Hayatımızdaki Önceliklerimiz

Hayatımızdaki Önceliklerimiz

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.” “Neyin simgesi” diye sordu çocuk. “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.” Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?” Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!”

Aynen içimizdeki iyilik ve kötülüklerde olduğu gibi hangi yönümüzü daha iyi besleyip güçlendirirsek, artık zamanla o bizim değil, biz onun esiri haline gelmekteyiz. Allah’ı hayatının merkezine koyarak emir ve yasaklarına en güzel şekilde uymaya çalışan insanlar, bu yönlerini güçlü kılar ve hangi durumda olurlarsa olsunlar Allah’a ve emirlerine olan bağlılıklarından en ufak bir taviz dahi vermezler. Ama dünya tutkularını, gelip geçici zevk ve mutlulukları tercih edenler için durum farklıdır. Bu gibi kişilerin hayattaki önceliklerini nefisleri ve arzuları belirler. Bu yönlerini güçlendirdikçe farkında olmadan manevi yönlerini zayıflatırlar. İnsanların genel özellik ve davranışlarını çoğu zaman hayatlarındaki öncelikler belirlemektedir. Neye değer veriyorsa insan onun peşine takılmıştır hep. Sürüklenip durmuştur bir anlamda amaç edindikleri uğrunda. Durum böyle olunca da dünyanın bu denli değerli bir yer olarak görülmesi ve uğruna hayatların heba edilmesi de kendi içinde anlaşılabilir bir şeydir şüphesiz. Nefsinin esiri olur insan. Adeta ilah edinerek nefsini, teslim olur tutkularına.

Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? (Furkan Suresi, 43. Ayet)

Soralım bir an kendimize. Hayatımızdaki önceliklerimiz neler diye. Ailemiz, malımız-mülkümüz, zevk ve eğlencelerimiz, şerefimiz, namusumuz, itibarımız, şan ve şöhretimiz, sağlığımız, evimiz, arabamız ya da çok basit bir becerimiz. Anlamlı olup olmadığına bakmadan hoşumuza giden bir şey için harcadığımız saatlerimiz, günlerimiz. Bir dizi örneğin kimi zaman. Yeni bölümün gelmesi için günleri hiçe sayarak geçip gitmelerine razı olduğumuz. İzlerken televizyonun içine girecek kadar başında kilitlendiğimiz. Kimi zaman ocakta bir yemeği yaktığımız, kimi zamansa çok sıkışmamıza rağmen tuvalete bile kalkamadığımız. Tüm hafta boyunca kritiğini yaptığımız. Bir sonraki bölümde neler olacağını tahmin etmeye çalıştığımız. Ya da örneğin tuttuğumuz takımın maçları. İzlerken zıvanadan çıktığımız. Bazen de insanlıktan. En yakın arkadaşların bile çoğu zaman birbirine düştüğü bir maç. Uğruna stat önlerinde saatlerce beklemeyi, yağmur çamur demeden destek vermeyi, bazen de çıkışında sopa ya da şişe yemeyi göze aldığımız takımımız. 90 dakikalık bir maçın saatler hatta günler süren yorum ve analizlerini takip etmemiz.

Hayranı olduğumuz kişiler. Bir pop şarkıcısı örneğin ya da bir sporcu veya bir dizi oyuncusu. İzlerken ya da dinlerken çoğu zaman kendimizden geçtiğimiz. Konser alanlarında sıkışıp, itilip kakılmayı göze aldığımız. Sahneden atacağı bir aksesuarını kapmak için vahşi bir pantere dönüşebildiğimiz. Uğruna gözyaşları döktüğümüz, isimlerini kalbimize kazıdığımız. Posterleriyle odalarımızı süslediğimiz. Hakkında çıkan haberleri takip ettiğimiz. Hayali aşklar kurduğumuz. Bir kez yakından görebilmek ya da elini tutup yanağından öpebilmenin hayatımızda başka hiçbir şeyin yerine geçmeyeceği.

Hep birileri gibi olmak isteriz. Ama çoğu zaman bu birileri önemsiz işler peşinde koşan ve genel itibariyle insanlığa çok da faydası olmayan kişilerdir. Hayranlık duyduğumuz insanları düşünelim. Kendi mesleklerini icra etmek dışında insanlığa ne gibi faydalar sağlamışlar? Zaman zaman göstermelik ya da reklam amaçlı sorumluluk şovlarının kime ne faydası olmuş bugüne kadar? Tabi ki samimi olarak gönülden bu gibi faaliyetlerde bulunan güzide insanlar bunun dışındadırlar. Zaten genelde onların kimler olduğunu bilmek de oldukça zordur.

“Allah var” demesine rağmen yokmuş gibi yaşayan insanlar için dünyevi basit bir şey mi, yoksa Allah mı daha önemlidir? Saçının dökülmesini ya da yüzünde çıkan bir sivilceyi kendine dert edindiği kadar, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi dert edinmeyen insan sayısı önemsenmeyecek kadar az mıdır? Kendine dert edindiği şeyler ayağına uygun numarasını bulamadığı pembe bir bot, başını ve en heyecanlı yerini kaçırdığı bir dizi, sevgilisine gönderdiği mesaja aldığı cevabın geç olması ya da beş dakika sonra yenisi gelecek olmasına rağmen ucu ucuna kaçırdığı metro olan birinden böyle büyük şeyler beklememek mi gerekir? İnsanlar müslümanız dediler diye onlardan müslümanlıklarının gereklerini beklemek çok mu saçma bir şey? En ufak bir dünyevi menfaatiyle çelişen dini bir emrin terk edilmesi bu kadar kolay mı? Ya da bizim için büyük bir şeyle örneğin hayatımızla. Bir fıkra geliyor aklıma:

Müslüman olmayan bir adam elinde büyük bir bıçakla camiye dalar ve sorar: Aranızda Müslüman olan var mı? Korkudan kimse bir şey diyemez. Birazdan yaşlı bir adam ayağa kalkar: “Ben Müslümanım” der. Bıçaklı adamla yaşlı adam camiden çıkarlar. Adam dışarıdaki koyunları gösterip: “Amca, bunları kurban edip fakirlere dağıtmak istiyorum ama ben beceremem yardım eder misin?” Yaşlı adam epey bir hayvanı kestikten sonra “ben yoruldum başka birini bul” der. Adam bu sefer kanlı bıçakla yine camiye girer ve sorar: “Aranızda başka Müslüman var mı?” Az önceki yaşlı adamı doğradığını düşünen cemaat çok korkar ve herkes aynı anda imama bakar. İmam: “Ne bakıyorsunuz bana. İki rekât namaz kıldırdık diye hemen Müslüman mı olduk?”

Allah’a inanmakla müslüman oluyorsa da insan, gereklerini yerine getirmedikçe iman etmiş sayılmıyor esasen. Dünyevi her işe fırsat bulup zaman ayırırken, gerçek dünyasını ihmal ettiğinin farkına dahi varmadan göçüp gidiyor bu dünyadan. Çok küçük bir dünyevi menfaatiyle çeliştiğinde dinsel bir emri yok sayabiliyor bir hiç uğruna. Bir anlık zevk ve gaflet esir ediyor insanı tutkularına. Dünya hayatının dış yüzü lezzetli ve hoş bir şeker gibidir. Gerçekte ise içinde zehir ve aldatıcı bir sarhoşluk barındırır. Onun dış görünüşüne aldananlar şeker yiyorum sanır. Ama içine daldığında ölümcül bir zehir ve pisliğe bulaşır.

Bir işe başvurduğunuzu düşünün. Üstelik bu işe kabul edilmeniz sizin için çok önemli olsun. Ama patronunuzun sizden garip bir isteği var. Her sabah işe gelmeden önce Çamlıca tepesine çıkarak size vereceği dijital fotoğraf makinesi ile saat tam 07.30’u gösterdiğinde boğazın fotoğrafını çekmenizi ve düzenli olarak bu fotoğrafları kendisine getirmenizi istediğini farz edelim. Şayet her sabah düzenli olarak bu isteğini yerine getirirseniz sizi işe alacağını ve tatmin edici bir maaş ödeyeceğini söylüyor. Muhtemelen pek çok insan kendisine garip gelmesine ve anlaşılır bir nedeni olmamasına rağmen bu isteği kabul edecek ve her sabah düzenli olarak Çamlıca tepesine çıkarak saat 07.30’u gösterdiğinde patronunun bu isteğini yerine getirecektir. Ama aynı pek çok insan Allah’ın kendisinden istediği bir şeyin nedenini sorgulamakta ve çok da anlamlı gelmediği inancından hareketle yerine getirmeye gerek duymamaktadır. Zira öncelikleri vardır hayatta. Kendisine o hayatı verenin kurallarını hiçe sayabildiği öncelikleri.

Kendisini çok akıllı sanmasına rağmen pek çok insanın kendisinden daha akıllı olduğuna inandığı birileri vardır hayatta. İşyerindeki müdürü, üniversitedeki hocası ya da bir arkadaşı. Veya herkesçe kabul edilen ve aksinin iddia edilemediği zekâlar vardır tarihte. Bir Newton örneğin ya da Einstein. İnsan bilir bu kişilerin kendinden çok daha zeki olduğunu. Hayranlık duyar çoğu zaman. Oysaki hem kendi zekâsını hem de kendisinden üstün tüm zekâları yaratan yüce bir Varlık olduğunu unutur. Allah’ın herkesten daha zeki olup, her şeyi daha iyi bileceğini anlayamaz. Tüm işlerinde mutlaka bir hikmet olacağını sezinleyemez. Eğer Allah kulundan bir şey istiyorsa o istediği şeyde kişi için türlü faydalar olacağını kestiremez.

“Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216. Ayet)

Neden var olduğunu bir kez olsun sorgulamayan insan Allah’ın pek çok emrini sorgulamaya kalkar. Kiminle muhatap olduğunu unutur. Sınırlı aklı ile sınırsız akıl sahibine akıl vermeye cüret eder. Oysa ayetin ifadesiyle Allah onları sorgulayacak olmasına rağmen onlar Allah’ı sorgulayamazlar (Enbiya Suresi, 23. Ayet).

Sonra kimin kime muhtaç olduğunu da unutur insan. Şüphesiz Allah hiç kimseye muhtaç değildir. İnsan ise kendisini yaratan Allah’a muhtaçtır. Muhtaç olduğunu bilir ama bir kulun Yaratıcısına göstermesi gereken bağlılık, sadakat ve takva ile değil, şımarık bir çocuğun babasından istekleri gibi isteklerde bulunur. Şikâyet eder. Memnuniyetsiz olur. Nankörlük yapar. Akıl vermeye kalkar. Gönülden inanan biri ise Allah’ın her şeyi en iyi şekilde bilip yerine getireceğinden en ufak bir şüphe duymaz. Ona güvenir, teslim olur. Rabbim benden daha iyisini bilir der.

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 3

Leave a reply

Name (required)

Website