Tesbih Bir Yaklaşma Eylemidir (1)

Tesbih “Rahman adına hareket etmek”tir. Eğer sen onun adına hareket edersen o da kendi adına hareket eden herşeyi senin adına hareket ettirecektir. Nitekim Rabbini an ki o da seni ansın ve sadece onun adına hareket et, sadece onu tesbih et! Ve sadece yücelt onun adını, sadece onun adını yücelt!

Bismillahirrahmanirrahim… İşte Rahman adına hareket etmenin başlangıç noktası budur. Bismillah, “senin adına, senin adınla başlıyorum harekete ya Rabbi!” demektir. Kulun Rabbini anmaya ve anlamaya nitekim anlatmaya başladığı andır o.  Anda yoğrulmak, anda kavrulmak ve onda var olmak, onunla var olmak isteyen kulun başlangıç noktasıdır bismillah.

Allah’ın hitabı Kur’an’da birçok yerde geçer “tesbih” kelimesi.(1) Eğer bu kavramı semantik/dilsel açıdan incelersek şöyle bir hakikatle karşılaşırız:

Tesbih “hareket etme, işini yapma, çaba gösterme” anlamındaki es- sebh’ten gelir. Kelimenin tersi el-habs, anlamında tersini verir: “hareketsiz bırakma, tutma, atıl kılma.”(2)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi tesbih hareket etme manasına gelir. İşte bu yüzdendir ki insan kimi tesbih ediyorsa onun adına hareket ediyor demektir. Ya da tam tersi: insan kim adına hareket ediyorsa onu tesbih ediyor demektir.  Zaten tesbih bir yakınlaşma eylemidir, bu yüzden tesbih ettiğimiz kim ise kendisine yakınlaştığımızda o dur. Eğer tağut adına hareket ediyorsak asla Rahman’a yaklaşamayız. Nitekim kişi yaklaşacağına yüzünü döner. Ama aynı anda iki yöne birden yüzünü dönemeyeceğinden dolayı tağuta yüzünü dönen Rahmana sırtını dönmüş olacaktır.

“Kendisi adına hareket edilen kimse kendisine yakın olunmak istenen kimsedir.” Bu önermeyi açıklayan çok güzel bir kavram vardır Kur’an’da: “mukarrebun.” Bu kelime “tasavvuru inşa eden kavramlar” adlı ansiklopedinin en nadide kavramlarındandır, zira varoluş amacının kendisiyle ifade edildiği müthiş bir anlama sahiptir o: “yakınlık sağlayan, yakın olan”. İşte burada şu soruyu sormak gerekiyor: Kime yakınlık? Ve cevap: “Allah”a. Kendini müslüman, mü’min, takva ehli, ebrar ve hatta verâ sahibi gibi tasnife tutanlara Allah şöyle bir tasnifle cevap veriyor:

Yer dehşetli bir sarsılışla sarsıldığında ve dağlar paramparça olup toz zerrecikleri haline geldiğinde, sizler üç sınıfta tasnif edilmiş olacaksınız: Bir bahtiyar kampa dahil olan kesim olacak, ama ne büyük bahtiyarlık!… (ashabûl meymeneh) Bir de bedbaht kampa dahil olan kesim olacak; ama ne felaket bir bedbahtlık!…(ashabûl meşemeh) Bir de yarışta öne geçip arayı açanlar olacak (sabikûn): İşte bunlardır Allah’a yakınlık sağlayanlar (mukârrebûn), sonsuz nimetlerle dolu hasbahçelerde kalacak olanlar; bir kısmı öncekilerden, birazı da sonrakilerden…
(vâkı’a 56: 4-14)

 

Yine Kur’an’da mukârrebûn kelimesinin kullanıldığı bir başka yer… Fakat bu sefer Allah’a değil, tağuta yakınlıktan, tağutun insanlar arasındaki en büyük temsilcilerinden biri olan Firavun’a yakınlıktan bahsediliyor. İşte pasaj:

Sihirbazlar Firavun’a geldiklerinde: “Şayet biz galip gelirsek, bize muhakkak bir mükafat vardır değil mi?” dediler. Firavun: “Evet, hem siz o vakit benim en yakınlarımdan (mukarrabin) olacaksınız.” dedi.
(şu’arâ 26: 41-42)

 

Tesbih etmek iki yoldan biri üzerinde hareket etmektir ve arzulanan kişiye yakın olmaya çalışmaktır o. Bu zat Er Rab olan Allah’ta olabilir veyahut “Ben sizin en büyük rabbinizim!” (3) diyerek rablik iddiasında bulunan tağutun zirvesi Firavun’da olabilir. İşte burada “kimi tesbih etmeli, kimin adına hareket etmeli?” sorusunu insan kendisine sormalı, müflihûn (kurtuluşa erenler) ve hasirûn (kendilerini harcayanlar)(4) olarak belirtilen yollardan hangisini seçeceğine yine kendisi karar vermelidir.

Nitekim insan Rahman nefsiyle bildirilen şu hakikate uymalı: “yücelikte eşsiz olan Rabbin adına/adıyla hareket et!” (a’lâ 87:1) İnsan kainatın en son misafiridir. Son gelene düşen öncekilere uymak olmalıdır. Peki kainatın ilk misafirleri ne yapıyorlar? İşte cevap:

“Yedi gök ve yer ve onlarda yaşayan her bilinçli varlık O’nun sonsuz yüceliğini dillendirirler; daha da öte, (lisan-ı hâl ile) onun ululuğunu övgüyle dile getirmeyen birtek nesne dâhi bulunmamaktadır; ve fakat siz onların ululayan dilini anlamamakta (ısrarcısınız)…”
(isra 17:44)

Son söz olarak şunu da belirtmeli: İnsan hesabi değil hasbi bir zikir anlayışına sahip olmalı. Zikir Allah’a sadece dil ile değildir. Zikir; Allah’ı tesbih etmek, Onun senin adına tesbit ettiği yol üzerinde ilerlemek ve bu yol üzerinden Rahman’a yükselmektir. Nitekim zikir, ayaklı tesbih olmak ve koşar adımlarla Allah’a yükselmektir. Zikir, tesbih tanelerine ruh üflemektir, Rahman’ın insana üflediği ruh gibi… ve o tanelerin şahit olarak göğe yükselmesidir. Ve zikir “Allah… Allah… Allah…” iniltilerinin senin ruhundan göklerin ruhuna yükselmesi ve meleklerin dilinden sana yanıt gelmesidir: Allah… Allah… Allah…

Nitekim zikir varlığın merkezi olan Allah’a var edilmişlerin merkezi olan insandan yapılan bir yaklaşma eylemidir. Mukarrebûndan olmak için yapılan muhteşem bir yükselme hareketidir o. Ve sonsuza yükselen kelebekler gibi Rahman’a yükselmektir o…

ariamoneva

* Kullanılan mealler: M. İslamoğlu, Elmalılı

(1) Msl: 2:30, 3:41, 13:13, 15:98, 17:44, 110:3 vd (Kur’an’da elli’ye yakın yerde bu kavram kullanılır)

(2) Mustafa İslamoğlu, “Hayat Kitabı Kur’an” A’la suresi 87:1 not 2

(3) Naziat 79:24

(4) Mü’minun 23:101-102


About the Author
Author

ariamoneva

Leave a reply

Name (required)

Website