“Ne dediğimizi biliyor muyuz?”

“Ben ibadetimi ana dilimle, anladığım dil ile yapıyorum.”

Nisa Suresi 43: Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahud kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

Ayetin, konumuzla ilgili olan bölümü özetle; “Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.”… Allah böyle emrediyor!

Çocukluk yıllarımdaki eğitimim iki okul ile başladı. İlkokul dönemi bitip, karnelerimizi alıp, sınıf geçmenin sevincini, Cami alanı içerisindeki Kuran Kursunda alırdık… Tatil aylarının büyük bölümünü burada Kuran (Arapça) öğrenerek geçirirdik.

Elif cüzü ile başladık…

Elif üstün E, elif esire İ, elif ötüre Ü…   E – İ – Ü

Be üstün Be, Be esire Bi,  Be ötüre Bü…  BE – Bİ – BÜ

Bu şekilde bütün arap harflerini dolaşırdık. Kursta, hem Kuran öğrenmeye çalışırdık hem de Kursdaki arkadaşlarımızla Camimize girip büyüklerimizle birlikte ibadetimizi yapar, kalan zamanlarda ise hoşça vakit geçirirdik.

Bir sonraki yıl yaz tatilinde yine kursumuzdaydık… Amme cüzüne geçtik…  Bir sonraki yıl  ise Arapçayı iyice ilerletmiştik… Sanırım 4 ya da 5. yıl Kuran okumaya başladık. Artık Kuran okuyorduk. Büyüklerimizin sevincine  diyecek yoktu… Gerçekten (ailemin de katkılarıyla)  Kuran okumanın dışında büyüklerini seven, sayan, çevresine hep iyilikler yapmayı düşünen AHLAKLI insanlar olmanın temelini almıştık.

Yıllar yılları kovaladı… Büyüdüm… Yapabildiğim kadar ibadetimi yapmaya çalıştım. Hala bunun gayreti içindeyim. Ancak bir yerde bir eksiklik vardı… Bunu özümde hissediyordum. Rab’bim için ne yaparsam yapayım bir şeyler hep eksik kalıyordu içimde…

Yıllardır Arapça okuduğum ve hiçbir şey anlamadığım Kuran’ın, Türkçe mealini okumaya karar verdim. Elmalılı Hamdi Yazır meali ile başlayıp bugün Prof. Yaşar Nuri Öztürk ve Ali Bulaç gibi günümüz çevirmenlerinin de içinde bulunduğu 40`a yakın Kuran mealini okudum. Aralarında bazı çevirilerde, bazı ayetlerde önemli farklar olsa da, genel olarak fazla bir fark yoktu.

Ve  ben, yıllardır Arapça okuduğum Kuran-ı Kerim’i  artık Türkçe okuyorum… Rab’bimin emirlerini, isteklerini, dünya ve ahiret hayatı için öğütlerini BAŞKALARINA İHTİYAÇ DUYMADAN okuyup anlayabiliyorum. Artık hayatımdan, hocaları, din bilginlerini(!) çıkardım. Velilere ise hiç ihtiyacım yok. Allah’ın “bölünmeyin, parçalanmayın.” emrine rağmen, hemen hemen  her mahallede ayrı ayrı oluşan cemaatlerle, tarikatlarla zaten işim olmaz.

Şimdi düşünüyorum da; çocukluk yıllarımda, yaz tatillerinde çok mutlu olarak gittiğim Kuran Kurslarında sadece ve sadece arapça okumayı öğrenmişim… Çok düzgün bir insan olan Hafız büyüğümüzden dini bilgi öğrenmişim… Ama hiçbir zaman Kuran’ı öğrenemedim. Kuran’ı öğrenmenin, Kuran’ı okumak değil, O’nu düşünmek, O’nu anlamak olduğunu farketmiştim.

Biraz uzun olan bu açıklamadan sonra  asıl konuya gelmek istiyorum…

Nisa Suresi 43. Ayetin konumuzla ilgili  bölümü;

Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.”

Bu ayet her okunduğunda akla ilk  “şarhoşken namaz kılma.” emri gelir ve hep sarhoşlara ve içkiye ilişkin vurgulamalar yapılır…Tabii,  buradaki sarhoşluğun sadece içkiden kaynaklı sarhoşluk olmadığını, “aklı örten” her türlü sarhoşluk olduğunu çoğumuz biliyoruz…

Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu; ayet içindeki “ne dediğinizi bilinceye kadar” ibaresidir.

Demek ki Allah, huzurunda “ne dediğimizi bilmemizi” istiyor!

Namazda, Allah’ın huzurunda, Arapça bilenler ve Arapça okuduğu ayetin anlamını bilenler için zaten problem yok! Ama ben Arapça okuduğum ayetlerin anlamlarını bilmiyorum ki!  Ben ibadetimi; çocukluğumdan beri, anlamını bilmeden, papağanlar gibi ezberleyip, hergün defalarca söylediğim dualarla yapıyorum. Bu konuyu bugün çevremdeki arkadaşlarla tartıştığımda bazıları, “Sen bilmiyorsun ama, Allah senin ne dediğini biliyor… O her dili bilir… Takma kafana!” dediklerinde şu cevabı veriyorum. “Tabii ki Allah her dili biliyor… Benim de ne dediğimi biliyor… Ama, Yüce Rab’bim; benim ne dediğimi bilmediğimi de biliyor!”…

Oysa Allah’ın benden istediği “benim ne dediğimi bilmem”. Bu durumda ne dediğimi de bilmem için Namazımı “Türkçe” kılmam gerekiyor.

Ve ben uzun bir süredir ibadetimi Türkçe yapıyorum… Ne dediğimi bilerek… Ne dediğimi anlayarak… Huşu içinde… Rab’bimin huzuruna inanılmaz bir hazla çıkıyor ve inanılmaz bir huzurla ayrılıyorum.

Kuran-ı Kerim’den okuduğum, anladığım ve çıkardığım sonuç bu. Yanlış düşünüyor ve yapıyorsam Rab’bim tövbelerimi kabul etsin!  Allah çok bağışlayandır… Tövbeleri çok kabul edendir.

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN


About the Author
Author

Fikret Arman

Comments (10)
Leave a reply

Name (required)

Website