AKIL, HAYAT VE DİN ÜZERİNE-2

Bir önceki yazımda özellikle vahyi red eden ve din olmadan salt akılla insanın bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşabileceğini savunan materyalist görüşlerin ışığı ile evrene bakmış ve bu ışık doğrultusunda yaşam süren insanoğlunun durumunu fotoğraflamaya çalışmıştım.

Din ve Allah gerçeğini red ederek evreni bir takım belirsiz şartlara ve tesadüflere bağlayan ve bunu da akla dayandırdığını iddia eden görüşlere göre insan özetle “karanlıklar içinde, yapayalnız, türlü saçmalıklarla boğulan, anlamsız bir yaşamda kendini bulmuş, kör tesadüflerin ürünü,  mikroptan tut da yıldızlara kadar hayatını tehdit eden türlü düşmanlara sahip, hiçbir nokta-i istinadı (dayanak noktası) olmayan aciz, zayıf, biçare bir hayvandan başka bir şey değildir…”

Yine bu zaviyeden bakıldığında insanın geçmişi belirsiz ve karanlık bir mezar, geleceği belirsiz bilinmez bir yokluk ve karanlık keza şimdisi de bu iki karanlığın ortasında sıkışmış bir mücadeleden ibaret…

Bu korkunç manzara karşısında biraz olsun düşünen ve aklını kullanan insanlar çıldırmamak için neler yaparlar? Çoğunlukla uyku hali, aklı uyuşturan alkol alma, son derece gürültülü eğlence dünyasına dalmak, ya da -düşünmeyi engelleyen- sürekli tv izlemek, günün her saatine yayılmış dizileri, içeriği boş programları takip etmek, haftanın yarısını dolduran futbol maçlarını ve onlardan sonraki saatler süren yorumları kaçırmamak, kendini fazlaca ve gereksiz işlere, günlerini alan hobilere kaptırmak, tüm bunlardan sonra azıcık boş kalınca da değerli vaktini oyun, müzik ve sinema ile doldurmak[1] (Yanlış anlaşılmasın sanata ve estetiğe karşı değilim. Sadece, sanatın hayattan daha önemli olmadığını savunuyorum. İnsanın en başarılı olması gereken sanat dalı her şeyden önce Kur’anın rehberliğindeki sırat-ı müstakim üzere yaşama sanatıdır.  Bu hal üzere yaşayabilen insan sanat, spor ve eğlenceyi de ifrat ve tefrite girmeden/gaflet ve dalalete düşmeden/aşırılığa kaçmadan elbette yapabilme hünerine sahiptir.)

Artık yıllarca aynı apartmanda oturan insanlar bile birbirlerini tanımıyor. Ev ziyaretleri dizilere, maçlara, tv programlarına göre ayarlanıyor. İnsanlar aklını örtecek ve birkaç saatini daha hızlı tüketecek etkinlikler için yarışıyorlar da yarışıyorlar…

Medeniyetin bu sihirli dünyasına kendini kaptırmayanımız yok gibi…

Bir şekilde nerdeyse hepimizi içine alarak kendine esir eden ve bizleri derin bir gaflet uykusuna daldıran; o uyku içinde ne yaptığımızı bilmez bir halde gözlerimiz televizyona –ya da başka bir boş işe-çivilenmiş adeta gözleri açık uyurken Allah tarafından bize verilmiş evrendeki en değerli iki hediye olan hayatın ve doğru yerde kullanmadığımız aklın elimizden hızlıca gidişine seyirci kaldığımız garip bir manzara içindeyiz…[2]

Ve bu gaflet hali bize içinde bulunduğumuz imtihan gerçeğini unutturarak o değerli hayatımızın bomboş amaçlar uğrunda akıp gitmesine neden olmakta ve bu hızlı yaşam bizlere sahte bir mutluluk sunmakta… İşte medeniyetin insana sunduğu eğlencelerle bezeli sahte mutluluk anlayışı[3]

Evet, ama ne zamana kadar böyle devam edecek? [4]

Peki vahiy ve din –İslam- bize ne sunuyor? Bizi nasıl aydınlatıyor?

Allah, göklerin ve yerin nurudur… (Nur, 24/35)

İşte başından beri bahsettiğimiz türlü karanlıklar içinde kalan evreni ve hayatı ve insanı aydınlatan, evrene, insana, hayata bir anlam katarak evrendeki tüm karanlıkları ve belirsizlikleri ortadan kaldıran insanı aciz, zayıf, biçare ve tüm mevcudata dilenci olmak vaziyetinden çıkarıp onu varlıkların en üstünü olmakla şereflendiren yegâne ve en değerli bilgi Allah’ın varlığıdır.

Bu anlamda Allah varlığıyla gökleri ve yerleri, yani evreni aydınlatan, anlamlandıran bir ışık bir müjdedir.

Onun ışığıyla evrene bakıldığında insan alelade bir hayvan değil;

Kainata hükm eden sonsuz güce ve ihtişama sahip, son derece rahmetli ve şefkatli ve adaletli bir zat-ı Kerim’in evrendeki kıymetli ve aziz bir misafiridir.

Dünya bir misafirhane olduğundan ve elbet bir gün buradan çıkılacağından insanın amacı bu misafirhaneye saldırmak, misafirhanenin düzenini bozmak ya da ona sahiplenmeye kalkarak ona saplanıp kalmak değil bu azim, gösterişli, sanatlı ve şaşaalı misafirhanenin sahibini tanımak ve onu sevmek, onun kendisine verdiği türlü nimetlere ve güzelliklere hayatıyla teşekkür etmek; Onun misafirhanenin, toplumun ve insan bedeninin düzeninin bozulmaması için koyduğu kurallarına göre yaşamaktır.

Keza insanın geçmişi yokluk ve karanlıklarla dolu bir mezarlık değil, dünya misafirhanesine uğrayan geçmiş sevdiklerinin ve akrabalarının beklediği aydınlık bir bekleme salonudur.

Keza insanın şimdisi mücadele, güç savaşı, iktidar hırsı değildir. Zira dünya, mülk Allah’ındır. İnsana düşen hiçbir surette gerçek anlamda kendinin olmayan mülkü elinden geldiğince paylaşmak, dünyanın geçici ve aldatıcı heveslerine kapılarak hayvanlaşmamak, güç ve iktidar hırsıyla zayıfları ezmemek, hayatı ortak bir yardımlaşma alanı olarak görmektir. Zira her şeyin sahibi bir ve tek olan Allah’tır.

Keza insanın geleceği de belirsiz bir karanlık ya da kuytu bir mezarlık değildir. Zira o bu misafirhanede geçici olduğunu zaten bilmektedir. Ve vahiy yoluyla/ din yoluyla bilmektedir ki bu dünya misafirhanesinin kapısı kapandığında o misafirhane sahibinin kendisine vaad ettiği asıl ve son durak yerine varacak…

Keza evrendeki hiçbir şey insanın insanlığını kaybetmesine, alçaklaşmasına, ondan korkmasına ya da menfaati için ona yalvararak dilencilik etmesine değmez. Zira evrenin tek ve gerçek sahibi Allah’tır. Her şey onundur. Onun izni olmadan hiçbir şey gerçekleşemez. Bunu bilen ve özümseyen insan sadece ondan yardım ister, sadece ona yönelir… Onun dışındaki geçici menfaatlere, putlara, güce tapmaz. Basit ve değersiz şeylere saplanıp kalmaz.

Keza böyle bir insan bu ışıkla evrene baktığında ve hayatı yorumladığında geçmişi aydınlık olan, geleceği aydınlık olan, şimdisi barış, yardımlaşma ve gereksiz hırs ve iktidar mücadelelerinden arınmış huzurla dolu bir fotoğrafla karşılaşır.

İşte dinin ve Kur’an’ın bize sunduğu ışıkla evrene baktığımızda görülen manzara budur…[5]

Metin AYDIN

www.ateizmvedin.com


[1] Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! (Ankebut: 29/64)

 

[2] Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: “Dünyada sadece on gün kaldınız.”(Taha: 20/103)

Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o zaman:“Bir günden fazla kalmadınız” der. (Taha: 20/104)

 

[3] (Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir. (Meryem: 19/39)

Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden, varacakları yer, ateştir! (Yunus: 10/7-8)

 

[4] Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar. (Naziat: 79/46)

 

[5] Allah, göklerin ve yerin nurudur… (Nur, 24/35)

 


About the Author
Author

metinlone

Leave a reply

Name (required)

Website