonunda yahut ortasında ”YA” harfi olsa bile mecaz anlamı değişmiyor daha doğrusu ”YA” harfi ile mecaz-gerçek ilişkisinin hiç bir alakası yok. Bu sadece Erdem Uygan’ın yeni Arapça kuralları. Aşağıda görüldüğü gibi Erdem Uygan’ın saçmalıkları gözler önünde:
Kur’an’da یدي ydy kök harflerine sahip kelimeler 110 ayette 120 kez geçmektedir. Bu kelimenin insanın organı olan el anlamını Kur’an’dan kolaylıkla tespit etmek mümkündür… Diğer dillerde olduğu gibi el kelimesinin birçok deyimsel ve mecaz kullanımı hem Arap dilinde hem de Kur’an’da mevcuttur. Ancak bu kullanımlarda da kelimenin “organ olan el” anlamı kaybolmaz. Deyimsel ifadelerin yer aldığı ayetlerde de görüldüğü gibi tüm mecaz kullanımlarına rağmen kelimenin organ olan el anlamı ortadan kalkmamaktadır. Zaten bir kelimenin gerçek anlamı bütünüyle ortadan kalkacak olursa o kullanıma mecaz denmesi de mümkün olmaz.
Erdem Uygan
Eller anlamını kabul etsek dahi bunun mecazi olarak anlamalıyız. Örneğin, eli ağır (yavaş), eli uzun (arakçı, hırsız), eli ayağı kesilmek (güçsüz, dermansız kalmak) gibi.
Erdem Uygan, bizi bu cümlelerinde öyle bir paradoksa sokuyor ki, bir yandan mecaz olan kelime aynı anda gerçek anlam da oluyor fakat gerçek anlamlı kullanılan kelime aynı anda mecaz da olabiliyor. Sembolik Mantık derslerinde işlenen paradoks konusuna malzeme olabilecek türden bir inanış…
Paradoks…
Paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. Çoğunlukla, çelişkili gözüken sonuç veya sonuçların aslında çelişkili tarafları vardır:
“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir”
“Yumurta mı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu yumurtadan?”
Aşağıdaki cümle yanlıştır.
Yukarıdaki cümle doğrudur.
Bunun gibi örneklere bir de Erdem Uygan’ın teorisini ekleyelim: ”Bu bir mecazdır. Bu hem mecaz hem gerçektir. Bu mecaz olsa bile gerçek olması gerektiğini değiştirmez (?)
Pragmatiğin en temel kavramı “bağlam” kavramıdır. Bağlam bir ifadenin anlamını belirleyen koşulların tümüdür. Dilsel bağlam “Bir deyimin anlamını belirlemeye katkısı olan, bu deyimi kapsayan daha geniş deyim” olarak tanımlanır (Grünberg, Onart, vd. 2002).
Belirtildiği gibi bir cümleyi semantik olarak incelerken o cümlede geçen diğer ifadelerle karşılaştırarak anlam yüklememiz gerekir. Yoksa Erdem Uygan’ın dediği gibi ”YA” harfi varsa çoğul formunda, o zaman bu fiziksel el anlamına gelir. Bazı ayetlerde mecaz olsa bile bu deyimdir ve organ olan el anlamı değişmez (!)” dersek büyük bir paradoks içine girmiş oluruz.
Yukarıda özetle: EYD kökünden gelen kelimeyle bizim bir işimiz yok. Bizim işimiz YDY ile olacak. YDY kelimesinin çoğul formunda gerçekten sonda ya da ortada bir ”YA” harfi ortaya çıkar. Fakat bu bunun fiziksel el olduğu anlamına gelmez. Allah, mecazen kendi eli için kullandığı kelimede bile ”YA” (أَيْدِينَا-36:71) harfi kullanmış. Demek ki bunun mecazla ya da gerçekle bir ilişkisi yok. Ayrıca Erdem Uygan’ın aşağıdaki ayeti de tahrif etmesine ne dersiniz?
Eller (الأیدي el’eydiy) ve basîretler sahibi kullarımız İbrahim, İshak, Yakub’u da anlat.
Sâd 38/45
Eller (?) ve gözler (?) sahibi kullarımız İbrahim, İshak, Yakub’u da anlat. (Sad 45)
Elleri ve gözleri olan elçiden ne tür bir ibret alabiliriz ki? Benimde ellerim ve gözlerim var! Ayette denmek istenen şudur: ”Güçlü kuvvetli, bakış ve görüş sahibi kullarımız”. Erdem Uygan bunu da tahrif ederek tahrif listesine bir yenisini daha ekliyor.
Şimdi tekrardan ayeti semantik olarak incelersek:
”Erkek hırsız ile kadın hırsızın güçlerini kesin ki kazandıklarına karşılık bir ceza, Allah tarafından bir caydırma olsun. Allah Aziz’dir, Hakim’dir.”
Maide 38
Kur’an’da bu fiil ister mecaz olarak isterse gerçek anlamında kullanılsın, hepsinde kesip ayırma, koparma anlamları bulunmaktadır. Mesela deyimsel ya da mecazî kullanımlar içerisinde en sık karşımıza çıkanlardan biri dört ayette geçen دابره قطع qata’a dâbirehu ifadesidir. Mecaz olarak kullanılıyor diye burada kelimenin kesme anlamı ortadan kalkmamaktadır. İfade “ardını kesti, kökünü kuruttu” anlamına gelmektedir.
Erdem Uygan
Evet. Yukarıdaki paradoks listemize bir yenisini daha ekleyelim. Arkadaşlar! Bir kelime hem mecaz olup hem de aynı anda nasıl gerçek olabiliyor? Bu nasıl bir tutarsızlıktır. Bu insanlar edebiyat nedir, dil bilim nedir, etimoloji nedir, semantik nedir bilmez mi? Her neyse biz paradoks listemize Erdem Uygan’ın yeni paradoksunu da ekleyelim:
Erdem Uygan Paradkosları
Ayette “yanlış yapanların kökünün, ardının kesilmesi” deyimsel bir kullanım olmasına rağmen azaba uğratılan toplumun tamamen kesilip atılmasından, geriye kimsenin kalmamasından bahsedildiği açıktır. Yani kelimede yine kesip koparma anlamı görülmektedir. Yine ister mecaz, ister gerçek anlamda okunsun, fiildeki kesip koparma anlamının açıkça görüldüğü…
Erdem Uygan
Bir teşbihte dört öge bulunur:
Örneğin “yol yılan gibi kıvrılıyor” dendiğinde, “yol” benzeyen, “yılan” kendisine benzetilen, “kıvrılıyor” benzetme yönü, “gibi” ise benzetme edatıdır.
Allah sana akıl fikir ihsan eylesin Erdem Uygan. Bu nasıl bir mantıktır. Kafandaki cehennem dumanından dolayı asıp kesmek, koparmak, yıkmak diye ayetleri de tahrif ediyorsun.
Erdem Uygan’ın El kesme üzerine yazdığı mini kitap, o kadar yalan ve mantık safsatalarıyla dolu ki cahil kesim kendisinin Arapça bildiğini sanarak ona inanıyor yahut etkileniyor. ”Doğrusu acaba ne, doğruyu nasıl anlarım?” değil de ”acaba çevreme nasıl ters düşmem, nasıl ayeti hevama uydurabilirim” diye yaklaşan bu zalimler bunun hesabını verecek.
“Tabii, elbette! Mesajlarım sana ulaştı, sen onları yalanladın, yersiz bir gurura kapıldın ve hakikati inkar edenler arasına girdin!”
39:59
”Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
6:148
”Bu gibiler kendilerine ulaşmış hiçbir belge ve yetki olmadan Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşurlar: (bu) hem Allah katında, hem de iman edenler nezdinde büyük bir bayağılaşmadır: İşte Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.”
40:35
”Allah’ın ayetlerine kafa tutanlar, işte böyle döndürülürler.”
40:63
Ayette kullanılan “KESME” kelimesi de ilginçtir. KaTaA fiili kullanılır ama bu fiil genellikle MECAZİ kesmeler de kullanılan fiildir. Fiziksel kesme için genellikle KaTTaA kullanılır:
”Onlar ki ALLAH ile yaptıkları anlaşmaya bağlılık sözü verdikten sonra onu bozarlar, ALLAH’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler وَيَقْطَعُونَ ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar kaybedenlerdir.” [Erdem Uygan’a göre buradaki kesme gerçek koparıp atmaymış…]
2:27
”Kesilip لَّا مَقْطُوعَةٍ eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler).”
56:33
Gibi daha bir çok ayette böyle mecaz anlamda kullanılıyor. Bu tabii şeddesiz formu (Qata’a) Maide 38 de geçen formla aynı, şeddesiz.Yani Maide 38 de kesmenin mecazen olduğuna diğer bir delil. Şimdi bir de bu fiilin şeddeli formu olan QaTTa’A formuna bakalım:
”Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim لأُقَطِّعَنَّ ve sonra topunuzu asacağım!”
7:124
İnkar edenlerin arkasını kestik, emri kesmek, yolları kesmek, cennetin nimetleri kesilmez ve benzeri şeklinde daha çok kullanılan form, Maide 38 de geçen şeddesiz formdur. Kuran’da katâ daha çok mecazi anlamda kesmeyi anlattığına göre ayetin fiziki olarak bir el kesmenin olmadığını açıkça görebiliyoruz. Fiziki olarak kesmenin olduğu kelime anlamı bunun şeddeli formu QaTTa’dır. Maide Suresi 38’de geçen kelimenin mecazi olarak kesmek için kullanılan katâ olması ve eli çizmek veya eli kesip kopartmak anlamında kullanılan QaTTa olmaması, kesilmesi gereken elin fiziki değil, güç olması gerektiğini bir kez daha kanıtlar.
Elin koparılıp atılması hükmü, tamamen dinde aşırıya kaçanlar tarafından Allah’a isnat edilmiş bir iftiradır. Işid, daeş vb. örgütler bir yana, elin koparılıp atılması gerektiğini iddia edenler neden bu hükmü yerine getirmiyorlar? Çoğu din tüccarının söyleyip de yapmadığı uygulamalardan birisi de budur. Neden pısırık kalıyorsunuz? Kessenize hırsızın elini? (Tabii kesmezler, kendilerince bazı kriterler uydurmuşlar. Vay efendim mal değerli olacak da, şu kadar şahit olacak da, çete olacaklar da…) palavra! İşte sizin anlattığınız, insanları dinden soğutan İslam bu!
Ayetin başında Müslüman hırsızların elini kesin diye de bir şey yok. Yani bu hüküm herkes için geçerli. Şimdi bir düşünelim, cahilken işlediği bir günah yüzünden bir gayrimüslim’in elini kessek, o adam bir daha İslam’ı hiç merhamet dini olarak bilir mi?
Birçokları ilimsiz bir biçimde kendi keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin sınır tanımaz azgınları çok iyi bilmektedir.
6:119
Bir insan neden hırsızlık yapar?
İşsiz yahut parasız olması, borçlu olması, evine ekmek götürememesi, tembel olup çalışmayı sevmemesi ya da bir hastalık neticesinde hırsızlık yapılır.
İşte tam burada Allah’tan bir caydırıcı ceza vereceğiz ama bakacağız ki bu birey bu hırsızlığı neden yaptı? İşsizse devlet ya da kurumlar yahut toplum olarak iş vereceğiz, aç ise zekat vereceğiz. Kuran’ın neden ısrarla zekat verin diye vurguladığını anladınız mı? Tembel ya da hastaysa tedavi edecek ve psikolojik tedavisini yapacağız. İşte bunu yaparsak ”Hırsızın, hırsızlık yapmadaki GÜCÜNÜ kesmiş oluruz. Cani ve vahşi insanlar, buyurun siz elini koparıp atın, hırsızlığı yapan kişi ne iş bulabilir ne de toplumda güvene sahip olabilir ne de İslam’a daha sıcak bakar. Eli kesilen insan İslam’ı asla sevgi dini olarak değil, vahşet dini olarak bilecektir.
Her hırsızın da eli kesilmez ki yahu!
İlk olarak ayette ceza ile suç arasında dehşetli bir şekilde adaletsizlik vardır. Bir ceket çalan kişinin elinin kesilmesi iğrenç bir cezadır fakat onun hapse atılması yahut çaldığı malın karşılığını vermesi fıtrata en uygun olandır. (Ayette hırsızlık yapan demiş, fakat bunun boyutunu söylememiş. Dolayısıyla ‘’şu kadar mal çalarsa kesilir ama basit bir şey olursa kesilmez’’ demek ayete hüküm eklemek olur.)
Ayette, ”şahit olursa kesin” diye de bir şey kesinlikle yok. Nitekim aynı uygulamayı evlilikte de görüyoruz ki evlilikte de şahit gerekmiyor. Fakat geleneğin İslam’a dayattığı anlayışa göre evlilikte en az iki şahit olması gerekiyor.
Diğer bir hususta, ayeti kesin diye anlayanlara göre bu ayet hırsızları tekrar hırsızlığa düşürmektedir. Çünkü eli olmayan insan karnını doyurmak için tekrar hırsızlık yapacaktır. Ayağı ile kitap yazan, kulağıyla dikiş yapan diye saçma sapan itirazlar ise tutarsızdır nitekim çölün ortasında okuma yazma bilmeyen vasıfsız işçiler ve hatta çöl olmasına gerek kalmadan metropol bir şehirde yaşayan cahil halk sadece ellerini kullanarak ‘’vasıfsız eleman’’ diye çalıştırılıyor. Elleri olmayan yüzlerce insan topluma ve devlete sadece yük olacaktır.
Hırsızın elinin kesilmesi ile Rabbimizin ‘’GAFUR ve RAHİM’’ esmasının ne bağlantısı var? Hırsızlık eden kişi tevbe etse bile eli ne yazık ki geri gelmeyecektir. Kesik el ile bir ömür boyu izzetsizlik ve aşağılanma görecektir. ‘’Bu hırsız, bununla evlenilmez’’ yahut ‘’aman dikkat edin! Eli kesik insan, buna güven olmaz’’. Örneğin günümüzde sicili bozuk olanları bile işe alırken elli kere düşünen patronlar eli kesik olan adama asla güvenmeyecek ve eli kesik olan adam ömür boyu damgalanacaktır.
Yine başka bir husus ise hırsızlığın sadece mal ile değil BİLGİ ile yapıldığı sızıntı şeklinde olan hırsızlıktır. Ya da çok büyük bir firma olan Samsung şirketine ait bir televizyonu, patenti olmadan alıp, başka bir firma bunu sızdırabilir. Şimdi, bunu sızdıran kişinin elini mi, şirketin sahibinin elini mi yoksa hırsızlık olduğunu bildiği halde proje yapan mühendisin elini mi kesmemiz lazım? Bence firmanın gücünü elinden almamız gerek!
Çalma hastalığı olarak bilinen kleptomani, dürtü kontrol bozukluğu sınıfına giren psikolojik bir rahatsızlıktır. Hem hasta hem de yakınları için ciddi sonuçlar doğuran bu hastalık, psikoterapi ve ilaç tedavileri kullanılarak kontrol edilir. Peki bu insanların suçu ne? Tamamen psikolojik bir rahatsızlık olan bu hastalığın pençesindeki insanlar, elleri kesilse bile yine de her türlü imkanla çalmaya devam edecektir. Peki bu insanların elini kesmek mi doğru olan, yoksa gücünü kesip hırsızlık yapmasını engelleyerek tedavi etmek mi? Seçim sizin.
1. Bundan sonraki ayette, kim zulmünden dönerse Allah affederim diyor. Peki, hırsızlık yapan birey sonradan pişman oldu ve tevbe etti fakat el gitti! Yani Allah dönüşü olmayan bir ceza mı verdi? Haşa!
2. Eli kesilen birey ömür boyu işsiz ve muhtaç kalmayacak mı? Belli ki yeniden çalacak, ne de olsa hayat devam ediyor değil mi? Böyle olumsuz bir çözümü Allah önerebilir mi?
3. Allah bizi bir ayetinde uyarmamış mı? Benim kitabımın bir kısım ayetleri muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır. Diğer kısmı ise Müteşabihtir (mecaz ve teşbihleri barındırır). [Ali İmran:7]
4. Bir ayette kelimenin MECAZ ve DÜZ anlamı varsa bugüne kadar o kara zihniyet düşünmemiş diyelim. Hala bu yüzyılda bunların düşünülmemesi ve hala o kara zihniyetin peşinden gitmek ne kadar doğrudur, sorgulanması gerekmez mi? Fiziksel eli örnek alırsak vahşilik ve sefalete düşürme değil midir insanları? Mecaz anlamını aldığımızda işte çağdaş/evrensel düşünce ve doğru olan değil midir? Hem Ali İmran 7. ayeti yerine getireceğiz hem de asıl doğru olanı yerine getirmiş olacağız.
Bu ayet, hırsızlık yapan erkek ve kadınların nesnel olarak ellerinin kesilmesi biçiminde anlaşılarak, İslam ülkelerinin bir bölümünde uygulanmaktadır. Fakat bu ayetten sonra gelen 5:39 ayetinde, yaptığı haksızlıktan sonra pişmanlık göstererek kendisini düzeltenlerin Allah tarafından bağışlanacağı bildirilmiştir. Pişmanlık göstermiş olmanın, kesilmiş elleri yerine getiremeyeceği gerçeği, buyruğun, hırsızlık eylemlerinin önünün kesilmesi olarak anlaşılmasının daha gerçekçi olduğunu göstermektedir.
Geçmişlere uygulanan sünnet (yasa) dan başkasını mı bekliyorlar? ALLAH’ın sünnetinde bir değişiklik göremezsin; ALLAH’ın sünnetinde bir sapma göremezsin.
Fatır 43
”Yeryüzünde bulunan tüm ağaçlar kalem olsa, denizlere yedi deniz eklenerek kullanılsa ALLAH’ın kelimeleri tükenmez. ALLAH Üstündür, Bilgedir.”
31:27
‘’ Yüklerini yükletirken su kabını öz kardeşinin yükü içine koydurttu. Sonra bir çağırıcı: “Ey kervancılar! Siz hırsız kimselersiniz.” diye seslendi. Döndüler ve çağırıcıya, “Ne arıyorsunuz?” dediler. “Hükümdarın su kabını arıyoruz. Onu bulana bir deve yükü ödül var.” dediler. Çağırıcı: “Ben buna garanti veriyorum.” dedi. Yusuf’un kardeşleri: “Vallahi buraya bozgunculuk yapmaya gelmedik; hırsız olmadığımızı da kesin olarak biliyorsunuz.” dediler. “Peki! Eğer yalan söylüyorsanız bunun cezasının ne olduğunu biliyor musunuz?” dediler. Kardeşler dedi: “Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz.” Bunun üzerine Yusuf öz kardeşinin heybesinden önce, öteki kardeşlerin heybelerini aramaya başladı. Nihayet su kabını, öz kardeşinin heybesinden çıkardı. Yusuf’a böyle bir tuzak öğretmiştik. Yoksa Yusuf, Allah’ın dilemesi dışında, kralın dinine göre öz kardeşini alamazdı. Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. “Eğer o çalmışsa, zaten daha önce kardeşi de çalmıştı.” dediler. Yusuf, içinden geçeni onlara açmadı. Kendi kendine, “Asıl kötü olan sizlersiniz ve anlattığınız şeyin iç yüzünü Allah biliyor.” dedi. Kardeşler dediler ki: “Ey vezir! Bunun ihtiyar bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Senin iyilikseverlerden olduğuna inanıyoruz.” “Ne, dedi Yusuf, Allah korusun. Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle birşey yaparsak zalimlerden oluruz.”
Yusuf 70-79
El kesilsin, koparılsın! diyen caniler neden yukarıdaki ayetleri görmezlikten geliyorlar? Allah bize bunları -Haşa- geçmişin masalları (esatirul evvelin) olsun diye mi anlattı? Bilgisizce saptırdığınız insanların da günahlarının bir kısmını yükleneceksiniz, haberiniz olsun:
Onlara, “Rabb’inizin indirdiği şey nedir?” diye sorulduğu zaman, “Öncekilerin masallarını.” derler. Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür!
Nahl 24, 25
Ayetleri kendi kılıflarına uydurmak isteyen akılsızlar şöyle bir iddia uyduruyorlar:
”İyi de orada ki (Yusuf kıssasında) anlatılan hırsızlık cezası, Allah’ın Yusuf’a öğrettiği bir oyun, gerçek değil ki!”
İddia sahipleri
Parmağın ucunun işaret ettiği yere değil de parmağın ucuna bakarsan böyle düşünürsün. Orada anlatılan ”oyun” hırsızlığın cezası değil, bilakis hırsızlığın kendisidir. Yani su kabını kardeşinin çantasına koyması bir oyun. Zaten ayette ”hırsızlığın cezası nedir?” diye Yakub’un çocuklarına soruyorlar. Mısırın kurallarına göre (ayette Rabbimiz: Hükümdarın dinine göre diyor.) onu alıkoyması mümkün değildi. Ama Yakub’un dinine göre hırsızın cezası tutsak edilmek yani alıkonmak olduğunu görüyoruz. Hz. Yûsuf, öz kardeşini yanında alıkoyabilmek için kralın su tasını Bünyâmin’in yükü içine koydu. Sonra da tası onların çaldığını ilân etti. Muhtemelen bu planı Hz. Yûsuf, kardeşi Bünyâmin ile birlikte hazırladı ve onun bilgisi dahilinde tası onun yükü içine koydu. Kardeşlerini suçlayabilmek için de yüklerini görevlilerle birlikte kendilerine hazırlattı. Çünkü yalnız kendi adamlarına hazırlatsaydı böyle bir suçlamada bulunamazdı. Mısır kanunlarına göre hırsızın kendisine el koymak mümkün olmadığı için, Hz. Yûsuf’un adamları, kardeşlerine sorup bu suçun cezasının onların kanunlarında ne olduğunu tespit etmek ve bunu uygulamak istediler. Hz. Ya‘kub’un şeriatında hırsız yakalanarak çaldığı malın karşılığında mal sahibine hizmet ettirilirdi. Hz. Yûsuf, işte bu kanundan yararlanıp kardeşi Bünyâmin’i alıkoymak istedi. Planını buna göre hazırladı (Allah öğretti planı); dikkat çekmemek için aramaya önce diğer kardeşlerinin yüklerinden başladı. Sonunda su kabını Bünyâmin’in yükünden bulup çıkardı. Dolayısıyla onu Mısır’da alıkoydu.
Evet işte İbrahim’in, Musa’nın, Yakup’un ve diğer tüm elçilerin dinine göre hırsızlığın cezası açıkça hırsızı tutsak etmektir. Nitekim Allah’ın Kitabı olan Tevrat’ta da hırsızlığın cezası aynen Kuran’la uyuyor.
Tevrat’tan bize ne olur mu hiç?
Kur’an-ı Kerim’de de Tevrat’ın aslı tasdik edilmiş, onun nur ve hidayete sevk eden bir kitap olduğu vurgulanmıştır.
Aşırılığa kaçmayın ve Allah’ın vahiylerine uyun.
Evet görüldüğü gibi Allah’ın kitabı olan Tevrat ve İncil Kuran’da böyle tarif ediliyor.
Tevrat, Kuran ve İncil’de olan ortak hükmü buraya yazalım:
Tevrat- Levililer/6: 4. Çaldığı ya da haksızlıkla ele geçirdiği şeyi, kendisine emanet edilen ya da bulduğu kayıp eşyayı, 5. ya da hakkında yalan yere ant içtiği şeyi, üzerine beşte birini de ekleyerek, suç sunusunu getirdiği gün sahibine geri vermeli.
Tevrat-Çıkış, 22/3,4: “Hırsız çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiçbir şeyi yoksa, hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır.
Tevrat-Çıkış, 22/12: Ama mal gerçekten ondan çalınmışsa, karşılığı sahibine ödenmelidir.
Not: Mâide suresinin 38. ayetinin geçmiş kitaplardaki bir hükmün nesh edilmiş hali olduğunu düşünelim. Nesihte sonraki hükmün öncekinden daha hayırlı veya aynısı bir hüküm olması gerekir. (Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha hayırlısını veya mislini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kādirdir. 2:106). Yusuf suresinin ilgili ayetlerinden (Yusuf, 12/74-75) öğrendiğimize göre Yakup aleyhisselamın şeriatında hırsızlık suçunun cezası kişinin hürriyetinin kısıtlanmasıydı. Hırsıza verilecek “bilekten aşağı elinin kesilmesi” cezasının “hürriyetten yoksun edilme” cezasından daha ağır bir ceza olduğu malumdur.
“Sanmayın ki ben Şeriatı ve peygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil fakat tamam etmeye geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncaya kadar, şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekutunda kendisine ‘En küçük.’ denilecektir.”(Matta 5,17-19)
”Geçmişlere uygulanan sünnet (yasa) dan başkasını mı bekliyorlar? ALLAH’ın sünnetinde bir değişiklik göremezsin; ALLAH’ın sünnetinde bir sapma göremezsin. (Fatır 43)”
Doğru çeviri:
Bu uygulama, zaten günümüzde ki tüm ülkelerde, hırsızlığın cezası olarak uygulanıyor. Çünkü mantıklı olan ve vicdanen bu hüküm fıtraten en doğru olandır. Zaten dinde aşırıya kaçanlar haricinde el kesen yok. Modern, çağdaş ve refah düzeyinin üst seviyede olduğu ülkelerde uygulanan bu ceza, Allah’ın, Kuran ve Tevrat’ta bize bildirdiği cezadır.
Yapılan hırsızlığa göre cezası da elbette farklı olacaktır. Bir evin içine girip bin lira çalan hırsıza verilecek ceza ile; bakkaldan şeker çalan çocuğun yaptığı hırsızlık bir değildir.
Din adamları bu sorunu fark etmiş ve kendilerince bazı kurallar koymuştur. “Şu kadar çalması lazım, şu olmaması lazım, ancak o zaman elini keseriz.” denilerek, bu hüküm çok az uygulanmıştır. Çünkü bu hüküm Kuran ve fıtrat dışı, akla-mantığa ters ve vicdansız bir ceza olduğu için uygulanmamıştır. Kur’an, “Şu olursa, bu olursa” dememiştir bilakis direkt kesin demiştir. Lütfen sudan sebepler uydurmayalım.
Bu suçu işledikten sonra tövbe edip kendisini ıslah edene gelince, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayıcıdır; merhamet sahibidir. (Maide 38)
Kendini Kuran, Tevrat, Zebur ve İncil’de açıklayan gerçek Tanrı, kesinlikle el kesme cezasını vermemiştir. Bu metod putperest halkların eski zamanlardan beri uyguladığı bir cezadır. Dünyanın en eski kanun kitaplarında bile bu cezayı görüyoruz. İbrahim peygamberinin zamanından önce kalma Asur ve Hamurabi (Babil) kitaplarında görüyoruz ki, nasıl hırsızlık için insanın bedenine zarar veren cezalar veriliyor.
Bu kanunların, putperest tanrıları tarafından verildiğine inanırdılar. Putperestlerin tanrıları, mallara karşı işlenen suçlar için, bedene zarar veren cezalar isterdiler. Gerçek Tanrı ise, mallara karşı işlenen suçlar için bir mal cezası istiyor.
Müslüman yazarlar bile, el kesme cezasının putperest zamanından kalma olduğunu kabul ederler:
Mallara yapılan zarar ve insana karşı yapılan suçların arasında dağlar kadar fark var. Mallar geri çevrilebilir ya da yeniden yerine koyulabilir. Ama bedene karşı yapılan zararlar nasıl ödensin? Kesilen bir el, nasıl yeniden yerine koyulsun? Gerçek Tanrı bu farkı hesaba katıp, yapılan suçuna uygun cezalar veriyor. Gerçek Tanrının hiç bir peygamberi öyle bir ceza uygulamadı, bu cezayı ilan eden, putperestler ve zalimlerdir!
Allah’ın kitabı olan Tevrat’ta, Kuran’da ve İncil’de, gerçek Tanrının prensibini görüyoruz: bedene karşı yapılan suçlar için beden cezaları, mallara karşı işlenen suçlar için mal cezaları.
İbrahim’in torunu Yakub’un 12 oğlu vardı. Ondan biri, Yusuf, ağabeyleri tarafından köle olarak Mısır’a satıldı. Yıllar sonra Firavun’un veziri oldu. Ağabeyleri ekin almak için onun yanına gelince onu tanımadılar. Bir gümüş kadehi çalındıktan sonra, Yusuf ağabeylerine sordu: “Onun cezası ne olacak?” Yakub’un oğulları da cevap olarak dediler: “Kimin heybesinde o kadehi bulursan, o köle olarak satılsın”. Bu olay, hem Tevrat’ta (Yaratılış 44:1-17), hem de Kuran’da geçiyor (Yusuf 12:69-79). Kuran’ın ayetinde, 12:75’te diyorlar ki: “Biz zalimleri böyle cezalandırırız”, yani, kendi aralarında kullandıkları, kendi babaları ve dedelerinden gördükleri sistem buymuş.
Hayır, bu gaddar ve acımasız cezayı ALLAH’A yakıştırmak, O’na küfür etmek demektir. Putperestlerin insanlık dışı cezalarını alıp, onu ALLAH’ın istediği hüküm olarak tanıtmaya kalkan, tam anlamıyla ‘kafir’, yani Allaha küfür eden biri oluyor. Alemlerin Rabbi olan Allah öyle bir ceza vermekten çok ıraktır.
Yoksa onların akılları böyle mi istiyor? Yoksa onlar azgın bir toplum mu?
Tur:32
Selam ve Sevgi ile…
Bu ve benzeri yazılar için:
https://acikkfikir.blogspot.com/?m=1