Susmak İstedim Susamadım…

Toplum kin içinde kana doğru kulaç atıyor…

Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da olmuyor, olamıyor. Doğduğum, büyüdüğüm, ekmek parası kazandığım ve yaşadığım ülkemin birbirine hizip olanlar tarafından el birliği verilmişçesine nereye doğru götürülmeye çalışıldığını gördükçe susmaktan utanıyorum. Belki bir ya da birkaç kişiyi kendimce, kendi aklım erdiğince uyarabilirim diye şu yazıyı kaleme alıyorum. Artık ne derseniz deyin, çünkü bu ülkede bırakın bıçağın kemiğe dayanmasını, kemikler aşınmaktan kırılmak üzere.

Gündelik hayatımda da, sosyal medyada da, ne zaman “benim sözüm siyasi bir taraf olmak değil” deyip haddim seviyesinde birkaç kelime etsem, öyle tuhaf tepkilerle karşılaşıyorum ki üzülmekle kalıyorum çoğu zaman. Üzüntümün sebebi ise samimiyetle söylüyorum ki; kendi şahsiyetimle, kibrimle, nefsimle ilgili değil. Öyle ya da böyle, aklım fikrim erdiğince az ya da çok vermeye çalıştığım “Kuran’ı okuyun, ona dönün” mesajı ile ilgili… İyi niyetle olsam da ettiğim bir iki “siyasi/politik” temalı söz, her kime dokunmuşsa onun karşısında bir siyasi hizip olduğum zannedilerek verdiğim tevhid mesajının zedelenebilir olmasından üzülüyorum.

Bunu nasıl açıklayabilirim diye düşünürken birkaç gün önce İbrahim kıssasını okurken aklıma gelen bir çıkarım bana yol gösterdi. Kıssadan çıkarımım “Bütün putları kırmadıktan sonra en büyüğünün boynuna baltayı assan ne fayda” şeklindeydi ve bunu da sosyal medyada paylaştım. İbrahim peygamberin bu prensibi çerçevesinde, son birkaç yıl içerisinde olanlar üzerine son birkaç ayda ve son birkaç günde olanlar artık bu konuda da konuşmam gerektiğine beni ikna etti. Olabildiğince de açık konuşacağım. Tüm hissiyatımla…

Bir şeyler yazacaksam da yanlış anlaşılır endişesiyle, önümüzdeki seçimden sonra yazarım diye düşünüyordum aslında. Ama ülkemde öyle bir çalkantı var ki şiddetinin yoğunluğundan olan bitenin farkında olamayanlar olduğunu düşünüyorum. Umarım olmakta olanları ben yanlış anlamış ve abartıyorumdur. Ama önümüzdeki bahar da yaz da çok sıcak olacak gibi duruyor. Isıyı düşürecek tedbir alan kimseyi ise göremiyorum.

Artık ateistin başörtülü annesiyle, sünninin alevi komşusuyla, Rum Ortodoks papazın komşu caminin imamıyla, çiftçinin tacirle, polisin hak arayan eylemciyle, müslüman halkın (militaristliğe kaymadan) aranıp da bir türlü daha güvenilirini bulamadığı ve uzun dönemdir bütün hataların müsebbibi gösterilen ve öcü zannettirilen müslüman askeriyle, kardeşin kardeşle, sadece Kuran’ı dini kaynak kabul ediyorum diyenin ise herkesle barışmasının tam da zamanıdır. Böyle bir barış ortamının ancak kavgasız bir uyarış ve uyanışla sağlanacağı kesindir. Böyle bir uyanışta her kesimin şikâyet ettiği tüm tağutlar silinip gidecektir. Ancak biz kavga etmez isek, birbirlerine “bahtsız bedevi” diye hitap eden ve vahşi pençeler atan “kutup ayılarının” nesli tükenecektir.

Çünkü kavga etmemek haksızlıklara susmak demek değildir. Kötülüklerle kavga edilir. Yanlışlar, doğrusu gösterilerek ortadan kaldırılmaya çalışılır. Aldatanlarla, mızrak saplayanlarla mücadele edilir. Aldanmışlarla ve saplanmışlarla kavga edersek sadece aldatanları sevindiririz.

Mesele vereceğimiz oy değil. Bütün yüreğimle söylüyorum ki, kime oy verirseniz verin şu çarpık ve samanaltı su yürüyen düzende değişen çok bir şey olmayacak. İster gidin kibri ve hırsızlığı ayyuka çıkmış maun müslümanlarına, ister gidin cahilce konuşan ve hiçbir çözüm üretememiş olan ve halen de üretemeyen halka gözü kapalı partilere, ister gidin Türk ya da Kürt ırkçılarına, ister gidin ülkeyi karıştırmak adına her fırsatta cam çerçeve indirenlere oy verin, bir şey değişmeyecek. Aklımızı kullanıp, doğrulara dayanıp mantığımızla oy vermeliyiz. Neticede bu toplum neyi hak ediyorsa o olacaktır. Ama kime oy verirseniz verin, her fırsatı değerlendirip, her türlü tahriki yapıp, her türlü spekülasyonu yayıp, her türlü yalanı üretip, her türlü kılığa bürünerek bizi birbirimize kırdırmaya azimli şeytanlara uyamayız.

Bu tahrikler seçim öncesi de seçimde de seçim sonrasında da ortaya çıkabilir. İnanıyorum ki en değerli ve en doğru oy, Suriyeli çocuğa da, Berkin’e de aynı şefkatle ağlayanların, kim olursa olsun bozgunculuğu istemeyen ve bozgunculuk çıkmaması için çabalayıp barışı arayanların oyu olacaktır. Ve aslında en değerli oy Allah’a “ülkemi bozgunculardan koru” diye dua eden ve O’ndan aldığı güvenle doğru işler yapanların oyu olacaktır. Hedef bizim toplum olarak düzelmemiz olmalıdır, seçimde kullanacağımız oyu kime atacağımız değil. Biz düzelmezsek bizi yönetenler de düzelmez. Biri gider bir benzeri gelir. Çünkü bizim içimizden çıkarlar. Üç kuruşun peşine düşen, fırsat bulduğunda üç milyar doların da peşine düşer. Üç kuruşa tenezzül etmeyen üç milyara da etmez. Toplumun tabanının zihniyeti ne ise tepesinin zihniyeti de odur. Herkes yaptığını kendine hak görür. Kinle nefretle bakan, kendisinin de yanlış içinde olduğunun farkına varamaz.

Yıllardır İran’da, Irak’da, Afganistan’da, Libya’da, Tunus’da, Filistin’de, Mısır’da ve benzeri ülkelerde ve de nihayet Suriye’de olanları izleyip duruyoruz. “Allahu ekber” sesleri arasında bombaların patlamasından eğer kahrolmuyorsak yazıklar olsun bize. Para, makam, mezhep, kavim, kısacası ahiret çerçevesinde bir hiç uğruna çocuklar ölüyor. Allahu ekber deniyor. Küçük kızlar taşlanarak recmediliyor. Allahu ekber deniyor. Hükümetler kendi insanına bombalar yağdırıyor. Allahu ekber deniyor. Tır şoförlerine mezhep sorgulaması yapılıp kurşuna diziliyor, gencecik delikanlıların ve kızların bir zan uğruna sokak ortasında boğazı kesiliyor. Allahu ekber deniyor. Allah gösteriyor ki şeytan Allah’ın yolunda oturuyor.… Para için Allahu ekber… Makam için Allahu ekber… Kavmiyet için Allahu ekber… İnsan öldürmek için Allahu ekber… Allahu ekber… Gün gelecek hepsi Allah’ın ekber olduğuna da gazabının kimlere ineceğine de tanık olacaklar.

Afganistan bu konuda kötü örnek olan çok ibretlik bir ülke. O ülkede yıllardır öyle derin ayrılıklar var ki aklınıza gelebilecek hemen her konuda insanların birbiri ile çatıştığını görebilirsiniz. Sünni, Alevi, Şii gibi mezhepsel ayrılıklar nedeniyle birbirlerini katlediyorlar. Hazara, Peştun, Tacik, Türkmen gibi etnik sebeplerle birbirleriyle savaşıyorlar. Kimisi komşuları olan Pakistan’ı çok seviyor, kimileri Pakistan’dan nefret ediyor. Pakistan’a karşı duruş yüzünden birbirlerini hain ilan ediyorlar. Oysa Pakistan da kendileri gibi müslüman ağırlıklı bir ülke. Siyasi nedenlerle birbirleriyle savaşıyorlar. Liderlik taraftarlığı sebebiyle sürekli bir hizipleşme ve kavga içerisindeler. Kimileri Rus günlerini özlerken, kimileri Amerika’dan ekonomik katkı elde etme peşinde Amerikan taraftarı. Onlar da bu sebeple birbirlerini havaya uçuruyorlar. Kimileri ülkede bulunan dış güçlerden ekonomik kazanç sağladığı için gitmelerini istemezken, kimileri dış güçlerin ülkeyi soyup soğana çevirdiği gerekçesiyle “defol” diye bağırıyorlar. Bunlar da birbirlerini çekemiyorlar. Çok büyük bir kesim fakirliğin, sefaletin doruğunda, Allahu ekber diyerek siyaset yapan ve/veya ülkenin kaynaklarını kullanan ve dış güçlerle işbirliği içinde küçük bir kesim ise çitlerini, duvarlarını çevirdiği köşklerinde müthiş bir zenginlik içerisinde. Halkın üzerinde yasal yasaklardan çok, geleneksel kısıtlamalar ve siyasilerin söylemlerinde kullandığı dini yasaklardan doğan bir baskı var. Kabil’de sokakta dolaşan ve bize normal gelebilecek bir başörtülü kadın bile, üzerinde burka veya çarşaf olmadığı için açık saçık kabul ediliyor. Erkeklerin bütün gözleri onlara çevriliyor. Arkasında yürüyen burkalı bir kadını “düzgün yürü” diye ikide bir dönüp sopasıyla dürtükleyen bir adam görmek sıradan bir hale gelmiş. Ülkede her an bir tesisin havaya uçması muhtemel ve gazeteler için sıradan bir haber. Kadınları bilemiyorum ama erkek ergenler arasında eşcinsellik ve kocaman adamlardaki oğlancılık oranı sandığınızdan çok daha ileri bir boyutta. Kısacası toplumun üzerine zımnen pislik yağmakta. Kimse dış güçlere kabahat bulmasın. Dış odaklar elbette içerideki problemleri kaşıyarak bunu yapar. İçinde barış olmayan karınca yuvası çekirgelere, kurda, kuşa yem olmaz mı?

Tüm bunların bizle ne alakası var diyeceksiniz. Afganistan’ın yıllar önce en azından bugünkü durumdan çok daha iyi, daha medeni ve daha bağımsız bir ülke olduğunu internetten fotoğraflarına (hiç taraf tutmadan) bakarsanız anlayabilirsiniz. İşte bizim ülkemiz de sanki devrilecek salıncak gibi sallanıyor. Ülkede zelzele varken insanların çoğu hala siyaseten bir tarafa geçme peşinde.

Kahrolası politik düşüncelerini bir kenara bırakabilip de 14 yaşındaki bir çocuğun ölümüne acıyabilme vasfını bile “gezicilerin kabahati” diyerek vicdanen kaybetmiş olan veya tam tersine o çocuk üzerinden muhalefeten siyasi itibar sağlamaya çalışan insanevladı! Allah’ın size günü geldiğinde acıyıp şefkat göstereceğini düşünüyorsunuz değil mi!!! Toplumda ikiye bölünmüş olan sizler, karşı karşıya getirildiginizde sizi birbirinize kırdıranları yardıma çağırın, bakalım gelecekler mi? Birbirinize gösterdiğimiz anlayış ve şefkat kadar ecir ve şefkat bulduğunuzda ise hiç şaşırmayın. Bunu siz istemiş olacaksınız.

Suriye’de öldürülen yüzlerce çocuğa, kendi siyasetçisinin tavrı veya bağlandığı politik düşüncenin gereği nedense zerre acıyamayan veya tam tersine o çocukların ölümünü siyasallaştırarak bu ülkede kendisinin çoğunluk ve haklı olduğunu ileri süren filanca parti ve taraftarı olan insanevladı!!! Birbirinizden hiçbir farkınız yok. Kürt diye diğerini ötekileştirenler ve Türküm dedi diye komşusunu faşist ilan edenler de. Sizin de birbirinizden zerre farkınız yok. Birbirinize layıksınız. Liderinin politik iddiaları gereği komşu Suriye’de birbirini öldürenlerin bir kısmını haklı, bir kısmını haksız gören, bir taraftaki ölümlere üzülürken diğer taraftaki ölümlere “oh olmuş” diyenler… Siz de birbirinize layıksınız. Can havliyle camiye sığınanları “ayakkabıyla girdiniz” gibi sığ bir suçlamayla terörist gibi görenlerle, durup dururken polise taş atanlara “dur” demeyenler… Siz de birbirinize layıksınız. Kendi siyasetçisinin yalanlarına bile bile kanıp da diğer siyasetçinin en basit dil sürçmesine katlanamayanlar… Birilerine firavun diye bağırdıktan sonra kendisi de firavunun söylemlerini taklit etmeye çalışan sığ muhalefetçilerin peşine takılıp, dinini kendince yaşamaya çalışanları bile düşman edinenler… Hepiniz birbirinize layıksınız. Siz birbirinize kinle nefretle yaklaştığınız için siyasetçileriniz de öyle.

Tayyipçiliğiniz de, cehapeciliğiniz de, fettullahçılığınız da, Türk ırkçılığınız da, Kürt ırkçılığınız da, apoculuğunuz da, atacılığınız da, mezhepçiliğiniz de, ayakkabı kutunuz da, koltuğunuz da, iki lafı bir araya getiremez beceriksiz muhalefetiniz de, muhtemelen zemini hazırlanmakta olası yeni partileriniz de, oyunuz da, sandığınız da, harama batmış işadamlığınız da, yalancı medyanız da, adam gibi eylem ve direniş yapanlara yanaşıp fırsat bularak her fırsatta taşa ve silaha davranan bozguncu eylemciliğiniz de, askeri pusuya düşüreniniz de, bütün köyü terörist yerine koyanınız da, haklı haksız içeri tıkıcılığınız, suçlu suçsuz demeden içeriden çıkarıcılığınız da, fakiri sömüren zübük siyasetiniz de, gemicikleriniz de, başörtülüye haddini bildiriciliğiniz de, başörtüyü flama yapıcılığınız da, milletin başından örtüsünü çıkaranınız da, o örtünün altına gizlenip türlü yalanlarla sözde dindar kesilen kindar siyasetiniz de, paranız da, kasediniz de, fuhşunuz da, tapeniz de, Kuran’a yönelene sapık diyen hocaefendiliğiniz de, cübbeliliğiniz de, takkeliniz de, menziliniz de, taraflı hukuk adamlarınız da, seks manyağı sözde mehdileriniz de, her söylenene inanan aptallıklarınız da, sadece fitneye çalışan aklınız da …… bize bir şey kazandırmayacak.

Bu ülkenin şu zamana kadar hiç olmadığı kadar bugün barışa ihtiyacı varken her türlü hizipleşmeyle bölmeye çalışanın, kardeşine hainlikten öte bir vasfı olamaz. Milletimizin hiç vakit geçirmeden her türlü liderciliği, mezhepçiliği, kavmiyetçiliği, particiliği, ideolojiciliği ve hatta futbol takım taraftarlığını bile bir kenara bırakıp derhal birbirini kucaklaması gereken bir dönem yaşıyoruz. Alevi’nin Sünni’yi, Sünni’nin Alevi’yi kucaklaması gerek. Getirdiği aşureyi çöpe dökmesi değil. Trabzon’lu Fenerbahçeliyi, Fenerlisi Cimbomluyu, Beşiktaşlısı Bursalıyı kucaklaması gerek. Bir gol yüzünden kardeşine döner bıçaklarıyla saldırması değil. Türkün Kürdü, Kürdün Türk’ü, Müslüman’ın Hıristiyan’ı,  Yahudi’nin Müslüman’ı, Süryaninin Şafiyi, Çerkez’in Arnavut’u, Lazın Ermeni’yi, ateistin mümini, camiden çıkan müezzinin el ele yürüyen gençleri kucaklaması gerek. Bu ülkede bozgunculuk istemeyen her insan birbirini kucaklamalı. Hiçbir ayrım gözetmeden.

İnanıyorum ki bu ülkede, Suriye’de ölen çocuğa üzüldüğü kadar gezideki Berkin’e üzülenler de, Arakan kadar Toros köylüsünü düşünen de, Hakkarinin Kürtlüğü kadar İzmir’in Türklüğüne saygı duyanlar da, Cemevindeki cenazeden sonra camideki cenaze namazına katılanlar da, siyasetçisinin ve din adamlarının söylediğinden çok Allah’ın söylediğine kulak verenler de, Allah’a inanmasa bile ahlakıyla yaşayıp, yaşadığı ülkenin halkının iyiliğini isteyenler de, uyananlar da, uyaranlar da var hala.

“Sadece Kuran”a tabi olan müminler ise eğer gerçekten öyle iseler barış için herkesi kucaklamak durumundadır. Sürekli tek tarafa vurup da hizbe sebep olmaz onlar. Bu yaşananlar eminim ki Kuran’a gönül veren müminler için de ciddi bir denenme sürecidir. Kendilerine saldırmayanlara saldırmayacak, barış için sonuna kadar mücadele edecek, şartları özgürlük ve barış için zorlayacak, ezilen olarak hep aynı tarafı görmeyecek, herkesin arasını bulmaya çalışacak müminler olup olmadıkları, inanıyorum ki sınanmaktadır ve sınanacaktır. İnandık dedik diye, denemeden bırakılacağımızı zannetmeyelim!

Evet, bütün putları kırmadıktan sonra en büyüğünün boynuna baltayı asmanın kıymeti yoktur. O partiden, bu partiden, o fırkadan bu fırkadan değil Allah’ın fırkasından olmanın zamanıdır. Allah’ın fırkasından olanlar asla üzülmeyeceklerdir. Eğer güçlü arıyorsak en güçlü olan O’dur. Eğer adalet arıyorsak en adil olan O’dur. Eğer koruyucu arıyorsak en iyi koruyan O’dur. Hala birilerini övmek peşindeysek, övülecek olan sadece O’dur. Tek ilah O’dur. Ve O, iblislerin kışkırtmasına aldanarak birbirimizi kırıp geçirmemizi istemez. İsterseniz “hayal kuruyorsun” deyin benim “Hissettiğim Zaman” çatışma değil, tam aksine barışma zamanıdır. Başarırız başaramayız, belki geç de kalmış olabiliriz bilemem ama barış için uğraşmalıyız. Ama bu barış sahte ilahlarla, hırsızlarla, tağutlarla, kibir abideleriyle, beceriksiz siyasetçilerle, Kürt ve Türk ırkçıları ile ve hatta boyanıp süslenip önümüze sürülmek üzere zemini hazırlanan yeni tağutlarla değil, binlerce insanın ölümünden sorumlu katillerle ve terörist örgütlerle de değil, insanların, toplumun birbiri ile barışıdır. Adam seçmeden önce biz adam gibi adam olmalıyız. İnsan gibi insan olmalıyız. İnsanların çoğu hüsranda. Hangi tarafta olursa olsun insanların çoğu için mesele Berkin ve benzerleri değil aslında. Dikkatli bakarsanız bu ikiyüzlülüğü de görürsünüz. Mesele kin içinde yüzüyor oluşumuz.

Öyle bir hale geldik ki aynı anlayışa sahip kişiler bile birbirleri tarafından uyarıldığında arkadaşını hışımla azarlıyor ve hizipleşiyor. Kin ve nefret başımızı döndürmüş. Baktığımızı sağlıklı göremiyoruz. Sis içinde mızrak sallıyoruz. Toplum kin içinde kana doğru kulaç atıyor. Bilerek ya da bilmeyerek bu kavgayı tahrik etmeyelim. Birbirimizi kavga etmemek konusunda, bizi birbirimize düşürmeye çalışıldığının farkında olarak uyarmalıyız. Kavga ettirmek değil barıştırmaktır aslolan. Zor olsa da ona talip olmalıyız. Birbirimizden çok karşı gördüğümüz tarafa şefkatli ve anlayışlı olmalıyız. Kinimiz ve hatta haklı isyanımız bile adaletimize mani olmamalı. Tepeden aşağı sıralı bütün tahrikçilere rağmen…

Kalemzáde Kãmil | kalemzade.net

http://kalemzade.net/2014/03/12/susmak-istedim-susamadim/

 


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Leave a reply

Name (required)

Website