Kültürü, bilgi birikimiyle, yaşadığı dönemde toplumun sosyal sorunlarıyla ilgilenen, sayılan, sevilen, güvenilen bir sufidir..
Bir gün herhalde aşk durağına gelip, aklı terkettiğinde, Bağdat sokaklarında ‘‘beni öldürün siz mücahit ben şehit olayım’’ diye bağırmaya başlamış. Daha sonra başka aşırılıklar da yaparak çevresini rahatsız edince diğer sufi arkadaşları ve müritleri de kendisinden şikayetçi olmuşlar ve sonunda hapse atılmıştır. Hapishanede de akıl dışı hezeyanları devam etmiştir. Bir sabah seher vakti Allah’la bütünleştiğini, bir olduğunu düşünmüş olmalı ki, ‘‘ben “En’el Hakk’ım’’ yani ‘‘ben Allah’ım’’ demiştir. HAK Yüce Allah’ın sıfat isimlerinden birisidir.
Sonradan bazı tasavvufçular, Mansur aslında; ‘‘Ben haktan ibaretim, ben haktan farklı değilim’’ demek istemiştir şeklinde açıklamalar yapmışlardır.
Ancak, Allah’ın sıfat isimleri kullara verilirse veya birileri kendilerini Allah’ın sıfatlarına layık görürüse Allah’ın eşsiz, benzersiz, olma özelliği, hiçbir şeyin O’nun dengi olamayacağı kabulü; tevhid inancı, iman esasları ne olacaktır??
Allah’la bütünleşmek, O’nunla bir olmak gibi insan gücünü aşan, tevhid inancını zedeleyen bir maksad söz konusu olursa ve bu maksada ulaşmak için aklın terk edilmesi gerektiğine inanılırsa sonuç şirke batmak olur..
Hallac-ı Mansur’un sonu: Kadının verdiği ölüm kararı, dönemin halifesi ile ülkenin veziri tarafından onaylamış ve Mansur idam edilerek infaz edilmiştir..
M E V L A N A: Tasavvuf dünyasının önderlerindendir. Bilindiği gibi Mesnevi adını verdiği bir kitabı vardır. Bu kitapta konular içerik olarak ve anlatım tarzı olarak hint edebiyatından izler taşır. Esasında İslam tasavvuf anlayışı her yönüyle mistik hint tasavvuf anlayışından izler taşır.. Mesnevi’de konular öykülerle, hikayelerle anlatılır, açıklanır. Toprak, tabiat, çiçekler, güller dile getirilir, insan gibi konuşturulur..
Şimdi mesnevinin ön sözünden, Mevlana’nın kaleminden bir kaç cümle aktarmak istiyorum.
‘‘Bu kitap Allah vahyidir. Sufiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. ’’
“Bu kitap Kur’an’ın açıklamasıdır. ”
‘‘Bu kitap alemlerin Rabbinden indirilmiştir. O’nu ancak arınmış olanlar kavrar, anlar. ’’
‘‘Bu kitap Allah tarafından korunmaktadır…. ’’
Aklı bir kenara bırakan, aşk yoluyla Allah’ın gizli sırlarına ulaşmış, O’nunla bir olmuş (! ) en üst seviyede iman, takva sahibi, mürşit-i kamil olarak kabul edilen Mevlana’nın, kitabının ön sözüne yazdıkları bunlardır..
Mevlana, bu yazdıklarıyla kitabının Allah’ın emriyle gönlüne vahiy olarak indirildiğini tıpkı Kur’an gibi Allah’ın vahyi olduğunu, Kur’an’ın özelliklerini taşıdığını, Kur’an gibi O’nu da ancak aklen ve kalben temiz, arınmış olanların, iman edenlerin anlayabileceğini ve kitabının Kur’an gibi Allah tarafından korunduğunu söylemiştir..
Said Nursi’nin Risaleleri’nin de bu tarikatin bağlıları ve takipçileri olan cemaatler tarafından-haşa- Kur’an’ı tastiklediği ve Kur’an ayetlerinin delili oldukları kabul edilir. Mesnevi ile Nur Risaleleri’ne atfedilen bu benzer nitelikler, Mevlevilik ile Nurculuğun; tasavvuf ile tarikat anlayışının bünyelerinde şirk unsurlar barındırma, şirke sapma konusundaki ortak özellikleridir..
Bilindiği gibi, Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın son kitap olduğu, Allah’ın çok açık bildirdiği hükümlerdir. Mevlana’da hiç şüphesiz bunları bilen birisidir. Ama buna rağmen bir kitap yazıyor ve yazdığı kitaba Kur’an’la eş, denk özellikler isnat ediyor.
Bu tavrın dinimizdeki adı: Şirk’tir. Önsözün de bile şirk unsuru ifadelerin yer aldığı bir kitabın böylesine ilgi görmesini, alınıp okunmasını anlamak mümkün değildir..
Hallac-ı Mansur gibi Mevlana’da şirk yoluna giren tasavvufçulardandır. Biri gönlünden geçeni diliyle söylemiştir, ‘‘ben En-el Hakk’ım -Allah’ım’’ demiştir.. Diğeri gönlünden geçeni yazdığı kitapla ifşa etmiştir. ‘‘Benim sözlerim, yazdıklarım, Allah’ın sözüne vahyine eştir, denktir’’ demek istemiştir..
Mansur gibi Allah’ın sıfat isimlerini kendine layık gören başka tasavvufçuların olduğu da bilinmektedir. Ayrıca tasavvuf kültüründe Kur’an dışı bir çok kabüller, uygulamalar da vardır. Bunlardan bazıları:
* Allah’a eren, ulaşan, O’nunla bir olan mutasavvıfların, sufilerin, evliyaların ibadet etme yükümlülüğünün düşeceği iddiası..
* Toplumun genel adetleri, örfleri, ahlak kuralları dikkate alınmayarak, güya riyadan arınarak yaşamak. Bunun sonucu saygısız, duyarsız, edepsiz, laubali bir yaşam şekli tercih edilir. Bu hal özellikle Melamiler’da ve Kalenderiler’de görülür..
* Velilerin peygamberlerden üstün olduğu inancı.. Mufasavvıflar ile velilerin doğrudan; Hz. peygamberlerin ise bir vasıta ile Allah’tan bilgi aldıklarını söylerler.. (şii kabülüne göre de 12 imam doğrudan Allah’tan bilgi alır.. )
* Tasavvuf ehli olanlar her şeyin mubah olduğunu, kalpleri temiz olduğu için dinin hükümlerinin, emir ve yasaklarının kendilerini bağlamadığını söyleyebilmişlerdir. Bu inançta olanlara İbahiyye veya Mubahiyye denir..
* Hulül inancı. Bu inanışa göre Allah insanın bedenine girer. Allah’ın bedenine girdiği insan tanrılık niteliklerini alır. Bu iddia tam bir dinden sapmadır, sapıklıktır.
* İnsanların özgür iradeleri ile tercih yapma imkanlarının bulunmadığı, cebir altında oldukları dolayısıyla sorumluluklarının olmadığını idda etmişlerdir..
* Bazı mutasavvıflar, Yüce Allah’ı dünyada gördüklerini iddia ederler. Allah’ın fiziki bir varlık olduğu kabulüne dayanan bu iddia akıl dışı sapıklıktan başka bir şey değildir..
* Bazı mutasavvıflar, Allah’a yakın olma mertebesine erdiklerini, bu mertebede edep ve resmiyetin söz konusu olmadığını iddia ederek, Allah’tan bahsederken çok laubali, edep ve ahlak dışı sapkın ifadeler kullanırlar..
* Bazı mutasavvıflar ahirete inanmazlar. Buna tanasuh inancı denir. Hesap gününe inanmayan İslam’a inanmıyor demektir. Allah’ın makbul kulu olmak bir yana böyle birine Müslüman bile denemez.
* Bazı mutasavvıflar Alah ile birleştiklerini, bir olduklarını iddia ederler ve insanları tanrılaştırırlar, buna İttihat inancı denir. Tam anlamıyla şirktir..
Bunlar dışında; çilecilik, dünya işlerini tümden terk etmek, bir tür ruhbanlık sınıfı oluşturmak. Evlenmemek, et yememek, tedbir almayı tevekküle engel saymak, tedavi olmayı ve ilaç kullanmayı Allah’ın takdirine karşı gelmek olarak kabul etmek.. Mutasavvıfları sufileri evliyaları kutsal sayacak kadar yüceltmek, bunların insan üstü kerametleri, ilahi özellikleri olduğuna inanmak.. Nefse işkence etmek, helal-mubah olan nimetlerden yararlanmamak.. Temizlik kurallarına uymamak, çalışmadan kazanmadan vakıf gelirleriyle geçinmek, dilenmek, toplumu, sosyal hayatı terk etmek, inzivaya çekilmek.. Abartılı raks ve sema gösterileri ile çoşmak ve yapay olarak vecde gelmek, cezbelenmek. Tasavvuf şairlerinin kendilerine melekler aracılığı ile ilham geldiğini söylemeleri diğer İslam dışı uygulamalar ve kabüllerdir.. İslam tarihi boyunca tasavvuf kültürü ve mezhepler, tarikatler şirk unsurlar üreten merkezler olmuşlardır.
Bu merkezlerin önderleri ve İslam’ın kaynağı olarak kabul edilen kabülleri, kuralları aslında şirk kaynağıdırlar. Bu merkezlere tabi olmak, Allah’ın yolundan başka yol aramak şirk yoluna girmek demektir.
Kur’an’ın bildirdiğine göre bu kişilerden daha zalim kimse yoktur..
“Yalan düzüp Allah`a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde ‘bana vahyedildi’ diyen kişi ile, ‘Allah`ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyen kimseden daha zalim kim vardır!” (Enam-93)
İslam’ın yozlaştırılmasında Mistik tasavvuf kültürünün rölü büyüktür. Tasavvuf kültürünü öven, yücelten günümüzde satış rekorları kıran “Kayıp Gül” “Aşkın Gözyaşları” vb. kitapların da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir..
Saygılarımla,
Vedat Akbaşak..