Hz. Muhammed’in “Akıl Hastası” Olduğu İddiasına Cevap

Hz. Muhammed’in “Akıl Hastası” Olduğu İddiasına Cevap

Bir kimsenin yaşadığınız devletin başkanı olduğunu iddia ettiğini varsayın. İhtimallerden birisi, bu kişinin insanları aldatmak için yalan söylediğidir; bu yalan, bir menfaat elde etmek veya insanlarla dalga geçmek gibi farklı amaçlardan birisi için söylenmiş olabilir. Kişinin konuşma tarzı ve yaptıklarından yalan söylemediğine kanaat getirenler, bu kişinin farklı akıl hastalıklarından birisine sahip olduğunu da düşünebilirler. Ama yaşadığınız devletin bir başkanı varsa, o zaman elbette “başkan” olduğunu söyleyen bir kimsenin gerçekten de başkan olması da mümkündür. “Başkan” olduğunu iddia eden birçok akıl hastasının varlığı gerçek bir başkanın olduğu gerçeğini değiştirmez. “Başkan” iddiasında bulunanların çoğunluğunun ya yalancı ya da akıl hastası olması birçok kişiyi yanıltmaktadır. Eğer ki yaşadığınız devlette bir başkan olmadığı veya iddiada bulunan kişinin başkan olmadığı gösterilemezse, “yalancı” ve “akıl hastası” şıklarından birisinin kesinlikle doğru olduğu söylenemez. Aynı şekilde Allah’ın var olmadığı veya Hz. Muhammed’e gelen Kuran’ın Allah’ın mesajı olmadığı gösterilmeden Hz. Muhammed’in “Allah’ın elçisi” olduğu şıkkı reddedilip; “ya yalancıdır ya da akıl hastasıdır” denilemez. Fakat günümüzdeki birçok ateist veya deist (Tanrı’ya inanan dinsiz), böylesi bir temellendirmeye gerek duymadan, a priori (baştan) olarak Hz. Muhammed’i bu iki şıktan birinin içinde değerlendirme yanlışına düşmektedirler.

Önceki başlıkta “yalancı” iddialarını değerlendirdim. Bu başlıkta, Hz. Muhammed’in “Allah’ın elçisi” olduğu iddiasını reddedenlerin başvurduğu diğer yol olan “akıl hastası” olduğu iddiasını inceleyeceğim. Onun davası için fedakarlıklarını değerlendirenlerin bir kısmı, bu kadar fedakarlığın ve böylesine bir tutkunun bir “yalan” uğruna tercih edilmesini mümkün görmediklerinden kendilerince daha iyi bir alternatif olduğunu düşündükleri bu yola sapmışlardır. Bazıları bambaşka nedenlerle de bu alternatifi tercih etmişlerdir. Fakat bu yol, birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Aşağıda bunları göstermeye çalışacağım.

Elbette Hz. Muhammed hakkında bir karar verilecekse; bu, onun eliyle bize ulaşan Kuran’ın incelenmesi suretiyle olmalıdır. Öncelikle bundan önceki bölümlerde incelenen, Kuran’daki olağanüstülüklere örnek olarak verdiğim iki hususu ele alıp, bunları “akıl hastası” iddiası açısından kısaca değerlendireceğim. Sonra ise Hz. Muhammed’in “akıl hastası” olduğunu ifade edenlerin en çok dile getirdikleri iki iddia olan “şizofreni” ve “epilepsi” iddialarını kısaca inceleyeceğim. Birinci örnek olarak “Genişleyen Evren” başlığında ele alındığı gibi Kuran’ın evrenin sürekli genişlediğini haber vermesini ele alalım. 1920’li yıllarda ortaya konulan, modern kozmolojinin en önemli bulgularından biri (belki de en önemlisi) olan bu olgu; gerek teorik alandaki gerek gözlemsel kozmolojideki birçok gelişmenin birleşmesiyle ortaya konulabilmiştir. Makul bir iddia olmamakla beraber, Hz. Muhammed’in, yaşadığı çağın en önemli fizik bilgini olduğunu iddia etmek bile 7. yüzyılda bu olgunun söylenmiş olmasını açıklayamaz. Çünkü o asrın imkanlarıyla bu olgunun bilinmiş olması mümkün değildir. Fakat bunun yanında “akıl hastası” iddiasında bulunanları ilave zorluklar beklemektedir. Bu iddiada bulunanlar, o asrın en önemli fizik bilgininden söylenmesi beklenmeyecek açıklamaları bir “akıl hastasının” yaptığını iddia etmiş olmaktadırlar. Kuran’ın ilahiliğini reddedenlerin “Muhammed menfaat için yalan söyledi” iddiasına karşı Kuran’daki bu tip açıklamaların, hem kendisine hem de o dönemin insanlarına hiçbir menfaat sağlamayacağı ifade edilince, “akıl hastasıydı” bu yüzden bunları uydurdu denilerek, menfaat için bunların söylenmiş olamayacağı açıklaması savuşturulabilir. Fakat bu yolu tercih edenlerin, savundukları pozisyon olan “akıl hastası” iddiası, menfaat için uydurma iddiasından onları daha da sıkıntılı bir duruma sürüklemektedir. Kozmolojinin en önemli bilgilerinden birinin, bir “akıl hastasının” halüsinasyonları gibi sebeplerle söylenmiş olduğu gibi çok çaresiz bir izaha başvurulmuş olunmaktadır.

İkinci örnek olarak “Rahim Duvarına Asılma” başlığında ele alındığı gibi, Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki bilim seviyesiyle bilinemeyecek olmasına rağmen, Kuran’da anne rahmindeki ceninin gelişimi tarif edilirken, ceninin daha ilk evrelerde rahim duvarına asılmasına dikkat çekilmesini, “akıl hastası” iddiası ile beraber değerlendirelim. Binlerce yıl, biyoloji ve ceninin anne rahmindeki gelişimi alanlarında çalışan birçok bilim insanının, anne rahmindeki ceninin gelişim aşamalarının nasıl olduğunu anlamaları mümkün olmadı. Ancak mikroskopların icadı ve geliştirilmesiyle çıplak gözle anlaşılamayacak bu sürecin gözlemlenmesi ve anlaşılması mümkün oldu. Bu hususta da; “Muhammed menfaat için yalan söyledi” iddiasına karşı Kuran’daki bu tip açıklamaların hiçbir menfaat sağlamayacağı ifade edilince, “akıl hastasıydı” bu yüzden bunları uydurdu denilerek, menfaat için bunların söylenmiş olamayacağı açıklaması savuşturulabilir. Fakat bu yola başvuranlar, “yalancı” iddiasından savunulması çok daha zor bir pozisyonda kendilerini bulurlar. Bir “akıl hastasının” bahse konu alanda çalışan hiçbir bilim insanının, mikroskoplar geliştirilmeden önce tespit edemediği bir hususu tespit ettiğini veya böylesi ifadeleri rastgele bir şekilde ifade ettiğini söylemek hiç de makul bir açıklama değildir. Kısacası daha önceki bölümlerde görüldüğü gibi Kuran’daki, evrenin derinliklerinden denizlerin altına, anne rahmindeki oluşumlardan tarihle ilgili anlatımlara kadar olağanüstülükler, Hz. Muhammed’in kendisinden konuşmadığını, kendisine Allah’ın vahyettiklerini aktardıklarını onaylamaktadır. Burada ise görüyoruz ki, Hz. Muhammed’in “Allah’ın elçisi” olduğunu reddedenlerin başvurduğu iki yol olan “yalancı” ve “akıl hastası” iddialarının hangisi tercih edilirse edilsin, bu iddiaları yapanları birçok zorluk beklemektedir.

Her türlü “akıl hastası” iddiasına, 7. yüzyıldaki üstün akıllı bir insan veya insan topluluğunun bile Kuran’ın içeriğini oluşturamayacağı, “akıl hastası” iddiasının bu iddia sahiplerini ilave zorlukların içine sokacağı söylenerek cevap verilebilir. Fakat bununla yetinmeyerek, en çok dile getirilmiş iki iddia olan “şizofreni” ve “epilepsi” iddialarını kısaca değerlendirip, bu iddia sahiplerini bekleyen fazladan zorlukları da göstermeye çalışacağım. Öncelikle “şizofreni” iddiasından başlayalım. Dünyada birçok hastaya şizofreni teşhisi Amerika Psikiyatri Birliği’nin hazırladığı DSM-5 kriterlerine göre konulmaktadır. Bu kriterlere göre bir şizofreni hastasında mutlaka olması gelen özelliklerden bir tanesi sosyal ilişkilerinde ve yaptığı işle ilgili sorumluluklarını yerine getirmede ciddi işlev bozukluğu olmasıdır. Oysa Hz. Muhammed, bunlarda bir bozukluk olmak bir yana, gerek sosyal ilişkilerinde gerekse yaptığı işle ilgili sorumluluklarını yerine getirmekte çok başarılıydı. Dini geniş kitlelere tebliğ ederken sorumluluklarını çok başarılı şekilde yerine getirmesi sayesinde, daha önceden dikkat çekildiği gibi her alanda sıfır noktasından başlamış olmasına rağmen, daha yaşarken büyük bir başarıya tanıklık etti. Bu başarıyı gerçekleştirirken hem yanında kendisiyle beraber hareket eden dostlarıyla hem ailesiyle çok başarılı sosyal ilişkiler kurdu. Şu Kuran ayeti, onun çevresiyle kurduğu sağlıklı ilişkiyi anlatan ayetlerden bir tanesidir:

3-Ali İmran Suresi 159: Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için bağışlama dile. İş konusunda onlara danış. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a dayanıp güven. Şüphesiz Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

Etrafındakilere yumuşak davranması, etrafındakilerin peygamber olduğuna inanmasına rağmen “Ben her şeyi bilirim; siz kimsiniz” demeden onlara danışması ve çevresiyle sevgiye dayalı ilişkiler kurması Hz. Muhammed’in sosyal ilişkilerini sağlıklı şekilde kurduğunu gösteren delillerden bir tanesidir. O, şizofrenlerde yaygın olarak gözlenen, etrafındakilere karşı saldırgan tutumdan uzak olmuştur. Bırakın peygamber olduğuna inanılan bir kişiyi, bir mahallede etrafına bir kitle toplayan sahtekar din adamlarının veya modern dönemin New Age tarikatlarında etraflarına bir kitle toplayan guruların çoğu, kendilerini “çok önemli” gören yanlarındaki insanlara danışmadan onları mutlak hegemonyaları altına almaya çalışmaktadırlar. Oysa Hz. Muhammed, kendisine gelen vahiyle, etrafındakilere danışması gerektiğini kitlelere açıklamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlerde, gerek ailesi gerek arkadaşları gerek ümmet ile kurduğu sağlıklı sosyal ilişkilerin birçok örneği aktarılmıştır.

Şizofreni genelde genç yaşlarda başlayan bir hastalıktır. Oysa Hz. Muhammed “Allah’ın elçisi” olduğunu 40 yaşlarından itibaren belirtmiştir. Nitekim 10-Yunus Suresi 16. ayette, Hz. Muhammed’in, kavmine, “Daha önce sizin aranızda belli bir ömür geçirdim. Hiç düşünmüyor musunuz?” demesi söylenmektedir. Onun mesajını inkar eden ve onun peygamberlik iddiası öncesindeki 40 yılını bilenler dahil hiç kimse, Hz. Muhammed’in 40 yaşından önce de peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylememiştir. Ayrıca genelde şizofrenlerin en yakınlarından başlayarak çevresindekilerin büyük kısmı akli rahatsızlıklarını fark eder; oysa Hz. Muhammed’in çevresindeki geniş kitle onun peygamberliğini ve akıl sağlığının yerinde olduğunu tasdik etmiştir.

Şizofrenlerden genelde beklenen özelliklerden birisi organize bir şekilde konuşamamalarıdır. Oysa Hz. Muhammed’in düşmanları, onun, güzel söz söyleme yeteneği sayesinde insanları etkilediğini ve Kuran’ı yazdığını söyleyerek “Allah’ın elçisi” olduğunu reddetme yoluna gitmişlerdir. Bunun yanında şizofrenlerin, sıklıkla, kişisel bakımlarını düzgün yapmadıkları, hijyen kurallarını gereğince gözetmedikleri de bilinmektedir. Oysa Hz. Muhammed’in gerek şahsi uygulamalarıyla ilgili aktarımlar gerek İslam dininin bir parçası olan ibadetler, kişisel bakımını ihmal etmek bir yana, ciddi şekilde önemsediğini ortaya koymaktadır. “Elbiseni temiz tut” (74-Müddessir Suresi 4) gibi Kuran ayetleriyle ve abdest gibi uygulamalarla temizlik İslam dininde önemsenen bir unsur olmuştur ve Hz. Muhammed eylemleriyle Kuran’ın bu emirlerinin uygulanmasının en güzel bir örnekliğini sunmuştur. Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde, günümüzde şizofrenlerin aldığı ve hayatlarındaki olumsuzlukları oldukça azaltan ilaçların var olmadığını da hatırlayalım. Kısacası şizofren teşhisi koymak için mutlaka aranan işlev bozukluğu gibi özellikler de şizofrenlerde olması yüksek olasılıkla beklenen özellikler de; Hz. Muhammed’in şahsi özelliklerinde, etrafıyla kurduğu ilişkilerde ve Kuran’ın mevcut içeriğinde gözlemlenmemektedir.

Hz. Muhammed’in “akıl hastası” olduğunu iddia edenler, onun insanları yalanla aldatmadığını fakat halüsinasyonla gerçeği karıştırdığı için kendisinin aldandığını söylemeye çalışmışlardır. Onun vahiy almasının mümkün olmadığını kabul ettikleri için, halüsinasyonla gerçeğin karıştırıldığı akıl hastalıklarından birisine sahip olduğunu düşünmüşlerdir. Ellerinde bir delil olup da böylesi iddialarda bulunmadıklarını fakat baştan vahiy almayı mümkün görmedikleri için böylesi iddiaları ifade ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirim. Halüsinasyonla gerçeği karıştırmada karşılarına çıkan bir alternatif önceki satırlarda ele alınan “şizofreni” olmuştur; diğer bir alternatif ise “epilepsi” (sara) hastalığıdır, bunun da özellikle “temporal lob epilepsisi” çeşididir. Bu hastalığa sahip olanların beyinlerinin şakak bölgesine denk gelen ve hafıza ile duygulanım gibi önemli işlevlerle ilgili olan temporal lobunda bozukluk olmaktadır. Bu bölgeden kaynaklı krizlerin neticesinde aslında tadılmamış tatlar veya koklanmamış kokular algılanmış gibi, önceden tanık olunmuş bir görüntü tekrar algılanmış gibi (deja vu), görülmemiş görüntüler görünmüş gibi hisler oluşabilmektedir. Bu krizlerden sonra konuşma zorluğu, kriz geçirdiğinin farkında olmama ve aşırı uyku hali görülebilir. Burada dikkat edilmesi gerekli husus, bu halüsinasyonların sistemli ve anlamlı görsellerden oluşamayacağıdır. Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde gösterilmeye çalışıldığı gibi Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemin çok üstün zekalı bir kişisinin veya topluluğun bile Kuran’ı yazdığını ifade etmek mümkün değildir. Eğer bir kişi Kuran’ı, beyindeki bir hastalığın neticesinde ortaya çıkmış halüsinasyonların neticesi olan bir eser olarak göstermeye kalkarsa; kendisini savunulması çok daha zor bir pozisyona sürüklemiş olacaktır. Epilepsi krizi geçiren kişi, bu krizden sonra mantıklı ifadelerde bulunmaz, oysa Kuran’da çağı çok aşan ifadeler söz konusudur. Hz. Muhammed, aldığı her vahiyden sonra insanların inanç ve eylem alanını düzenleyen mesajlar iletmiştir. 23 yıl boyunca gelen bu mesajların birbiriyle uyumu ile çelişki içermemesi önemlidir ve bu özellik bir epilepsi hastalığından kaynaklanan halüsinasyonlara atfedilemez. Nitekim Kuran’da, Kuran’ın iç tutarlılığının önemli bir husus olduğuna dikkat çekilmiştir.

4-Nisa Suresi 82: Kuran’ı iyice incelemiyorlar mı? Allah’tan başkasından olsaydı onda birçok çelişkiler bulacaklardı.

Temporal lob epilepsisi hastalığına sahip birçok kimsede otobiyografik hafıza problemi tespit edilmektedir. İngiltere’de yapılmış bilimsel bir çalışmada bu hastaların % 70’inde hafıza sorunu olduğu gözlemlenmiştir. Oysa Hz. Muhammed’in hayatına ve başardıklarına baktığımızda bunun aksi bir durumla karşılaşmaktayız. Temporal lob epilepsisi hastalarında sıkça görülen diğer bir sorun konuşma zorluğudur. Bu hastalığı olanların % 40’ı konuşma, isimlendirme ve kelime bulma konusunda sorunlar yaşamaktadırlar. Oysa Hz. Muhammed, anlamlı ve insanlarda değişim oluşturacak düzeyde etkili konuşmasıyla ünlüdür. Epilepsi hastalarında olması muhtemel duygu ve davranış bozuklukları da Hz. Muhammed’de gözlemlenmemiş; o, birçok insanı kolayca bozabilecek seviyede çevresindekilerin üstünde karizma ve otoriteye sahip olmasına rağmen, çok normal duygu ve davranış örnekleri sergilemiştir. Kısacası temporal lob epilepsi hastalığına sahip olanların taşıdığı özellikler; Hz. Muhammed’in şahsi özelliklerinde, etrafıyla kurduğu ilişkilerde ve Kuran’ın mevcut içeriğinde gözlemlenmemektedir. “Akıl hastalığı” iddiası, Kuran’ın içeriğinin nasıl oluştuğu açıklanmaya kalkıldığında, bu iddia sahiplerini içinden çıkılmaz zorlukların içine sokan bir iddiadır.

Not: Bu yazı, Prof. Dr. Caner Taslaman’ın “Neden Müslümanım” isimli kitabından alınmıştır. Kitabı ücretsiz olarak okumak ve indirmek için tıklayınız: https://www.canertaslaman.com/2020/09/26/neden-muslumanim/


About the Author
Author

Editor 4

Leave a reply

Name (required)

Website