Peygamberimiz(sav) döneminde Mekke`nin önde gelen müşriklerinin gösterdiği tepki de aynı olmuştu. Onlar da Allah inancına sahiplerdi ancak çok sayıda küçük ilahları bulunuyordu. Sevgi, savaş, ticaret ve tarım gibi dünyevi işleri için ayrı ayrı küçük ilahları vardı. Bu şirk düzeni onlara çok normal ve mantıklı geliyordu. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)`in tek bir Allah`a iman etmeye çağırması ve diğer ilahları reddetmelerini istemesi onları şaşırtmıştı.
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kâfirler dedi ki: “Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. ” Onlardan önde gelen bir grup: “Yürüyün, ilahlarınıza karşı kararlı olun; çünkü asıl istenen budur” diye çekip gitti. “Biz bunu, diğer dinde işitmedik, bu, içi boş bir uydurmadan başkası değildir. ” (Sad Suresi, 4-7)
Peygamberimiz (sav)`in tek kudret sahibinin Allah olduğunu ve taptıkları bu sözde ilahların hiçbir gücünün olmadığını söylemesi, müşriklere çok anlaşılmaz gelmişti. Daha doğrusu bu kişiler, tek bir ilaha kulluk edilen bir düzenin nasıl işleyeceğini anlayamıyorlardı. Onlara göre her tanrının bir görevi vardı ve örneğin ticaret tanrısını terk ettikleri takdirde ticaretleri karmaşaya dönüşürdü, bereket tanrısını bıraktıklarında ise rızıklarını nasıl kazanacaklardı?.. Bu kişiler, edindikleri bu küçük ilahların gerçekte hiçbir güce sahip olmadıklarını göremiyorlardı. Oysa “Kureyş`i biraraya getirip anlaştırdığı, yaz ve kış yolculuğunda onları ısındırıp yakınlaştırdığı için, şu Ev (Kabe`n)in Rabbine kulluk etsinler; ki O, kendilerini açlıktan doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır. ” (Kureyş Suresi, 1-4) ayetiyle bildirilir; bereketlendiren ve rızkı dilediği kuluna hesapsızca veren, genişleten, daraltan Yüce Rabb’imizdir.
Günümüz toplumlarında da Kureyşliler’in içinde bulundukları sapkın duruma düşerek, tek ilah olan Yüce Allah`a iman etme çağrısını şaşkınlıkla karşılayan insanlar vardır. Böyle bir kişi, yaşamında ilah edindiği herşeyi terk edip yalnızca Allah`a kulluk etmenin nasıl olacağını anlayamayabilir. Oysa onu yaşatan, çeşitli ürünlerle rızıklandıran, koruyan yalnızca Allah’tır. Ne maaşını müdürü vermektedir ne de evinin rızkını kendi başına kazanmaktadır. Kuran’da, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah`a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. ” (Hud Suresi, 6) ayetiyle haber verildiği gibi gerçekte hepsini veren Rezzak olan Allah’tır.
İnsanın çevresindeki olaylar rastlantılarla değil, Yüce Allah’ın dilediği ve ezelde takdir ettiği şekilde gelişmektedir. Allah herşeyi bir kader dahilinde yaratmıştır ve insanlar da “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” (İnsan Suresi, 30) ayetinde bildirildiği gibi, O dilemeden hiçbir şey dilenemez, her şey bu derece Allah`ın kontrolü altındadırlar. Ve Hud Suresi’nin 56. ayetindeki gibi “O`nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. ”
Apaçık düşmanı olan şeytan insana şirkten kurtulmayı çok zor, din ahlakını yaşamayı da imkansız gibi göstermeye çalışır. Çeşitli taktik ve telkinlerle dini yaşamaktan uzaklaştırmak ister.
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gerçek olan va`di va`detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır. ” (İbrahim Suresi, 22)
İnsanı gömüldüğü şirk bataklığından kurtaracak olan ve hidayeti verecek olan ancak Allah’tır. İnsan samimiyetle şirkten kurtulup, Allah’ı birleyen hanif bir mümin olmak için Allah`a yönelerek dua etmeli ve O’nun da bu samimi çağrıya cevap vereceğini bilmelidir. Kişi ümitsizliğe kapılmamalı, Allah’ın kendisini doğru yola ileteceğinin, şeytanın vesveselerinden koruyacağının şuurunda olmalı ve bunun huzurunu yaşamalıdır. Allah’a sığınan samimi müminler üzerinde, “Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O`na (Allah`a) ortak koşanlar üzerindedir. ” (Nahl Suresi, 100) hükmü gereği şeytanın zorlayıcı gücü de olmayacaktır.
Gerçek sıkıntı ve eziyet, “…Kim Allah`a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. ” (Hac Suresi, 31) ayetiyle bildirildiği gibi şirktedir. Sahte ilahlarını terk ederek Allah`a yönelen bir insan, boşlukta sürüklenmekten kurtulur, tek gerçek ilah olan Allah`a sığınarak huzur ve güven içinde yaşar. Şirkin karanlıklarından –Allah’ın dilemesiyle- nura çıkar.
Sahip olduğu malları, paraları, evleri kendisinin sanan, tüm bunları kendisine verenin ve gerçek sahibinin Allah olduğunu düşünmeyen ve bunlarla büyüklenen kişi büyük yanılgıdadır. Mülkün tek ve gerçek sahibi Allah’tır ve sahip olduğu her şeyi Allah kendisine imtihan amacıyla vermiştir. Ve kişi hepsini yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için kullanmalıdır. Dünyevi değerlere karşı beslediği sahiplenme duygusundan acilen kurtulmalıdır. İşte bunları yaptığında kalben putlarını kırmış olacaktır. Putlarını fiili olarak kırdığının kanıtı da malını, parasını gelecek korkusu taşımadan Allah yolunda harcamasıdır.
Peygamber kıssalarında görüyoruz ki, Hz. İbrahim(as), kavminin önlerinde bel büktükleri putlarını, Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav) Kabe`deki putları fiili olarak kırmışlardır. Hz. Musa(as) da kavminin taptığı buzağıyı yakıp küllerini denize savurmuştur. Tüm bunlar sembolleştirilen şirklerin yok edilişidir. Toplumda da sembolleştirilmiş şirklere karşı aynı eylemler yapılabilir, ancak önemli olan şirkin mantığını yok etmektir. Bu da, niyet ve bakış açısı değiştirilerek gerçekleştirilebilir.
Yaşamımızdaki putları kırabilmemiz için Allah’ı hiç unutmamamız ve O’nun her şeyi sürekli/an an yarattığının bilincinde olmamız gerekir. Hiçbir şeyi insan kendisi yapamaz, Yüce Allah dilemedikçe hiçbir şeyi…
Yazar : Fuat Türker