Din toplumu birleştirir; dincilik, mezhepçilik, hizipçilik ise toplumu böler. İnsanları birbirine düşman eder. Yüce Allah “ümmetiniz bir tek ümmettir” (Enbiya-92 Muminun-52) diyerek İslam ümmetinin bir ve bütün olmasını istemiştir. Dini yalnız Allah’a özgüleyerek, Allah’a has kılarak dosdoğru yol-sırati müstakim üzerinde olmamızı istemiştir. (Beyyine-5) Kur’an yoluna, anlayışına alternatif olarak sunulan paralel din anlayışlarını, yorumlarını; toplumda din eksenli bölünmeyi, hizipçiliği yasaklamıştır. (Bakara-213 Aliİmran-19, 103 Şura-13, 14 Enam-153, 159 Rum-32 Neml-45)
Yasağı ihlal edenlere, hizipçilere, bölünüp, parçalananlara azap edeceğini bildirmiştir. (Ali İmran-105)
Toplumu bölmek, guruplara ayırmak Firavun’un izinden gitmektir. (Kasas-4)
Kur’an’da anlamı açık, net muhkem ayetlerle bildirilen emir ve yasaklar dinin esasını oluşturan farz hükümlerdir. (Ali İmran-7) Bu hükümleri, emir ve yasakları yok saymak, inkar etmek dini inkar etmektir. Bu hükümlere; emir ve yasaklara uymamak ise haramdır, günahtır.
Örneğin: Kur’an kumarı yasaklamıştır, kumar oynamak günahtır. Rüşvet almak yasaktır, alan günahkar olur. Kumar, rüşvet yasağını yok sayma veya bunları meşrulaştırma gayretleri olursa, bu durum gerçeğin üstünü örtmektir, inkardır, küfürdür. Ayni şekilde farklı beşeri ekollerin yorumların bağlısı olmak, din anlayışında bölünüp guruplara-zümrelere ayrılmak Allah’ın
‘‘Bölünüp, parçalanmayın, ayrılığa düşmeyin’’
(Aliİmran-103 Şura-13)
hükmüne, emrine karşı gelmektir, günahtır. Allah’ın iradesine tamamen ters olarak “ din anlayışındaki farklılıklar, çeşitli mezheplerin, yorumların varlığı rahmettir” denilerek ümmetin bölünmesi meşru görülür, teşvik edilirse Allah’ın muhkem bir hükmü inkar edilmiş olur. Bu tutumdan vazgeçip, tövbe etmek gerekir.
Ümmetin genelinde mezheplerin dinin doğal bir uzantısı olduğu ve mutlaka bir mezhebe bağlı olmak gerektiği yönünde yanlış bir bir algı vardır. Herkes kendi mezhebini över veya ehven-i şer olarak niteler. Oysa tevhide sadakatle bağlı bir mümin bütün mezheplere eşit mesafede uzak olmalıdır. Sadece Allah’a teslim olmalı, Kur’an’a tabi olmalıdır.
Mezhep konusu konuşulacaksa öncelikle şu hususlar söylenmelidir: Kur’an’ın yasakladığı bir fiilin; ümmetin din anlayışında bölünmesinin asli failleri olan mezhep, tarikat gibi oluşumların varlığı ve bunların mensubu, bağlısı olmak; mezhep kabullerine, uygulamalarına tabi olmak haramdır, günahtır. Bu beşeri oluşumların kabullerini, uygulamalarını dinin bir unsuru olarak kabul etmek ise şirk yoluna girmektir.
Mezhepler ihtiyaçlara, çıkarlara göre İslam’ın insanlar tarafından aranje edilmiş-düzenlenmiş, modifiye edilmiş, değişime uğratılmış halidir. Mezhepler dinin yerine ikâme edilemez. Mezhepler dinin versiyonları, türevleri değildir. Kur’an’da bildirilen ilahi hükümler ile mezhep kabulleri karıştırılıp, harmanlanıp “din budur” denemez.
İslam ümmetinin günümüzde içinde bulunduğu perişan durumunun en önemli faillerinden biri mezhepçi anlayıştır. Müslüman toplumları bölmek isteyen egemen güçler tarih boyunca mezhepçiliği desteklemiştir. Siyasi, sosyal olayları istedikleri gibi yönlendirmek için mezhep, tarikat önderlerini ve siyasal İslamcı liderleri kullanmışlardır.
“Panislamist Siyasal İslamcı örgütler, gerçekte karşıymış gibi göründükleri Yahudilerin ve Hıristiyanların maşasıdırlar… Siyasal İslam’cılığın hilâli kazınınca altından istavroz çıkmakta ve Yahudi yıldızı parlamaktadır…’’ (Cengiz Özakıncı-İblisin Kıblesi- S: 198)
Yaklaşık 3000 yıllık dinler tarihinde din ve mezhep farklılıkları bahane edilerek, aslında dünyevi çıkarlar; saltanat, servet uğruna yapılan savaşlarda 250 milyon kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Bunların yaklaşık 175 milyonu Hıristiyandır. 25 milyonu Yahudidir geri kalan 50 milyon ise Müslümanlardır. Hıristiyan dünyasında mezhep savaşları 1648 de sona eren otuz yıl savaşlarından sonra imzalanan Vestfalya Barış Anlaşması’yla son bulmuşken günümüzde İslam dünyasında ne yazık ki farklı mezhep mensubu Müslümanlar birbirlerini öldürmeye devam etmektedir..
Yaklaşık 25 yıl önce baba Bush “New World Order” Yeni Dünya Düzenini açıklamıştı.
Wilson Doktrininin yeni versiyonu olan; mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölücülük esasına dayalı bu düzende etnik azınlıkların kendi kendilerini yönetme hakkı olduğu savunulmuş ve ulus devletlerin etnik kökenli parçalanmaları amaçlanmıştır. Ulusal devletlerin feodalleşerek demokrasiden uzaklaşmaları, etnik guruplara ayrılarak şehir devletleri haline gelmelerine zemin hazırlanmıştır.
B.O.P’nin amacı Ortadoğu’yu Yeni Dünya Düzeni’ne uygun yeniden şekillendirmektir….
İslam ümmetinin ümmetçiklere bölünmesine birbirine düşman olmasına neden olan iki büyük mezhebin ve bu mezheplerin alt kollarının oluşmasının, bir çok tarikatlerin, cemaatlerin ortaya çıkmasının nedeni: Masumane, iyiniyetli, ümmeti bilgilendirme, aydınlatma veya İslam’a hizmet yarışı değildir. Kur’an, ümmetin din anlayışında fırkalara ayrılmasının, mezheplere, tarikatlere, cemaatlere bölünmesinin nedenini (BAĞY) kıskançlık, ihtiras, kibir, azgınlık, doymazlık; ahlak, erdem, adalet ilkelerinden uzaklaşmak olarak bildirmiştir.. (Bakara-213 Alimran-19 Şura-14 Casiye-17)Yüce Yaratan vahiy ettiği ilk ayetlerde insanların azgınlığa eğlimli olduklarını bildirmiştir. (Alak-7)
Kur’an, alemlere, insanlara rahmet olarak ayrıntılı (Enam-126) eksiksiz (Enam-38) şekilde indirilmiştir ve dinimiz Yüce Allah tarafından kemale erdirilmiş, tamamlanmıştır. (Maide-3 Enam-115) Yüce Allah eksik veya boş alan bırakmamıştır, dolayısıyla beşeri düşüncelerin, kabullerin katkısına ihtiyacı ve izni yoktur. (Zümer-3)
Yüce Allah dinimizin tamamlandığını, Kur’an’ın eksiksiz olduğunu bildirirken, mezhepçi anlayış Kur’an’da fuluğ alanlar, yeterince detaylandırılmamış konular olduğunu ve ancak beşeri oluşumların yardımıyla, katkısıyla dinin tamamlanacağını, anlaşılabilir, uygulanabilir, yaşanabilir olacağını kabul eder. Yüce Allah’ın ‘‘tamamladım’’ dediği dine-İslam’a ‘‘yok hayır tamam değildir’’ diyerek, dine ilaveler, katkılar yapmaya çalışmak, ‘‘din ancak şu mezhep kabulleriyle yaşanabilir, uygulanabilir’’ demek veya ‘‘ Kur’an’da bulamadığını, sünnette ara, sünnette bulamadığını, fıkıhta ara, fıkıhta da bulamadığını icma da ara’’ demek dinin tamamlandığını ve Kur’an’ın eksiksiz olduğunu söyleyen Allah’a inanmamaktır. Allah’a inanmamak ise en büyük zalimliktir.. (Enam-21)
Müslümanlar Kur’an hükümlerini okuyup, anlayıp, benimseyip, yaşamlarını bu hükümlere göre şekillendirmeleri gerekirken; uygulamada ne yazık ki mezhep kabullerine göre oluşturulan fıkıh, ilmihal kurallarına tabi olarak yaşamak yaygındır. İslam dünyasında Kur’an hükümlerinin yerini “uydurulmuş din anlayışları” – mezhep şeriatları almıştır. İslam ülkelerinde yaşanan geri kalmışlığın, Müslümanların birbirlerini boğazlamalarının, Haçlı emperyal güçlerin oyuncağı olmalarının temel nedeni: Mezheplerin dinin yerine ikâme edilmesidir. Mezhep kurallarının, uygulamalarının; şeriatlarının Kur’an hükümlerine ortak-şirk koşulmasıdır. Kur’an’dan uzaklaşılması, mezhep şeriatlarına tabi olunmasıdır. Kur’an’dan uzaklaşıldığı için günümüzde Müslüman ümmet gayye-ateş çukurunun (Ali İmran-103) kenarında bile değil, taaa dibindedir..
“Benim dinim İslam’dır, Elhamdülilllah Müslümanım ve falanca mezhebin mensubuyum” sözü tevhide aykırıdır ve son derece çelişkilidir. Bir kişi hem Kur’an hükümlerine; hem de bir mezhebin kabüllerine, şeriatına tabi olamaz. Birbirine zıt özellikleri olan iki seçenekten birisini tercih etmelidir.
Ya sadece Allah’a teslim olmalı; Kur’an hükümlerine tabi olmalı ve fıtratla uyumlu yaşamalıdır. Ya da, mezhep şeriatlarına, imamlarına veya tarikat şeyhlerine, onların zübürlerine teslim ve tabi olmalıdır.
Kur’an hükümleriyle çelişen mezhep kabüllerinden, uygulamalarından bazıları şunlardır:
Kur’an, dinde “zorlama yoktur” diyor; hanefi mezhebi insanların namaz kılmaya zorlanabileceğini, kılmamakta ısrar edenlerin dövülebileceğini söylüyor. Şafiler ise, farklı dinden olanların katledilmelerini caiz görüyor, farklı mezhepten olan Müslümanları mürted ilan ediyor. Kur’an, yönetimin aramızdan seçeceğimiz ehil ve adil kişilere verilmesini istiyor; hanefi mezhebi ise, babadan oğula geçen saltanat, sömürü düzeni istiyor. Kur’an, köleliğin, cariyeliğin kaldırıldığını söylüyor; sünni eköle bağlı İslam devletlerinde ise, tarih boyunca köleliğin de, cariyeliğin de devam ettiğini görüyoruz. Kur’an kadınları erkeklerle birlikte toplumun eşit bireyleri olarak görüyor; mezhep şeriatları ise kadını erkeğin kölesi olarak görüyor. Kur’an, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin” diyor; Osmanlı’nın padişahları ise, halkı kendisinin kulu, kölesi olarak görüyor. Kur’an, peygamberliğin sona erdiğini söylüyor, şii mezhebi ise, imamlarının aracısız Allah’tan ilham-vahiy aldıklarını bir anlamda peygamberliğin devam ettiğini iddia edebiliyor. Kur’an kadere imandan bahsetmezken, hanefi mezhebi bunu iman şartı sayıyor.. Mezheplerin hemen her konuda Kur’an’la çelişen kabülleriyle ilgili yüzlerce örnek verilebilir. Böyle bir durumda hem Kur’an’a, hem de Mezheplere tabi olmak mümkün müdür.??
İÇTİHAT: Yorum, tercih demektir. Akılla, ilimle yapılan cihattır.. İslam tarihi boyunca Kur’an endeksli, dinimizin aslına, özüne sadık kalarak, Allah’ın mesajını daha iyi anlamak, öğrenmek için çalışmalar yapan ve Kur’an’ın akla, iradeye tanıdığı hareket alanı içinde yaşanılan zamanın, mekanın şartlarına, toplumun ihtiyaçlarına uygun düşünce üreten-içtihat yapan bilgi-ilim sahibi müçtehitler, kelamcı düşünürler, Kur’an ehli Hakk dostları olmuştur, olacaktır. Ecdadımızın iyi niyetli, bizleri aydınlatan, Kur’an ruhuyla buluşturan mirasından yararlanmalıyız. Ancak, düşünce ve yorumlar hiçbir zaman toplumda sosyal, siyasal guruplaşmaya, ayrışmaya, bölünüp, parçalanmaya neden olacak farklı boyutlarda ve İslam ruhundan, Kur’an anlayışından uzak olmamalıdır. İslam’ın bir yorumu dinin aslı, esası gibi sunulmamalıdır, zaman ve mekan üstü kabul edilmemelidir. İslam ideolojiye dönüştürülüp, siyasal akımlara malzeme yapılmamalıdır.. Geçmişi tamamen yok saymak yanlıştır. Ama geçmişin kabüllerini zaman ve mekan üstü ilan edip kutsallaştırmak daha büyük yanlıştır. Birbirlerinden farklı din anlayışları, kabülleri, yorumları, kitapları, önderleri olan; kurumlaşmış ve ideolojilere dönüşmüş mezheplerden birine tabi olmak, o mezhebin dini temsil ettiğini söylemek, ancak mezhep kurallarıyla belirlenen detaylar yardımıyla dinin yaşanabileceğini, uygulanabileceğini söylemek, o mezhebin kabullerini de kapsayan yeni bir din oluşturmak ve oluşturulan bu yeni dine inanmak olur.
Yorumlar, kültürler, örfler, adetler dinleştikçe, din de adetleşir. Dinin emirleri ile beşeri kurallar, örfler, adetler birbirine karışır. Din tahrip olur, temel işlevini yitirir, saygınlığı azalır. Allah’ın üzerimizdeki rahmeti, bereketi azalır. Mezhep kabülleri, uygulamaları öncelendikçe Kur’an arka planda kalır. Böylece İslam Hıristiyanlık gibi mezheplerden oluşan bir din anlayışına benzemeye başlar..
Belli bir devirde, o devrin şartlarında bir toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya konmuş mezhep yorumları veya bir toplumun kültürü, adetleri, gelenekleri, örfleri dogmalar haline getirilerek Kur’an’ın akla ve iradeye tanıdığı insiyatif alanı bunlarla doldurulursa dinin ilahi vasfı ve evrensellik özelliği kalmaz. Dinin dinamik yapısı, sıtabil hale dönüşür ve din işlevini kaybetmeye başlar. Belli bir devrin veya belli bir bölgede yaşayan insanların dini haline gelir.
Yüce Allah’ın Hz. Musa aracılığı ile tebliğ ettiği din işte bu şekilde Yahudiler tarafından bir milletin; sadece Yahudilerin dini haline getirilmiştir. Hz. İsa aracılığıyla tebliğ edilen din ise, zaman içinde aslından, ilahi vasfından koparılmış ve Batı kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Dinin ilahi yapısı bozulup evrensellik özelliği korunamadığı içindir ki, daha sonra Kur’an vahiy edilmiştir. İslam’a şu veya bu niyetle beşeri unsurları ilave etme gayretleri aslında dini bozma, deforme etme gayretleridir..
‘İmam Malik, Muvatta adlı hadis kitabını yazdığında dönemin halifesi bunu anayasa belgesi yapmak istemişti. Çünkü Muvatta aynı zamanda bir fıkıh kitabı idi. Yani fıkıh baplarına göre tasnif edilmişti…
İmam Malik, Muvatta’ı yasalaştırıp resmi fıkıh belgesi (Kanun) haline getirmeyi düşünen dönemin halifesi Ebu Cafer el-Mansur’a dedi ki: ‘‘Yapma ey müminlerin emiri! Resulullah’ın ashabı değişik topraklara dağıldılar. Her toplulukta farklı bir ilim vardır. Sen onları bir görüşe zorlarsan fitne çıkar…’’ (Muhammet Nur Doğan-İslam’ı Kur’an’dan Okumak-S:194)
Din konusunda içinde bulunduğumuz durumu bir benzetme ile anlatmaya çalışalım.
Bir müzisyenin çok beğenilen güzel bir beste yaptığını düşünelim. Sonra başka birilerinin bu besteyi kendi tarzlarına, beğenilerine göre aranje ederek-düzenleyerek değişik bir yorumla seslendirdiğini ve bu süreçte bestenin aslının neredeyse unutulduğunu, hiç dinlenmez olduğunu düşünelim. Bir zaman gelir sonradan yapılan düzenleme, yorum adeta bestenin aslıymış gibi ilgi, hürmet görmeye başlar. Orjinalin yerine taklit olan, uydurulmuş olan ikame edilmiş olur..
Günümüzde Kur’an adeta terk edilmiş, unutulmuş durumda. İmam Hatip Liselerinde, camilerde halkımıza sünni hanefi mezhebinin fıkhı, Emevi şeriatı din diye öğretiliyor. Halkımız hilafet sistemini, şeriat düzenini İslam’ın emri olduğunu sanıyor.
Günümüzde İslam dünyasının en önemli sorunu: Mezheplerin dinin ayrılmaz bir parçası olduğu kabulüdür. Mezhep şeriatlarının, ecdadın uygulamalarının dinin mütemmim cüz-i olarak kabul edilmesi ve hatta din ile eşitlenmesidir.
Saygılarımla