MEVLEVİLİK VE ARİFLERİN MENKIBELERİ

MEVLEVİLİK VE ARİFLERİN MENKIBELERİ

 

‘’ Tevhidin omurgası, Allah’ın birliğidir. Allah’ın birliğinin esası da Kur’an’da gösterilen uluhuyit niteliklerine sadakattır. Bunun içindir ki, örtülü veya açık şirke bulaşanlar, Allah’ın yalnız Kur’an’daki nitelikleriyle anılıp zikredilmesinden rahatsız olurlar. Bu rahatsızlık açık şirke gidenlerde açık put icadıyla, örtülü şirk mensuplarında ise Allah’a Kur’an’da yer almayan nitelikler isnadıyla vucut bulur. İsra süresi 73. ayette; ‘Az kalsın onlar seni, sana vahiy ettiğimizden ayırarak ondan başka şeyleri üstümüze atman için kandıracaklardı.

 


İşte o zaman seni dost edinirlerdi. ’
Bu ikinci tür şirk, Müslüman dünyada özellikle tasavvuf edebiyatı içinde belirgindir.
Mürşitler, kutuplar, üstatlar, hazretler…. Allah’la pazarlık ettirilir. Allah’ın kararları onlara değiştirtilir. Hatta Allah ile şaklabanlık yaptıkları bile olur. Allah bunlara genç kızlar, bıyığı bitmemiş oğlanlar şeklinde görünebilir….
Tevhidi korumak son derece çileli bir iştir. İnsanoğlunun ayağı en çok bu alanda kaymaktadır.
O yüzden Allah’ın birliği konusunu, Kur’an’ın çizdiği çerçevenin en küçük ölçü dışına taşırmamak dinin ve imanın hayatıdır. ’’(Y. Nuri Öztürk-Kur’an’daki İslam-188)

“Velî’nin çoğulu Evliyâ’dır. Yani Evliyâ demek Velî`ler demektir. Ama zaman içerisinde “Evliyâ” sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel, bir tekil anlam kazanmıştır. Buna göre “Evliyâ”: “Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse” demektir.
Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, kutuplar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.

Tasavvufa ait yazılmış kitaplarda “Evliyâ” için iki anlam verilir. Birincisi: Allah`ın kendilerini koruduğu, dost edindiği kimseler. İkincisi: Devamlı ibadet eden, Allah`tan gelen her şeye rıza gösteren kimseler. Bunlar insanlara daima iyi davranırlar. Bütün insanlar için Allah`tan rahmet dilerler. İntikam, kin ve hırs gibi kötü duygulardan uzak yaşarlar. Yeryüzünde hiç kimseye düşmanlık beslemezler.

Evliyâ`nın bazı alametleri vardır. Allah`a ulaşmak için uğraşmak, devamlı Allah ile meşgul olmak, yüksek makam sahibi olmayı istememek, gösterdiği kerametlerle öğünmemek, her şeye razı olmak, belalara sabır etmek, sıkıntılara ve güç durumlarda Allah`a tevekkül etmek.

“Evliyâ”`nın zühd, takva ibadet ve muhabbetle eriştiği dereceye “velâyet” mertebesi denilir. Bu mertebeler de kişisine göre “velâyet-i suğra” (küçük evliyâlık), “velâyet-i kübra” (büyük evliyâlık) ve “velâyet-i ulya” (en yüce evliyâlık) mertebeleridir.

“Velâyet” derecesine ulaşan kimselerde Tayy-i mekan ( bir anda uzak mesafelere gitme, değişik yerlerde bulunabilme), Tayy-i zaman (aynı anda bir çok yerde bulunma, geçmiş ve gelecekte yaşama), su üstünde yürüme, havada uçma gibi kerametler vardır.

Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer. (Allah ne iş yapar ki??!!)
Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, “bedel” sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler…. (Az önce de Allah`ın işlerini gördükleri yer almıştı) Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder.
Bunlar Allah’a eş koşma, şirk anlamındaki kabüllerdir..

Evliyâüllah`ın öldükten sonra tasarruflarını sürdürdükleri, etkilerini gösterdikleri kabul edilir. Bu yüzden onların mezarları, türbeleri ziyaret edilir, orada adaklar adanır. Bunlar dinin ve aklın onaylamayacağı düşünceler, kabüllerdir…………

“Velî”, “Velîyyüllah”, “Evliyâ” sözcükleri, yukarıda açıkladığımız anlam ve kabullerle saf beyinlere yerleşince, bunlarla ilgili bir çok teferruat, bid’at, yalan, hurafe da üretilmiştir. ’’
(www. istekuran. com Hakkı Yılmaz. )

‘’Bu görüşler, bu inanışlar, ne kadar zorlanırsa zorlansın Tevhîd dini İslâm`a yerleştirilemez. İslâm Dini bu şirk pisliğini kesinlikle kabul etmez. Bu saçmalıklar Hint paganizminin İslâm`a bulaştırılmasından başka bir şey değildir. Bu sapık ve saçma inançlar Rasülüllah ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi, duyulmadı.

Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel rükünlerinden biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur. Tabiidir ki bu aşure yapılırken biber ve tuz mesabesinde de İslâm`dan bir şeyler karıştırılmıştır. Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur`ân tarafından da tescil edilmiştir.

İnsanoğlu şimdi olduğu gibi geçmişte de bir çok kuruntu sahibi olmuştur. Kimisi kendilerinin Allah`ın oğulları olduklarını, kimisi kendilerinin Allah`ın sevgilileri olduklarını, kimisi Allah`ın Yakınları (velîleri) olduklarını, kimisi cennete sadece kendilerinin gireceklerini, kimisi de cennet nimetlerinin kendileri için hazırlandığını ileri sürmüşlerdir. Yahudiler kendilerine yapılmış İlahî uyarılarla bu kuruntuları terk ettiler mi bilemiyorum ama, Kur`ân`ın lânetlediği Yahudi ve diğer batıl din mensuplarının kuruntuları, sapık inançları, inadına Müslümanlarca kabul görüp benimsendi; birileri ( evliyâüllah/Allah`ın yakın dostları, gönüldaşları) oldu.
Allah kimisiyle dertleşti, hatta kimisine karı oldu onunla sevişti. ’’
( www. istekuran. com)

MEVLANA, tasavvuf dünyasının önderlerindendir. Bilindiği gibi Mesnevi adını verdiği bir kitabı vardır. Şimdi mesnevinin ön sözünden bir kaç cümle aktarmak istiyorum.

‘’Bu kitap Allah vahyidir. Sufiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. ’’

‘’Bu kitap alemlerin Rabbinden indirilmiştir. O’na temizlenenlerden başkası dokunamaz. ’’

Aklı bir kenara bırakan, aşk yoluyla Allah’ın gizli sırlarına ulaşmış, O’nunla bir olmuş (! ) kendisini üst seviyede iman, takva sahibi olarak gören bir sufi olarak Mevlana’nın kitabının ön sözüne yazdıkları bunlardır.

Mevlana, bu yazdıklarıyla kitabının Allah’ın emriyle gönlüne vahiy olarak indirildiğini tıpkı Kur’an gibi Allah’ın vahyi olduğunu, Kur’an’ın özelliklerini taşıdığını, Kur’an gibi O’na da ancak temizlenenlerin, arınmış olanların yani İslam esaslarına, tevhid inancına uyan, iman eden, şirkten sakınanların dokunabileceğini söylemiştir.

Bilindiği gibi, Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın son kitap olduğu Allah’ın çok açık net bildirdiği hükümlerdir. Mevlana’da hiç şüphesiz bu konuları bilen birisidir. Ama buna rağmen bir kitap yazıyor ve yazdığı kitap’a Kur’an’la eş, denk özellikler isnat ediyor. Bu tavrın dinimizdeki adı: Şirk’tir.

Hallac-ı Mansur gibi Mevlana’da şirk yoluna giren tasavvufçulardandır. Biri gönlünden geçeni diliyle söylemiştir, ‘ben En-el Hakk’ım -Allah’ım’ demiştir.. Diğeri gönlünden geçeni yazdığı kitapla ifşa etmiştir. ‘Benim sözlerim, yazdıklarım, Allah’ın sözüne vahyine eştir, denktir’ demiştir.. Bu iki tasavvufçudan başka Allah’ın isim-sıfatlarını kendine layık gören, kendisini Allah ile eşitleyen başka tasavvufçuların olduğu da bilinmektedir.

Mevlana ile Şem-s Tebrizi’nin dostlukları, aşık-maşuk ilişkileri dikkat çeken bir başka konudur..

Bu ikilinin derin dostlukları, samimiyetleri çeşitli söylentilere, dedikodulara, Konya halkında huzursuzluğa, tepkiye neden olmuş ve sonuç olarak Dıramatik olaylar yaşanmıştır..

Şem-s Tebrizi, Mevlana’nın oğlu Alaaddin tarafından öldürülerek bir kör kuyuya atılmıştır. Konya halkından kalabalık bir gurup ve Kırşehir’den gelen Ahi Evran, Allaaddin’in yanında yer almış, ona yardım etmiştir..
Bu olay; Yapılan spekülatif yorumlar bir yana, insan gücünü haddini aşan Allah’a ulaşmak, O’nunla bir olmak, beraber olmak gibi abartılı düşüncelerin ve aklın terk edilmesinin nasıl vahim sonuçlara yol açabileceğini göstermesi açısından ibret verici bir olaydır.

Şimdi, Mevlana-Mevlevilik hakkında www. istekuran. com sitesinde Hakkı Yılmaz’ın yazdıklarını okuyalım.

‘’Mevlâna unvanlı Celâleddin Rumî`ye ait olduğu söylenen kitaplar eğer gerçekten bu şahsa ait ise ve başta Mevlevîler olmak üzere diğer tarikat zümreleri tarafından baş tacı yapılmış olan Menâkıbu-l Arifin-Ariflerin Menkıbeleri adlı kitapta yazılan rezillikler doğru ise, Celâleddin Rumî`nin Müslümanlığına yüz bin şahit az gelir. (Söz konusu kitap, Ahmet Eflaki tarafından yazılmıştır. Eserin yazılma amacı mevlanayı ve mevleviliği tanıtmaktır. 1990 yılındaA. B. Gölpınarlı tarafından gözden geçirilmi şve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Bu Kitapta, sufiler, veliler, şeyhler Allah’a ile bir tutulmuş, denk, eş koşulmuş ve ayrıca sapkın ilşkiler anlatılmaktadır. )

Ama hakkında “AŞK PEYGAMBERİ MEVLÂNA” diye kitap yazılan ve “aşk dini”nin peygamberi ilân edilen bu şahıs için hiçbir Müslüman “Ne peygamberi?” diye bir soru sormamakta, hiçbir “din adamı” kisveli zevat da tüm ülkede satışı yapılmakta olan kitap hakkında ve de bu şahsın Kur`an`a aykırı olarak Muhammed`den sonra peygamber ilân edilmesi karşısında bir söz söylememektedir. ’’

Aşağıdaki alıntılar, Ariflerin Menkibeleri adlı söz konusu kitaptan alınmıştır.
Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi.
En sonunda “Allah mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu?
Mürid “ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım. ” dedi.

Başka bir müridden de “Allah mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu mürid de “bu iki büyük arasında hiçbir fark yoktur”

‘’Mevlana Şemsin yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı.
Sonra Şems (Mevlâna’ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde Şems’ten başkasını görmedi. Kimya nereye gitti? dedi.
Şems ‘Yüce Tanrı beni o kadar severki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya Hatun şeklinde geldi’ buyurdu’’.

‘’Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak kadının eline verdi ve: “Senin istediğin o değil; budur” dedi ve semâ’a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu. ’’
Tasavvuf ekölü ve buna bağlı olarak ortaya çıkan mezhep, tarikat, cemaat yapılanmaları dinimize çok büyük zararlar vermiştir. Gerçek İslam’ın yaşanması açısından 1400 yıl öncesine göre daha olumsuz bir durum yaşanıyor ise ve hurafeler, bid’atlar, şirk unsurların dinimize müdahalkesi hat safhada ise bunun nedeni; Kur’an’dan uzaklaşmamızdır.

Tevhid inancı gereği Allah’tan başka ilah olmadığına nasıl inanıyorsak, dinimizin tek kurucusu, koyucusu, hüküm sahibi olarak nasıl ki, Allah’a inanıyorsak, Dinimizin tek kaynağının da Kur’an olduğuna inanmamız O’na yapışmamız, sarılmamız, bölünüp parçalanmamamız ve kendimize Allah’ın berisinden evliyalar, aracılar, erdiriciler aramamamız gerekir..
Saygılarımla,

Yazar : Vedat Akbaşak

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Comments (2)
Leave a reply

Name (required)

Website