Mezhepler

Mezhepler

Mezhepsiz!

“Dinlerini parçalara ayırıp grup grup olanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra onlara durumlarını haber verecektir.” (En’âm 159)

Mezhepsiz!

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılık ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Âli İmrân 105)

Mezhepsiz!

“O’na yönelin, O’nu sayıp dinleyin. Salâtı ikame edin ve müşriklerden olmayın. Onlar ki dinlerini parçaladılar ve gruplara ayrıldılar. Her grup, kendilerinde bulunan ile sevinip övünmektedir.” (Rûm 31-32)

Muvahhidleri, mezhepsiz diye fişleyen dindarlara tokat gibi inen bu âyetler, mezhepli ve mezhepçilerin yalnızca gafletlerini artırıyor ve uyuşmuş yüzlerinde hiçbir şey hissettirmiyor.

Gözlerinin önüne apaçık biçimde sunulan âyetlere aldırış etmek bir yana, gerçeklerden yaban eşekleri gibi kaçıyorlar.

Mezhepsizliği, dinsizliğe denk tutan bu adamlardan, bir mezhebe bağlı olmanın gerekliliğini anlatan sonsuz sayıda saçmalık dinleyebilirsiniz.

Fakat bir tek âyet dinleyemezsiniz!

Dinlerini mezheplere bölenler için apaçık uyarılar olmasına rağmen, zorlama çıkarımlarla olmayana tâbi olurlar ve bu kadar müslüman yanlış biliyor olamaz deyip, kendileri de bâtılın treninde yol alırlar.

“Bu kadar adam yanlış biliyor olamaz”

Ve fakat bu kadar adam dedikleri sayıdan daha yüksek sayıdaki hristiyanlar için, “bu kadar adam yanlış biliyor olabilir” diyebiliyorlar.

Hayret..!

Demek ki dilleri dönüyor. İyi…

“Bu kadar yıl teeee 1300 küsür sene, bunca müslüman geldi geçti akıl edemedi, bir sen akıllı çıktın!”

Cevaben;

“Bu kadar yıl teeee 1800 küsür sene, bunca hristiyan geldi geçti akıl edemedi, bir sen akıllı çıktın ey müslim. Milyarlarca papaz, rahip, dindar, İsa Tanrı’nın oğludur dedi, sen; değil, kulu ve elçisidir diyorsun.”

Pes…

Bu kadar adam yanlış biliyor olabiliyor muymuş? Olabiliyormuş…

Ama bizimki doğru! Onlarınki yanlış! Onlar kaka, onlar pis. Biz temiz, biz mis.

Bunun cevabını yüce yaratıcımız versin;

“Kim Rahman’ın mesajına aldırış etmezse, ona bir şeytan musallat ederiz de o, onun arkadaşı olur. Muhakkak bu şeytanlar onları yoldan çıkarır. Buna rağmen onlar, doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhrûf 36-37)

“O, bir grubu doğru yola iletti, bir grup da sapıklığı haketti. Onlar, şeytanları, Allah’tan başka dostlar edindiler ama kendilerini doğru yolda sanıyorlar.” (A’râf 30)

“Doğru yolda olduğunu sanmak”

Bu, her inananın kendi inancının, geçerli inanç olduğuna inanması demektir.

Demek ki bunca inanç çeşidi varken, deliller üzerine inanmak şarttır, gereklidir, mecburidir.

“Sünnîyim, Aleviyim, Hanefiyim, Şafîyim, Cemaatçiyim, Tarikatçıyım, Şuyum, Buyum” diye kendisini afişe edenler şunu bilmelidirler ki, Allah, kitabında bizleri yalnızca Müslümanlar olarak adlandırmıştır.

Bir kişinin çıkıp da, ben Sünnîyim ama Müslümanım veya ben Aleviyim ama Müslümanım demesi, ben siyahım ama yeşilim demesi gibi saçma ve mantıksızdır.

Eskiden, Sünni inancına sahip birisi olarak şunu çok net söyleyebilirim ki; Sünnî ve Şii akılla İslâm’ı anlayabilmenin imkânı yoktur. Çünkü İslâm, bilinenin ötesinde bambaşka bir şeydir.

Akılla mağlup edilebilen her din, her inanış, uydurmadır ve bu inanışları benimseyen herkes, kendini doğru yolda zanneden yanlış yoldakilere birer örnektir.

Akla en uygun ve kıyamete kadar mağlup edilemeyecek olan tek din, Allah’ın barış dîni İslam’dır.

Mezheplerin içeriğinden ziyâde, bir bütün olarak mezheplerin varlığından bahsetmek istediğim için, derinlere dalıp kafa karıştırma niyetinde değilim. Sanırım çoğu inanan, mezheplerin, mezhep içi mezheplerin oldukça karmaşık bir ağ olduğunu bilir.

Bu devâsa kütüphaneyi ne kadar minimize edip gereksiz fazlalıkları budasak da, kalanın, insan dîni olduğu gerçeği değişmiyor.

Salt gerçek olan Tanrı’nın kitabında, ayrıntı olmadığını düşünerek mezhepleri mecburi gören zihniyet, Bakara sûresinde, ineği, ilk emirde kesmek yerine, neyi, nasılı, rengini sorarak ayrıntılarla durumu zorlaştıran ve Allah’ın eleştirisine mâruz kalan yahudilerin düştüğü duruma düşüyor.

“Önündeki çorbayı iç!”

Bu emre, bir Mümin çorbayı içerek cevap verir.

Hangi elimle, kaşıkla mı kafama dikerek mi, höpürdeterek mi şapurdatarak mı, oturarak mı ayakta mı gibi şeytani sorular, ancak kendisine bu emrin yetmeyeceğini düşünenler tarafından sorulabilir.

Bu, Allah’ın kitabında özü verilen emre, ayrıntılar ekleyip onu dinleştiren mezheplerin örneğidir.

Namaz kılarken ayakta dur denildiğinde, ayakta duruken elimi nereye koyayım diye sormak gibi.

Cünup iken, git yıkan ve temizlen denilen Kur’an’a inat, ağzına burnuna su doldurup, iğne deliğine sıkışan kafalar da buna birer örnektir.

Bir müslüman, hangi vicdanla Allah’ın kitabı, dîni yaşamaya yetmez diyebilir? Bunu demeye cesâreti olmayan ama der gibi yaşayan hangi insan, kendisine Müslüman diyebilir?

Anlatmak istediğimi, müthiş bir ifâdeyle özetleyen iki âyetle bitirmek istiyorum;

“Ey iman edenler! Her şeyi sormayın! Açıklandığında sizi zor duruma düşürecek şeyler vardır. Oysaki Kur’an indirildiği anda o şeyleri sorarsanız size açıklanır. Allah, onlardan vazgeçmiştir. Allah, Çok Bağışlayıcı’dır, Çok Hoş Görülü’dür. Gerçekten, sizden önce de onları bir halk sormuştu da sonra onları inkar edenler olmuşlardı.

(Mâide 101-102)


About the Author
Author

MaCBeTH

Leave a reply

Name (required)

Website