Matematiksel Sevaplar

 

“Parayla İman Satın Alınır mı?”

Cübbeler, sarıklar ve çarşaflar değil mesele. Şekil değil mesele. Allah, O istemedikçe iman sahibi olamayacağımızı söylüyor? Niçin peki? Madem öyle, oturup imanın bize gelmesini mi bekleyeceğiz? Tabii ki hayır! İnanç ve ahlak girift görünmekte! İyi ahlakta olduğunuz süreçte Allah size onu verirse sevinirsiniz veya inancınız tamsa ister istemez ahlaklı davranmak zorunda kalırsınız. Tabii ki bu işte samimiyseniz! Daha önceleri; nasıl olsa Allah affeder dediğiniz küçücük günahlara bile edindiğiniz imanı kaybetme korkusuyla artık yanaşmamaya başlarsınız. Bir de bakarsınız ki böyle daha da ufku açık hale gelmişsiniz. Artık etrafınızdaki hiç kimseyi ne söylerse söylesin Müslüman olmamakla suçlayamazsınız. Ama bazı şeylerin artık farkına varmışsınızdır. Öyle ya da böyle hissedersiniz.

Samimi olanları dışarıda bırakarak söylüyorum ki aksine, öyleleri de vardır ki imanlarını kendilerinin kazandığını zannederler. Oysaki onlar Budist bir toplumda doğup büyüselerdi muhtemelen en katı Budistler olurlardı. Niye mi? Türkiye’deyken Kuran’da ne yazıyor diye merak edip Türkçesini okumayan Hindistan’da mı okuyacak! Çünkü inançlarını düşünmeden, kavramadan, akıllarını kullanmadan yaşarlar onlar. Böyleleri namazlarını ve oruçlarını asla aksatmazlar ama sizin aksatıyor olduğunuzdan emindirler. Dertleri kendileri değil sizsinizdir sanki! Besmeleyle kalkıp besmeleyle oturduklarını kulağınıza doğru bağırarak gösterirler. Bana ne işittiriyorsun, Allah işitiyor! Peygamberimin adını anmaları ise zaten özel ritüeller gerektiren bir durumdur. Sarıkla ve özel kıyafetlerle namazlarını kılarlar. Camide önde gelenlerden olurlar. Yeri gelir müezzinliği, yeri gelir imamlığı kimseye bırakmazlar. Dini konularda duymadıkları hadis, bilmedikleri gayb yoktur. Ehli Beyti, sahabeyi, evliyaları, imamları ve seyyid (peygamber soyundan) olduğu iddia edilenleri över de överler. Şeriat yönetimini arzular ve her şeyin dini yönetim altında düzeleceğini ve de herkesi böylece kendileri gibi imanlı yapabileceklerini ve böylece Allah’ın dinini kurtaracaklarını samimi olarak düşünürler. Oysaki kurtulmaya ihtiyacı olan Allah’ın dini midir, yoksa biz bireyler miyiz?

Evlerine girdiğinizde bir elleriyle sizi selamlığa alır kadınlardan ayrı bir odaya götürürler. Duvarlarında çeşitli ayetler, arapça dualar ve hadislerden oluşan hat sanatı posterler asılıdır. Defalarca hacca ve umreye gittikleri için oradaki serüvenlerini ve hissiyatlarını anlatır anlatır bitiremezler. On defa giderler de en yakınlarından parasızlık yüzünden gitmemiş birine “al şu parayı da bu sefer de sen git” demezler. Zekâtlarını ve hatta fazlasını camilere, dini eğitim gören talebelere, imam hatip okullarına, çeşitli mezhepsel teşkilatlara, tarikat oluşumlarına, çeşitli cemaatlere ve onların kurumlarına, dini yardım derneklerine, kurbanın en iyisine ve kendi gibi yaşayanlara verirler. Fakat en yakınlarında olduğu halde fakirlik çeken ve onur sahibi oldukları için isteyemeyen akrabalarını gözleri görmez. Ya onları olduğundan iyi durumda zannederler, ya da onlar gibi yaşamadıkları için görmezden gelmeyi tercih ederler.

Başkalarının da hakkı olduğunu bildikleri halde, hele ki halen mal onların kontrolündeyse, mirası bile dağıtmakta isteksiz davranırlar. Bir sürü problem çıkarırlar. Yazılı olmayan vasiyetler öne sürerler. Mirası değersiz gösterme çabasına girip, maddi zorlukları olduğunu bildikleri halde fakir olanlardan mirasta fedakarlık yapmalarını beklerler. İşlerine gelirse bir hadise, işlerine gelirse Kuran’a uyar, işlerine gelirse herkese eşit, işlerine gelirse kadına yarım pay verilmesi gerektiğini savunurlar. Ben zenginim, benim feragat etmem gerek demeyip, bunu Allah tarafından verilen bir hak olduğu için geri çeviremeyeceklerini (siz böyle bir talepte bulunmasanız da) öne sürerler.

Hele ki cahillik edip sizin mekruha (!) bulaştığınızı, ailece günün birinde sayfiyeye gittiğinizi falan öğrenmişler ve hele hele kadınlarınızın başının açık olduğunu görmüşlerse onların nazarında fasık veya mürted sınıfına girmiş bile olabilirsiniz. Onlarsa Allah’ın rahmetinde ve muhafazasındadırlar. Yüzünüze karşı bir şey söylemeseler de sizin için üzüldüklerini, keşke başını kapatmış olanlardan olmanızı ve ezbere Yasin okumayı biliyor olsaydığınızı başka akrabalar vasıtasıyla size tebliğ ederler. Tabii ki bu aşamadan önce ailece sizin hakkınızdaki bu konuları istişare (!) etmediklerini düşünmek safdillik olsa gerek.

Onlar (kendilerine göre) tam iman sahibidirler. Bu kişiler kendilerinden o kadar emindirler ki bu kadar hakkıyla ibadet edip bu kadar dinle oturup kalktıktan sonra cennetin kapılarının kendilerine sonuna kadar açıldığını düşünürler. Çünkü onlar bu kadar ibadeti harfi harfine yaptıklarına ve Allah’ın da bir adaleti olduğuna göre, onların yerine ya da onlardan önce herhangi bir alelade Müslüman cenneti hak edecek değildir! Hak edecek olsa bile çok muhtemelen cennetin en alt tabakasındandırlar!  Ama biraz para görmüş zengin biriyseniz iş değişir. Sizinle oturup kalkmaktan, sizi ağırlamaktan lezzet alırlar. Hatta sizin saygısız üslubunuza ve abartılı baştan geçmişliklerinizi dinlemeye katlanırlar. Zengin bir akraba olduğunuza göre onların kadınlarının yanında oturacak yeterli ehliyetiniz de vardır. İşte bu tam (!) iman sahibi kişiler imanlarını kendi başarılarıyla elde ettiklerini ve bu sebeple Allah’ın onları çokça rızıklandırdığını zannederler. Ama Allah’ın Kuran’da iman konusunu da rızık konusunu da nasıl anlattığını bir kez bile okumamışlardır.

Onlar Arapça olarak öğrenip ezberledikleri sureleri tekrar tekrar okuyarak (ne söylendiğini anlamasalar da) imanlarını kuvvetlendireceklerinde iddialıdırlar. Öğrendikleri bütün dini bilgiler (Kuran’ı anlatanlar da dâhil olmak üzere) Kuran dışındaki dini kitaplardan, dini gazete ve mecmualardan, ilmihallerden, cübbeli cübbesiz sohbet dinletilerinden, cami önü muhabbetlerinden ve zandan ibarettir. Onlara Türkçe Kuran’dan bahsederseniz size hak verir görünmek üzere “elbette” derler “Türkçesini de bilmek lazım, ama Arapçasını okumak daha sevaptır.” 500 defa Yasin okumak, 1500 defa Ayetel Kürsi, 10 bin İhlas, 70 bin Kelime-i Tevhid… uzar gider. Matematiksel sevaplara çok meraklıdırlar. Paralarını nasıl biriktiriyorlarsa sevaplarını da öyle biriktirdiklerini ve bu yolla cenneti satın alacaklarını zannederler. Tek başına namaz kılarken sen istediğin kadar Allah’a gönülden yalvar, içten hıçkırıklarla Allah’ın varlığını ve şefkatini ürperen tüylerinde hisset, kalbinin manevi heyecanıyla dünyayla irtibatını kesip seni Yaratan’a “online” ol; onlar için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü vakit namazı da olsa her namazı cemaatle kılmak 20 kat daha sevaptır! Hem Allah dostu şeyhlere mahsus kerametler senin neyine! Sen kimsin ki Allah seni kaale alıp duana mukabele edecek!

İnsanlık hali! Diyelim ki beş parasız kaldınız. Çocuğunuz ülkenin bir başka köşesindeki okulundan bayram tatili için gelecek. Dolayısıyla ona para göndermeniz lazım. Öyle kötü bir zaman ki hiçbir yerden size borç verecek birini bulamadınız. Banka kartı yok, avansınız yok, belki işiniz yok, şu yok, bu yok. Olmaz mı, olur. Siz yol parası için bir şey gönderemediğinizden çocuğunuzu okulundan getirtemiyorsunuz. Son çözüm gidip her şeye rağmen o dini derneklere avuç dolusu yardımlar yapan akrabanızdan borç istiyorsunuz… Emin olun ki arabasının mafsalları arızalıdır. Onları yaptıracağı için size borç veremeyeceğini söyler ve siz de oraya gidip o kişiden borç istediğiniz için kendinizi yersiniz. Emin olun. Emin olun bu böyledir!… Ama üç kuruş ucuza veriyor diye köylüsü bakkaldan üç bidon peyniri tek seferde “cash” ödeyerek alırlar. Siz affedilesi bir hata eder ve gider veresiye sarhoş olursunuz. Ama orada öyle bir sarhoşa denk gelirsiniz ki sizi çocuğunuza mahcup olmaktan kurtarır. İman kime nasip hiç bilemezsiniz. O sarhoş ile bu sarhoş ayda yılda bir kıldıkları namazlarda öyle bir “online” olmayı becerirler ki Araf Suresinin 48 ve 49’uncu ayetlerinde tasvir edildiği gibi cennete davet edilenlerden olurlar.

İşte bu imanını şekle dayalı inancıyla kazandığını zannedenler şu anlatacağım duyguyu bilemezler. Çünkü böyle şeyleri düşünmek bile onlar için dinden çıkmaktır. Ama siz bana güvenin ve düşünün. Bir an için içinize sinen şüpheler nedeniyle dininize olan inancınızı kaybettiğinizi düşünün. İşte burada yol ayrımını görüyoruz. Önünüzdeki bir yol ne olursa olsun cevaplarınızı bulmaya, diğeri ise artık her inancınızı her şeyi tamamen kaybetmeye götürüyor. Eğer o güne kadar inancınızın peşinde koşan birisiyseniz hayattaki her şey sizin için anlamını kaybetmeye başlar. Ne para, ne aile ne de dünyevi geleceğinize ilişkin çok önemli konular sizin için artık önemli değildir. Çünkü ne kadar varlıklı ve sağlıklı bir hayat sürerseniz sürün sonsuzluğu kaybetmiş olma ihtimalinizin hüznü sizi yer bitirir. Bu noktada imanın bilinen altılısından beşini kaybetseniz bile eğer hala Allah’ın varlığına eminseniz etrafınızda sizin inancınızı temsil ettiğini zanneden kötü örneklere rağmen O’ndan ümidi kesmez, O’na yalvarır ve kurtuluş ararsınız. Çözüm peşindesinizdir. Bir de bakarsınız ki hepsi eskisinden çok daha sağlam size geri verilmiş. Ama eğer Allah’ı da inkâr etme noktasına varırsanız işte ondan sonra bir şey isteyeceğiniz kimse de kalmaz.

Yani bizin elinizde; iyi insan olmaya çalışmaktan ve imana kavuşma (inancımızı kendimize ispat etme ve tahkik etme) hevesimizden başka fazlaca bir şey var mı? Elbette ki ibadetler farzdır ve aksatmamalıyız. Ama iman “feyk” ise kıldığımız namazların bile yüzümüze fırlatılacağına emin olun.

Hatta dünyanın kitabını yutmuş müspet bilim adamı olsanız da yeteri kadar iyi insan değilseniz Allah sizi iman sahibi yapar mı? Atomları fotonları parçalayacak formülleri üretip tekrar bir araya nasıl getirebileceğinizi anlıyor olsanız bile iki satırlık ayetin ne demek istediğini anlamaz ya da ona kibri hislerinizle ve yaşadığınız hayattan ve insanlardan örneklendirdiğiniz kötü zanlarınızla anlam verir ve Allah ya da peygamber hakkında şüpheye hatta inkâra düşersiniz. İnsanlığa bilimsel olarak faydanız olsa da kendinize ebedi hayat hususunda o foton kadarcık bile fayda sağlayamazsınız. O yüzden Allah, ateşi kendimizin burada biriktirdiğimizden bahsediyor.

Samimi olmak gerekmez mi? Yani iyi ya da kötü her şeyi Allah yaratır da; mesele ondan bilinçli ya da bilinçsiz olarak ne istediğinizdir. Huzur istiyorsanız huzur da verir, ateş istiyorsanız ateş de! Hem de sonsuz kadar verir! O zulmetmez, bizim kendimize ettiğimiz zulümdür başımıza gelenler… Samimi olmak lazım. İletişime geçeceksek “online” olmamız lazım, hem iletişim ağına girip hem de “dışarıda göster” tuşuna basmamak gerek…

Kalemzade (kalemzade.net)


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website