Bilindiği gibi siyaset ya da başka bir ifade ile politika devlet işlerini düzenleme ve yürütme faaliyetidir. Politika bilimi de politik hareketler ile güç edinilmesi ve edinilen gücün kullanımı konusunu incelemektedir. Dolayısıyla siyaset insani bir faaliyettir. İlahi olan din, insani olan siyasete ve güce kurban ya da alet edilemez veya siyasi güç ve hakimiyet kazanmak için kullanılamaz.
Siyaset anlayışları ya da siyasal yaklaşımlar kişi ve toplumlara göre değişebileceği gibi konu bazında da birbirleri arasında haklı ve haksız olabilecekleri yönleri bulunabilir. Oysa din, insan için ortak paydadır. İlahi buyruklar, hangi siyasi görüş ya da ideolojik anlayışta olursa olsun inanan insanlar açısından birdir.
Siyasi bir taraf kendisini dinin temsilcisi ya da sözcüsü olarak görüp konumlandırdığı yerde kendi siyasi görüşünden olmayanı otomatikman kendi dininden de görmeme hatasına düşecektir. Oysa din insan üstü ilahi bir buyruk olması sebebiyle siyasete ya da herhangi bir ideolojik görüşe indirgenemeyecek kadar yüce bir değerdir. Din, her türü siyasi ve ideolojik tartışma, anlaşmazlık ve yorumun üzerindedir. İslam, insanlığın ortak değeri ve paydasıdır.
Eskilerin ifadesi ile devletin dini olmaz. Devletin dini adalettir. Devlet dini hükümler ile değil doğruluk, adalet, akıl, erdem, ehliyet ve istişare gibi değerler ile yönetilir. Bu değerlerin tamamı da dinin merkeze koyduğu evrensel değerlerdir. Devlet yönetimi, yönetim sınırlarında yaşayan herkese inancına, inançsızlığına, cinsiyetine, diline, soyuna, eğitimine, sosyo-ekonomik durumuna, partisine ya da bağlı olduğu grup veya ideolojisine bakılmaksızın eşit şekilde yaklaşmak durumundadır. Adil bir yönetim ancak bu şekilde gerçekleşebilir.
Çeşitli dini grup ve cemaatlerin devletin içine sızması ve yönetimde söz sahibi olmasına, kamu malını kendi grubu namına kullanmasına, kendinden olanı kayırarak kendinden olmayanı yok etme çabasına girmesine engel olunması ve bu konuda ciddi tedbirler alınması gerekir. Çünkü bu yapılara mensup kişilerin önemli bir çoğunluğu için kendi cemaati ve şeyhi Allah’tan da, vatan, millet, dünya, ahiret, adalet ve merhametten de önce gelmektedir. Herkes kendinden olanı bir yerlere getirme ve kadrolara yerleştirme gayreti içinde girecektir. Bu ülke ve bu ümmet bu tür yapıların ihanetlerini acı bir şekilde tecrübe etmiştir. İslam ülkeleri içten içe çökmüş ve değerlerini tüketmiştir. Eline fırsat ve güç geçen yapıların farklı davranmayacakları neredeyse kesindir.
Hem dini hem de evrensel değerlere uygun bir yönetim, yakınların kayırılmadığı, kendisinden olmayanın ötekileştirilmediği, devlet yetkilerinin kötüye kullanılmadığı, kamu malının zarar ve ziyana uğratılmadığı, yolsuzluk, hırsızlık ve usulsüzlük yapılmadığı, kamu malından servet biriktirilmediği, bürokratik kurumların demokrasinin gereği olarak bağımsız karar alabildiği, yargı üzerinde siyasi baskı oluşturulmadığı, düşünce ve eleştirinin suç sayılmadığı, yöneticilerden korku duyulmadığı, sivil toplum örgütlerinin ve medyanın bağımsızlığına sınırlama getirilmediği, kaynakların israf edilmediği, eğitime, sağlığa, kültürel etkinliklere, sanata, çevreye, bilim ve teknolojiye fazlasıyla yatırım yapıldığı, her türlü kamu faaliyetinden halkın haberdar edildiği, yöneticilere güven duyulduğu, gerektiğinde yöneticilerin hatalarının sorumluluklarını üstlendikleri, görevlerini erdemli bir şekilde devredebildikleri, gerekirse yargılanabildikleri, yönetenin asıl amacının yönettiğine hizmet etmek olduğunun unutulmadığı, çalışanların ekonomik açıdan geçim durumlarının olabildiğince yüksek olduğu, şeffaf ve bağımsız kurumlar tarafından denetlenebilir bir yönetimdir.
Bu değerlerin olmadığı ya da eksik olduğu yönetimler adaletsizliğe, haksızlık ve hukuksuzluklara yönelir ve ardı arkası kesilmez gerekçe ve bahaneler üretirler. Bir yöneticinin en başta kendisine yapacağı en büyük iyilik adaletli olması, en büyük kötülük ise adaletten sapmasıdır.
İslam dininin hükümleri çok sağlam bir güven ve adalet temeline dayalıdır. Ayetin ifadesi ile: Allah, adaletle hükmedenleri sever. (Maide 42)Pek çok ayette adaletin gözetilmesi, haksızlıklara karşı mazlumun desteklenmesi ve bu sayede toplumsal düzenin sağlanmasına yönelik tavsiyeler görmek mümkündür: Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah çok iyi İşitir (Semî) ve çok iyi Görür (Basîr). (Nisa 58)
Pek çok ayette adaletin gözetilmesi, haksızlıklara karşı mazlumun desteklenmesi ve bu sayede toplumsal düzenin sağlanmasına yönelik tavsiyeler görmek mümkündür: Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah çok iyi İşitir (Semî) ve çok iyi Görür (Basîr). (Nisa 58)
Söz konusu adalet anlayışı o denli titiz ve hakka hukuka riayete dayalı bir adalet anlayışıdır ki yakınlar aleyhine dahi olsa tereddüt etmeden gözetilmelidir. Çünkü Kuran ayetleri yakınlarınız aleyhine de olsa adaletli olun demektedir: Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (Nisa 135)
Müslümanlar peygamberimizden sonra, zamanla en temel evrensel değerleri ve Kuran’daki yönetime dair olmazsa olmaz ilkeleri terk ettikleri için günümüz dünyasında değer üreten ve adaleti temsil eden değil değerleri yitiren ve adaletten yüz çeviren bireyler ve toplumlar haline geldiler. Çünkü peygamberimizden hemen sonra iktidar karmaşası ve siyasi mücadeleler baş gösterdi. İlk dönemlerde her türlü kargaşa ve komplolara rağmen mümkün olduğunca birlik içinde kalınmaya çalışılmıştı. Ancak bu çabalara rağmen ilk halife olan Hz. Ebu Bekir hariç diğer üç halife bu çabalarının bedelini canları ile ödemek zorunda kaldılar. Bu süreçte ortaya çıkan fitneler sonucu bir yandan Müslümanlar birbirlerine kıyarken diğer yandan siyasi hak ve iktidar için, peygamberimiz üzerinden hadis üretme faaliyetleri de başlamıştı. Bilindiği gibi Hz. Osman’ın şehit edilmesi, Cemel vakası, Sıffin savaşı, Harura olayı, Kerbela faciası gibi fitneler sahabe döneminin en büyük fitneleri olarak İslam tarihi içindeki acı yerini almışlardı. Bu fitneler sebebiyle de hem kişiler hem de davalar uğruna çokça yalanların söylendiği ve asılsız rivayetlerin ileri sürüldüğü bir döneme girilmiştir.
Kuran-ı Kerim gibi muhteşem bir vahyin rehberliği ve Hz. Muhammed gibi muazzez bir resulün örnekliği ile şereflenmiş olan İslam ümmeti, peygamberimiz dönemindeki birlik ve kardeşlik ruhunu devam ettiremeyerek siyasete, iktidar hırsı ve dünyevi mücadeleye kurban edilmiş, en temel değerleri ayaklar altında çiğnenmiş ve telafisi mümkün olmayacak şekilde açılan derin yaralar sebebiyle ayrılık ve anlaşmazlığa düşerek ağır bir darbe almıştır.
Dört büyük yönetici sonrasında meydanı iyice boş bulan ve iktidar uğruna hertürlü uygunsuz yola başvurarak İslam’ı içinden yaralayanlar, adalet, merhamet, istişare ve ehliyet gibi en temel değerlere bağlı nebevi hilafeti saltanata dönüştürmek ile kalmadılar aynı zamanda baskı ve zorbalıkla elde ettikleri yönetimlerini eleştiren toplumun ileri gelen âlim ve önderlerini de türlü yollar ile sindirerek Müslümanlar üzerinde yapılan en büyük darbeyi gerçekleştirmiş oldular. Siyasi ve ilmi anlamdaki bu darbenin, İslam ümmetinin bugün içinde bulunduğu durumun en öncelikli nedeni olduğu görülmektedir. Dinin açık bir şekilde siyasete alet edilmesi ile bu yeni siyaset anlayışının getirdiği güç, kitleleri kontrol etmek için en etkili silah olduğu tecrübe edilince bu durum, yöneticilerin başlarını döndürmüş ve böylece Allah’ın apaçık uyarıları da hayatın dışına çıkarılmıştır.
Durum böyle olunca her gelen yönetim, kendi iktidarını güçlendirip garanti altına alabilecek ve kendine tehdit oluşturmayacak dini anlayış ve görüşleri destekleyip yayma; Allah’ın kitabından delil getirmek suretiyle bu haksızlıklara karşı çıkan, adalet ve merhamet sahibi âlimlere ve halktan kişilere baskı ve zorbalık yaparak sindirme yoluna gitmiş ve bu konuda genellikle istedikleri neticeleri elde etmişlerdir.