Kuran’a Göre Hayvanseverlik ve Vejetaryenlik

Kuran’a Göre Hayvanseverlik ve Vejetaryenlik

1) Etyemezliğin Caizliği
Yiyin ve hayvanlarınızı [enam] otlatın. Aslında işte bunda akıl yetisi olanlar için kesinlikle kanıtlar vardır. 20:54
Ondan, suyunu ve otlağını çıkardı. Ve dağları yerleştirdi. Sizin ve hayvanlarınızın [enam] yararlanması için. 79:31-33
…Meyveler ve sebzeler. Sizin ve hayvanlarınızın [enam] yararlanması için. 80:31-32
Ayrıca bkz: 16:68-69,80, 22:28,34,36, 23:21-22, 40:79-80, 51:26-27
Ayetlerde geçen “enam” sözcüğünün anlamı sözlüklerde hayvan veya evcil hayvan olarak geçiyor. Bu ayetlerle birlikte “var olmayan ayetleri” de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Yani Kitap’ın hiçbir yerinde et yemeyen birinin öyküsüne veya etyemezlik davranışına doğrudan rastlamıyoruz. Hayvan sözcüğü geçmeyen kimi ayette hayvanlara dolaylı göndermeler de yapılır:
O, taze et [lahm] yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi de hizmetinize vermiştir. Onun lütfundan aramanız için, gemilerin suları yararak gittiklerini görürsünüz; belki şükredersiniz diye. 16:14
Sözü edilen süs eşyasının kabuklular olduğu apaçıktır. Ancak örneğin canlı denizyıldızlarının öldürülerek süs eşyası yapıldığını biliyoruz. Ayette canlısı ve ölüsü diye bir ayrım yapılmamıştır.
Bu ayetlerde hayvanlar üzerinden giderildiği söylenen gereksinimlerin ikisi olan iş yaptırma ve giyinme, tarihte benzeri büyük olasılıkla yaşanmamış olan ve geçici bir durum olan fosil yakıt uygarlığında başka kaynaklardan da karşılanır. Fosil yakıtlar ve motorlar hayvanların yaptığı işlerin aynısını ve fazlasını yapar. Petrolden elde edilen sentetik kumaşlar ve yapı malzemeleri insanın giyinme ve barınma gereksinimini giderir. Kuran’ın yazarı fosil yakıtlardan habersiz değildir (35:27, 87:4-5, 16:8). Fosil yakıtları bu gereksinimler için kullanmamızla hayvanları kullanmamız arasında ahlaki açıdan bir fark olduğu yorumunu destekleyecek hiçbir işaret bulamıyoruz kitapta.
O, tüm çiftleri de yaratmıştır. Ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan [el enam] binekler yapmıştır. Onların sırtına binmeniz için. Sonra onların üzerine bindiğinizde efendinizin nimetlerini anın ve şunu söyleyin: “Bunları hizmetimize veren, tüm yakıştırmalardan ayrıktır. Çünkü biz bunu elde edemezdik!” 43:12-13
Hem binmeniz için hem de süs olarak, atları, katırları ve eşekleri de yaratmıştır. Ayrıca, daha bilmediğiniz neler yaratmaktadır. 16:8
Yine aynı durum söz konusudur. Geçici bir süre için hayvan hizmetinin yerini fosil yakıtlar sayesinde var olabilen taşıtlar aldı. Bunlara binince de Kuran’ın buyruğu gereği “Bunu kendimiz başaramazdık” dememiz gerekiyor. Hayvanlar söz konusu olduğunda insanın başardığı yalnızca yaban hayvanını alıp evcilleştirmektir. Yoksa insan hayvanı kalıtımsal olarak tasarlamış veya moleküllerinden üretmiş değildir. Bu ayetler, hayvanla otomobili ayırmaz. Ayıracak olsaydı hayvanlara özel bir buyruk olurdu. Oysa “daha bilmedikleriniz” ifadesinden, motorlu taşıtların da bu kapsama girdiği anlaşılıyor. Bu ifade (henüz) bilinmeyen hayvanları da kapsar, (henüz) bilinmeyen makineleri de. Bu durumda yaban hayvanını evcilleştirmek veya hayvansever deyimiyle “tutsak etmek” ile fosil yakıt kullanarak motorlu taşıt üretmek arasında ahlaki açıdan bir fark yoktur. Petrolden ve makineden (taştan) meşru olarak yararlandığı gibi hayvandan da meşru olarak yararlanma olanağı insana verilmiştir. İkisi de insanın başarısıdır; ikisi de nimettir; ikisi için de Allah’a şükretmelidir.
Aslında hayvan olarak sınıflandırdığımız her neyse, yalnızca o değil, bütün gezegen insanın yararlanması için yaratılmıştır:
… Onun buyruğuyla denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize vermiş; ırmakları da hizmetinize vermiştir. 14:32
Muştulayıcı olarak rüzgarları göndermesi de, size rahmetinden tattırması da buyruğuyla gemileri yüzdürmesi de onun lütfundan aramanız da onun ayetlerindendir; belki şükredersiniz diye. 30:46
O, yeryüzünde olanların tümünü sizin için yarattı. Sonra gökyüzüne yönelerek yedi gök olarak onları düzenledi. Çünkü o, her şeyi Bilendir. 2:29
O, yaptığı edimler yönünden hanginizin daha iyi olduğunu sınamak için, egemenliği su üzerindeyken, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratmıştır. 11:7
Bu yararlanma elbette akılla olacaktır. Ölçüyü kaçıran (Kuran’da ara: sarafa ) toplumlar kendisine yararlanması için verilen coğrafyanın (Ar. ard) veya bütün gezegenin (Ar. ard) dengesini bozarlarsa bu, Allah’ın buyruğunu yerine getirdikleri için değil, ona karşı geldikleri içindir. Nimete şükretmenin yolu kuşkusuz o nimeti korumaktan geçer.

İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma başladı. Yaptıklarının bir bölümünü onlara tattıracaktır; belki dönerler diye. 30:41
İnsanın kötülüklerinin Allah’a zarar vermeyeceğini, Allah’ın kendisi için bir şey istemediğini, yalnızca insanlara yarayacak olanı buyurduğunu bir kez anlayınca bu ayetleri yorumlamakta hiçbir sıkıntı olmaz. Modern insanın “gezegenden yararlandığı için” ekolojinin sonunu getirmek üzere veya getirmiş olması, bu ayetlerle çelişmez.
Görüldüğü gibi bütün canlıların ve cansızların insanla ilişkisi yarar üzerine kuruludur. İnsanın gezegendeki cansız ve canlı bileşenleri kullanarak kendisini var eden Tanrı’ya şükretmesi, “teşekkür ederiz” demesiyle olmaz. Var oluşunun gereğini yerine getirerek olur. Bu da iyi olmaktır. İyi davranan, iyiyi var eden, iyilik eden, iyiyle yöneten, iyileştiren insan bu yolla Allah’a hizmet etmiş olur; onun adını bilmese bile. Allah insandan yalnızca iyi olmasını, yani insan için iyi olanı ister. Allah kendisi için bir şey talep etmez. İnsanın varlığını sürdürmesi iyidir çünkü sonraki kuşakların iyiliği bilmesi gerekir. İnsanı var eden şey iyiliktir. Ahlak dediğimiz şey iyiliği bir kural olarak var etmeye yönelik davranıştır. Bu denklemden Tanrı’yı çıkardığımızda geriye hiçbir şey kalmaz, her şey anlamsız bir karadeliğe düşer. Allah’ın insana verdiği karşılığında insanın Allah’a bir karşılık “ödemesi” olanaklı değildir. İnsanın görevi Allah’ın verdiği bu iyiliği almayı başarmak olarak özetlenebilir. Ve çoğunluk bunu başaramamaktadır. Hayvanseverlik bu iyiliği almamak için yeni bir gerekçe sağlar. Hayvanlar çok büyük nimettir ve doğadan yalıtılmış modern yaşamın gözlere indirdiği perde, bu nimetin yaşamsallığını hayvanseverin anlamamasına neden olmaktadır. Çok kısa süre sonra perde kalkacak ve hayvanseverliğin bir kahır olduğu herkesçe anlaşılacaktır.

Ve o, karanın ve denizin karanlıklarında yol bulmanız için yıldızları yaratmıştır. Bilen bir toplum için ayrıntılı olarak ayetleri açıklıyoruz. 6:97

Demek ki yalnızca gezegen de değil, bütün evren insan için yaratılmıştır. Tanrıtanımazlar (ateist), bilinemezciler (agnostik), yaradancılar (deist) örtedursunlar.
Önümüzdeki yıllarda yoğunlaşacak olan etyemezlik propagandası, Kuran’ın hayvansever yorumlarını ortaya çıkaracaktır. Kuran’ı beğenmeyip “Bize bundan başka bir Kuran getir” diyenlerin yaptıkları gibi, bu girişim çoğunlukla sözcüklerin anlamlarıyla oynayacaktır (5:41, 10:15 ). Bu ayetlerde geçen sözcüklerin aslında hayvanı değil, başka bir şeyi anlattığı öne sürülecektir. Bunun yanı sıra, et, sığır, koyun, keçi, buzağı, deri, yün, yapağı, yemek, binek, binmek, karınlarından içmek gibi söz birimlerinin her birinin anlamını değiştirmeleri gerekecektir ki hayvanları sömürmenin Allah’ın buyruğu olmadığını düşünelim.
Kuran’da hayvanları her türlü kullanmanın uygun olduğu bildirilmekle kalmaz, hayvansal besinin görece yüksek niteliğiyle ilgili ipuçları da bulunur:
Sizi [Musa halkını] bulutlarla gölgelendirdik; güç helvası ve bıldırcın indirdik. “Size verdiğimiz temiz yiyeceklerden yiyin!” Onlar bize haksızlık etmediler. Tam tersine, kendilerine yazık ettiler. 2:57
Oysa siz “Ey Musa! Tek türden yemeğe katlanamayız. Artık bizim için efendine yakarışta bulun; yeryüzünde yetişenlerden fasulye, kabak, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!” dediniz. “İyi olanı aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Kente inin; istediğiniz şeyler kesinlikle orada vardır!” Bu yüzden aşağılanma ve düşkünlük damgası vuruldu ve Allah’ın öfkesine uğradılar. Aslında Allah’ın ayetlerini inkar ettikleri ve peygamberleri haksız yere öldürdükleri için böyle olmuştur. Karşı geldikleri ve sınırı aştıkları için böyle olmuştur. 2:61
Bu ayetlerde hayvanseverlik propagandacılarının safsata yapmak amacıyla sık sık başvurdukları gastronomi zevkinden söz edilmiyor. Tanrı’nın buyruklarında amaçlılık esastır. Allah yalnızca yararlı ve iyi olanı buyurur. Bıldırcın etinin üstün nitelikli, yararlı yiyecek olduğu bildirilmiştir, lezzete değinilmemiştir. İki yüz bin yıldır hayvanları damak zevki için değil, öncelikle sağ kalmak için, onlardan yararlanmak için öldürüyoruz.
Burada görece iyi olduğu söylenen şey yiyecekleri elde etme yöntemi olabileceği gibi yiyeceklerin besleyici değeri de olabilir. Bıldırcının besi hayvanı mı, av hayvanı mı olduğu bildirilmemiştir. Her durumda bıldırcın eti görece iyi, tarım ürünleri görece kötüdür. Sayılan bitkilerin aslında tarım ürünü olmayıp anlamı değiştirilmiş sözcükler olduğu iddiasının ortaya atılmasına karşı bir güvence olarak “yerde yetişenlerden” (tunbitu el ard) ifadesi bulunur. “Helva” olarak çevrilen yiyeceğin ne olduğu konusundaki farklı yorumlar, bu çıkarımı değiştirmeyecektir.
Etyemezlerin ve hayvanseverlerin son çare olarak kötüye kullanmak ve mesajı saptırmak için tutunabilecekleri ayetler elbette bulunacaktır.
Yeryüzünde yürüyen hiçbir yaratık ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer toplum olmasın. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra efendilerinin karşısında toplanacaklardır. 6:38
Uzun süredir değişmemiş, modernleşmemiş pek çok toplum, bitkilerin ve hayvanların kendileri gibi birer toplum olduklarının bilincindedir. Yani Kuran’ı işitmiş olmasalar bile bu ayetin mesajından haberdardırlar. Ne var ki insan dışı türlere “duydukları saygı”, onları bunlardan yararlanmaktan, avlayıp yemekten alıkoymamıştır. Büyük olasılıkla elçi ulaşmayan bu toplumlar ne yaptıklarını çok iyi bilmektedirler.

2) Hayvanları Haram Etmek
Buraya kadarki çıkarımlar, görünen köye kılavuzluk yapmak gibi olabilir. Ancak Elçi’nin bu konuda bütün söyleyecekleri bu kadar değil. Kitap’ın hiçbir yerinde et yemeyen birinin öyküsüne veya etyemezlik davranışına doğrudan rastlamadığımızı belirtmiştim. Ancak ahlaki gerekçelerle etyemezlik savunusu konusunda Kitap’ın dolaylı olarak söyleyecekleri var:

Ey inanca çağırılanlar! Size verdiğimiz temiz yiyeceklerden yiyin ve Allah’a şükredin; eğer yalnızca ona hizmet ediyorsanız. Yalnızca leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası için kesilmiş olanları size yasaklamıştır. Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa üzerine suç yoktur. Kuşkusuz, Allah, Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. 2:172-173
Artık, Allah’ın size verdiği helal ve temiz yiyecekleri yiyin. Allah’ın nimetlerine şükredin; eğer yalnızca ona hizmet ediyorsanız. Yalnızca leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası için kesilmiş olanları size yasaklamıştır. Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa kuşkusuz, Allah, Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. 16:114-115
Ayrıca bkz: 5:87-88, 6:119,138,140-144, 7:32, 66:1
Allah’ın yasaklamadığı şeyi yasaklayanların örneği şöyle veriliyor:
De ki: “Bana bildirilenler arasında leş, akıtılmış kan, aslında pis olan domuz eti veya sapkınların Allah’tan başkası için kesmiş olduklarının dışında yasaklanmış bir yiyecek bulamıyorum!” Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa, kuşkusuz, efendin Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. Yahudilere, tüm tırnaklı hayvanları yasaklamıştık. Sığırların ve koyunların yağlarını da sırtlarında ve bağırsaklarında bulunan ve kemiklerine karışanlar dışında yasaklamıştık. Azgınlık yaptıkları için onları işte böyle cezalandırdık. Kuşkusuz, biz doğruyu söyleriz. 6:145-146
Yahudilerin yaptıkları haksızlıklar ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları yüzünden, helal olan temiz şeyleri onlara yasaklamıştık. 4:160
Kötü olmayan yiyecekleri veya daha geniş anlarsak, yeryüzünün kötü olmayan yararlarının yasaklanması, toplumun kendine yaptığı eziyet veya Allah’ın cezasıdır. Allah, gönendirmek istediği, esenliğe ulaştırmak istediği topluma zorluk çıkarmamış ve Kuran’da sayılan dördü dışında serbest bırakmıştır. Bu dördünün dışındakini yasaklayanlar şeytana uymuş olurlar.
Ahlak ancak nesnelliğe dayandırılabilir. Nesnelliğe yapılan tüm göndermeler Tanrı’ya yapılmış sayılmak zorundadır. Tersinden söylersek, herhangi bir eylemin ahlaksızlık olduğunu öne sürmek, o eylemi Tanrı’nın yasakladığını söylemeye denktir. Çünkü Tanrı yalnızca insanlar için kötü olanı yasaklar. Bunu önceki yazılarımda tartışmıştım.
Bu demektir ki hayvanlardan yararlanmanın ahlaksızlık olduğunu öne süren etyemezler, hayvanlardan yararlanmayı Tanrı’nın yasakladığını söylüyorlar efektif olarak. Hiçbir bilimsel veya ahlaki sabite dayandıramadıkları bu haram kılma işi, Kuran’a göre Tanrı’ya iftira atmaktır. Bunu yapan veganın, midyeyi keyfine göre haram eden mezhepçi din bilirkişisinden farkı kalmaz. Dinsel göndermede bulunmuyor olması bir şeyi değiştirmez. Dinsel göndermelerin varlığı, modern seküler toplumun din adı verdiği yapay bir sınırın varlığına inanmakla ilgilidir. Ahlak yaşamın bütününü kapsar. Tanrı’nın elçileri yaşamı “dinsel” ve “dinsel olmayan” iki parçaya ayırmış değillerdir. Tam tersine, hepsi de yaşamın bütün olarak Tanrı’ya adanması gerektiği mesajını vermiştir. İyinin Tanrı kaynaklı ve insan kaynaklı iki kategorisi olamaz; hepsi birdir. Gerçeğin Elçi’den gelen ve doğada okunan olarak iki kategorisi olamaz; hepsi örtüşür, hepsi tektir. Bir şeyin ahlaksızlık olduğunu öne sürmek, Tanrı’nın onu yasakladığını söylemeye eşdeğerdir. Bu bütünlük aynı zamanda Kuran’da ateistlerden söz edilmiyor olmasını da açıklar.
Kuran Arapça olmasına karşın metinde Arapça ahlak sözcüğü geçmez. Din sözcüğü, yükümlülük anlamına gelmekle birlikte bizim bugün kullandığımız ahlak kavramını karşılar. Doğru ahlak, kalıcı iyiliği tanımlar. Kuran’da kalıcı sonuçları olan eylemler ve bunları gerçekleştirenlerin “Allah’a yakın” oldukları söylenmiştir. Yeryüzünde kalıcı olacak işlerle kuru ot gibi yok olup gidecek işlerin farkını anlatan ayetler okunduğunda “Allah’ın katında” olan şeyin kalıcı olduğu, korunmuş olduğu, tükenmeyecek olduğu anlaşılacaktır. Yükümlülüğün, yani ahlakın Allah’a özgülenmesi, insanın tasarıma uygun yaşamasının tek yoludur (39:2, 3:85 ). Bunun dışındaki bütün yollar, uçurumdan aşağı yuvarlanacak olan yapılardır (9:109, 3:103 ), kuruyacak otlardır (51:41-42, 54:31, 56:63-65, 57:20… ), yani kırılgan ve geçicidir (17:11,18-19 ). Bu sahte alternatifler ahlaksızlık yollarıdır. “Allah’ın dini” ile anlatılan şey iyi ahlaktır. Ahlak, “Nasıl yaşanır?” sorusunun yanıtıdır.
Kuran, insanların bildikleri şeyleri farklı sözcüklerle, deyim yerindeyse birden çok kavramı kuşatacak üst kavramlarla anlatmaktadır. “Allah katı” ifadesi yaşamın dışında, gökyüzünde olup biten bir şeyi anlatmaz. Bir davranışı ahlaksızlık olarak nitelemekle Allah’ın yasakladığını söylemek arasında fark yoktur. Kuran’da “Allah’ın varlığına inanmak” diye bir kavram geçmez. İnanç anlamına gelen itikad sözcüğü Kuran’da geçmez. Yani kişiler Tanrı’nın var olduğuna inananlar ve inanmayanlar diye ayrılmaz. Yalnızca eylemlerine göre, yani ahlaklarına göre ayrılırlar. Dolayısıyla hayvansever olsun, tanrıtanımaz olsun, neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda fikir bildirirken Tanrı’nın adını kullanıp kullanmaması bir şeyi değiştirmiyor. Böyle olmasaydı, bugün ve geçmişte yeryüzünde var olan nice toplumda bizdekine denk bir tanrı kavramı olmamasını ama ahlak kavramı olmasını açıklayamazdık.
Sonuçta ahlaki bir savda bulunduğumuzda, Tanrı’ya doğrudan göndermede bulunsak da bulunmasak da “Tanrı böyle buyurdu” demiş oluruz. Bu saptamayı yapmamız bir yana, hayvansal beslenmeyi Tanrı’nın yasakladığını açıkça öne süren yazarlar var. Bundan dolayı, çoğunun tiksindiği Tanrı sözcüğü yerine kimi zaman vekil sözcükler de kullanıyorlar. Örnek:
“Bu beslenme biçimi Gaia’nın onayladığı beslenme biçimidir.” (Colin Spencer, The Heretic’s Feast: A History of Vegetarianism, University Press of New England, 1996, s.347.)
Tanrı’dan söz edince “geri kafalı” olacağı ezberletilmiş olan yeni kuşak, Gaia sözcüğünü “toprak ana”, “doğa ana” gibi gözle görünmeyen ancak gezegeni yöneten kapsayıcı irade, insanın baş edemeyeceği üstün güç anlamında kullanıyor. Sözcük, Yunan mitolojisindeki bir kişiliğin adından alınma. Yeni Çağ dini aşılayan kaynaklar bu sözcüğü çok seviyorlar. Tanrı adını kullanmaktan ısrarla kaçınmalarının ardında Tanrı’nın elçilerini reddetmeleri yatıyor. Evet, kıyametin koptuğu nokta, Elçilerin ne dedikleridir. Yoksa evrenin yaratıcısının var olup olmadığı değildir.
Kuran’dan uzaklaşan “Müslümanlar” olarak kavramları yerli yerine koyma derdimiz olmadığı için, yanlış anladığımız pek çok ayeti sloganlaştırmışız (2:256, 60:8, 109:6 gibi).
Bu ayetler çokça yanlış anlaşılmıştır. Din sözcüğünün yerine yükümlülük veya ahlak veya yasa yazarak çeviri hatasını düzelttiğimizde, bu yanlış anlamayı büyük ölçüde ortadan kaldırmış oluruz. Hayvanların sömürülemeyeceği, sokak hayvanlarının gözetilmek zorunda olması, herhangi bir nedenle hayvan öldürmenin ağır cezalık suç olabilmesi, bir yemek sağlayıcısının etsiz yemek seçeneği sunmak zorunda olması gibi düzenlemeler yasadır, yükümlülüktür, yani Arapçasıyla dinin parçalarıdır. Hayvanseverler kendilerine kendi ahlaki doğrularını uygulayabilecekleri bir alan yaratılmasını istemiyorlar. Eğer öyle olsaydı, yukarıdakiler ve benzer ayetler gereği toplumumuzun onlara bu olanağı adil biçimde sağlaması, seçenek sunması gerekirdi.

3) “İnsan Hayvandır” veya “Hayvanlar Birer Kişidir” Demek
İnsanın, hayvanın, bitkinin ve diğerlerinin tek bir kökenden türetildiğini bildiren Kuran, buna karşılık insanla hayvanın özel akrabalığına veya benzerliğine veya denkliğine yorabileceğimiz en küçük bir ipucu vermiyor. Tersine, hayvanların ve evrendeki öbür her şeyin insanın yararlanması için var olduğunu bildiriyor. Ve ekliyor:
İşte bu yüzden İsrailoğullarına şunu yazdık: “Bir başka canın veya yeryüzünde bozgunculuk yapmış olmanın karşılığı dışında, kim bir canı [nefsen] öldürürse tüm insanları [en nas] öldürmüş gibi olur. Kim de yaşam verirse, tüm insanlara yaşam vermiş gibi olur!” Gerçek şu ki elçilerimiz onlara açık kanıtlarla geldiler. Sonra onların çoğu yeryüzünde ölçüyü aştı. 5:32
Hakiki Tevrat’ın içeriği ile ilgili bilgi veren bu ayet, bağlamı da incelendiğinde görülecektir ki yalnızca insanlarla ilgili bir yargıda bulunuyor. Bütün canlıların ortak atadan ve sudan türediğini bildiren (4:1, 6:98, 7:189, 39:6, 24:45, 25:54 ) Kuran, eğer “hayvanların da bizim gibi birer can” olduğunu düşünseydi burada “bütün canlıları öldürmüş gibidir” ifadesi kullanabilirdi. Bunun yerine “bütün insanları (Ar. en nas cemian) öldürmüş gibidir” diyor. Çünkü insanın değeri başka hiç bir şeyde yoktur. İnsanın sağ kalma “hakkından” söz edeceksek, Kuran bunu başka hiç bir canlıya yakıştırmıyor. Kuran’a göre insan kesinlikle hayvan değildir, hayvana yakın da değildir. Benlik kavramını anlatan Arapça nefs sözcüğü Kuran’da 295 kez ve yalnızca insanlar için kullanılıyor. Dirilik kavramını anlatan hay kökünden başka “can” anlamına gelecek bir sözcük Kuran’da bulunmuyor. Yani sıcakkanlı hayvanda bulunup da bitkide, bakteride bulunmayan bir “öz”den söz yok.
Ahlaki çıkarımlar yaparak insanları etyemezliğe çağıran kişilerin Allah’ın helal kıldığını yasaklama suçu işlediklerini ortaya koymuştuk. Şimdi söz ve eylem uyumu hakkında Kuran ne diyor, bakalım:
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah’ın katında sevilmeyen şeydir. 61:3
Bu ayetler ise “insan hayvandır” veya “hayvan insandır” diyenler hakkında vereceğimiz yargıya ışık tutuyor. Bu hayvansever söylemler doğrudan özdeyişler, sloganlar veya destekliymiş gibi görünen savunular biçiminde gelebildiği gibi, üstü örtülü biçimlerde de geliyor. Örneğin hayvansever çevrelerde hayvanlar hakkında kişiler olduğu, sahibinin kızı, oğlu, çocuğu olduğu mecaz olarak değil, ciddi olarak söylenir. Bunlar inanmadıkları şeyi söyleyenlerin örneğidir. İnsanın da bir hayvan olduğunu öne süren kişinin, kendisine hayvanmış gibi davranılmasını onaylıyor olması beklenir. Oysa bu kişiye hayvanlara davrandığımız gibi davranmak istersek buna razı gelmeyeceği açıktır. Hayvanın insan olduğunu öne süren kişi, evde bir karar alınacağı zaman halısında yaşayan akarlara söz hakkı tanımamaktadır. Yazı yazarak kanıtlamak güç ama “vegan” olduğunu söyleyenlerin ezici çoğunluğunun bilerek veya bilmeyerek hayvan ürünleri yedikleri ve kullandıkları, bunu yalnızca çevrelerine üstün görünerek egolarını tatmin etmek için söyledikleri yaygın bir gözlemdir. Binlerce örnek verilebilir. Bu kişiler söylediklerini yapmayan, yapmayacakları şeyi söyleyen, boş söz üreten kişilerdir. Söylediği ve yaptığı başka olan kişiler hakkında vereceğimiz yargılar, insanla hayvanın aynı olduğunu öne sürenler için de geçerli olmalıdır.

4) Hayvanlara “Haksızlık” Etmek
İnsan iyilik ettiğinde, bunu kime yöneltirse yöneltsin kendisine de zorunlu olarak yönelir. Kötülük için de aynı ilke geçerlidir.
Kuran’da insan dışında herhangi bir şeye haksızlık anlamında hiçbir ifade bulunmaz. Haksızlık yalnızca insanadır. Ve haksızlık çift yönlüdür. Kişinin karşısında bir insan var ise ve Allah’ın ahlakını çiğneyen bir davranış gösterirse, zararını ikisi birden görür. İyi bir davranışta bulunursa yararını ikisi birden görür. Bu, istisnası bulunan, kaçıp kurtulabileceğimiz bir şey değildir. Karşıda insan yok ise, iyi veya kötü davranışın sonucunu yalnızca edimde bulunan kişi görür. Çevreden yalıtılmış, varsayımsal bir odada bir hayvana gereksiz yere acı veren kişi, yalnızca kendine haksızlık eder. İnsan dışındaki varlıklar haksızlığın, iyiliğin ve kötülüğün nesnesi olamaz. Bu ilke Kuran’da çok berrak olarak, tartışmaya yer bırakmayacak biçimde açıklanmıştır:
Kim bir suç işlerse, yalnızca kendi benliğine yöneliktir… 4:111
Kuşkusuz, Allah insanlara haksızlık etmez. Tam tersine, insanlar kendilerine yazık ederler [enfusehum yazlimune]. 10:44
“Kendine haksızlık etmek” ifadesi 3:117, 16:118, 18:35, 29:40, 30:9, 35:32 gibi ayetlerde geçer. Tuzak, tezgah, aldatmaca, komplo anlamlarına gelen mekre adı ve bunun eylem biçimi olan mekere sözcüğünün geçtiği ayetlerde de aynı ilkeyi buluyoruz:
Ve işte böylece, dalavereler çevirmeleri için [li yeMKuRu] suçluları her ülkede ileri gelenler yaptık. Oysa kendilerinden başkasına dalavere çeviremezler; üstelik ayırdında değiller. 6:123
Yeryüzünde büyüklük tasladılar ve kötülük [MeKRe] tasarladılar. Oysa kötülük [MeKRe], yapanın kendisinden başkasını kuşatmaz… 35:43
İnsanın yaptığı iyilik de, kötülük de kendinedir. Aslında evren yok edildiğinde ondan geriye kalacak olan şey, insanın davranışlarının iyi veya kötü sonuçlarıdır. Eylemin sonucuyla yine eylemi yapan buluşacaktır, başkası değil.
Yukarıdaki ayetler, insan dışı varlıklara haksızlık edilemeyeceği, evrende böyle bir mekanizma bulunmadığı önermesini doğrulamaktadır. Örneklenen kişiler insanlara haksızlık ediyorlar. Kuran’da örneklenen çok sayıda davranışın hiçbirinde insan dışı bir varlığa yapılan bir haksızlık göremeyiz. Kötü davranışlarda bulunan kişiler öbür insanlara haksızlık etmelerine paralel olarak kendilerine haksızlık ederler. Bu, iyiliğin ve kötülüğün hep iki uçlu olması olarak özetlenebilecek insan doğasıdır. Haksızlık, ancak haksızlığın öznesinin ve nesnesinin bunu bilme yetisine sahip olduğu durumlarda, yani hem öznenin ve hem nesnenin insan olduğu durumlarda var olabilir. Fareyi oyun için öldüren kedi kötü değildir; fareye zerre kadar haksızlık edilmemiştir. Yalıtılmış bir ortamda hayvana gereksiz yere acı veren yetişkin insan, evrende kendisinden başka hiçbir şeye kötülük etmiş olmaz.

5) Kuran’da Hayvan Hakları
“İslamî” kaynakları taradığımızda çağdaş yorumcuların sekülerleşmenin etkisi altında kaldıklarını görüyoruz. İnsan hakları veya temel haklar kavramı kişinin karşılık ödemeksizin toplumdan alacağı anlamıyla ortaya çıktığından beri, Batı’nın ezici gücünün etkisi altında sanki Kuran’ı modern değerlere onaylatmak gerekiyormuş gibi, Kuran’da insan hakları konulu bir alay kitap, makale ve tez yazılmış. Bunlar kötü niyetli çalışmalar olmasa bile temel bir yanılgıdan besleniyor: Modernizmi Kuran’ın tartısıyla ölçüp yargılamak yerine Kuran’ı modernizmin tartısıyla ölçüp yargılamak… Nitekim içeriklerine bakıldığında doğrudan Kuran’dan çıkarım yapmak gibi bir yola ender olarak başvurdukları, çoğunlukla ikincil kabul ettikleri kaynakları dayanak olarak kullandıkları kolaylıkla görülebilir.
Kuran metninde bu sözcüğü izlediğimizde, bir iki örnek dışında bugünkü hukuki anlamıyla, yani insanların (veya hayvanların?) üzerlerinde taşıdıkları doğuştan gelen yetki, salahiyet, seçme özgürlüğü, karşılıksız talep anlamlarında kullanıldığını görmeyiz. Bu kökten türeyen sözcükler Kuran’da yaklaşık 300 kez geçiyor. Çoğu yerde “gerçek” ve onun türevleri olarak çevriliyor ve bu çevirilerin doğruluğunu kanıtlamak zor değil.
HKK kökünün hakka eylem türevinin geçtiği ayetlerden kimisinde “eylemin karşılığı olarak hak etmek”ten söz ediliyor (7:30, 16:36, 17:16, 22:18, 24:25, 28:63, 38:14, 39:71, 41:25, 46:18, 50:14). Kimi ayette Allah’ın sözünün /vaadinin /tehdidinin gerçekleşmesi anlatılırken kullanılıyor (10:33,96, 32:13, 36:7,70, 37:31, 39:19, 40:6, 6:141, 22:18, 39:19). Kimi ayette Allah’ın değerini bilmek, takdir etmek ifadesinin eylemi olarak geçiyor (6:141, 22:74,78).
Aynı kökün ahakku türevi “daha layık” anlamında sıfat veya ad olarak kullanılıyor.
Aynı kökten türeyen hakik sözcüğü ise görev, sorumluluk, borç, yükümlülük olarak çevriliyor:
Üzerimdeki yükümlülük, Allah hakkında gerçeklerden başkasını söylememektir… 7:105
Ad olan hak türevi ise, “gerçek” veya “gerçekleşmek üzere”, “gerçekleşmesi gereken”, bir şeyin “gerçekleşeceği” anlamlarında kullanılıyor. İkincil kaynaklardan gördüğüm kadarıyla Kamus, Tacul Arus, Kitabul Ayn ve Lisanul Arab sözlükleri bunu doğruluyor.
HKK kökünden türeyen bir başka türev yuhikka sözcüğü. Geçişli, oldurgan çatıdaki (yufa’ilu babı /form-IV) bu eylem 8:7,8, 10:82, 42:24 ayetlerinde “yuhıkka el hak” ifadesiyle geçiyor. Bunun anlamı “gerçekleşmek üzere olanın gerçekleştirilmesi”, “gerçekleşmesi gerekenin gerçekleşmesi”, “gereğinin yerine gelmesi”, “olacağı olanın olması” veya “gerçek olduğunun gösterilmesi” olmalı. Bu ayetlerde bu ifade “haklı çıkarmak”, “doğrulamak” olarak çevrildiğinde yine anlam korunuyor.
Hak sözcüğünün bildiğimiz öznel hak, doğuştan hak, insan hakları anlamında çevrilebildiği iki ayet var:
O halde, akrabaya hakkını ver. Yoksula, yolda kalmışa da… 17:26, 30:38 (Y. N. Öztürk çevirisi)
Burada “onun hakkını” (hakka-hu) ifadesinin çoğul olmadığına, yani “hukuk” denmediğine dikkat edelim. Tekil olan “el kurba” sözcüğünün “akraba /yakınlar” diye çoğul olarak çevrilmesine yanlış diyemeyiz, çünkü bu sözcük bir küme olarak yakınları veya kişilerle kurulmuş olan yakınlığın bağının kendisini anlatıyor. Çok kişinin tek hakkından söz ediyor. Modern zamanlarda yapıldığı gibi doyma hakkı, barınma hakkı, eğitim hakkı diye çoğul olarak “haklar” saymıyor. Bunu bir kenara not edelim, benzer ayetlere geçelim:
İhtiyaç sahibi için, yoksul için bir hak vardı mallarında onların. 51:19 (Y. N. Öztürk çevirisi)
Bunların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun için. 70:24-25 (Y. N. Öztürk çevirisi)
Elinde olan kişinin, elinde olmayan kişiyle paylaşması gerekiyor. Zekat ve sadaka ödeyerek paylaşan, infak eden kişiler, gerekliliği yerine getiren, Allah’ın “ulaştırılmasını buyurduğunu” ulaştıran kişilerdir:
Kötülükte bulunanlar onlardır ki Allah’la ahdettikten sonra ahitlerini bozarlar. Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler, yeryüzünde bozgunculuk ederler. 2:27 (Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi)
Onlardır Allah neyi ulaştırmayı emrettiyse ulaştıranlar ve Rablerinden ürkerler ve kötü hesaptan korkarlar. 13:21 (Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi)
Yani gereksinim sahiplerini yararlandıranlar, gerçekleşmek üzere olanı gerçekleştiren, gerekeni yapan, gereğini yerine getiren, olacağı olanı olduran, gerçeği görüp /gösterip onaylayan kişilerdir. Buna karşılık Allah’ın ulaştırılması /buluşturulması gerektiğini inkar edenlerin örneği şöyle veriliyor:
[Lut halkı] Dediler ki: “Senin kızlarında hakkımız olmadığını çok iyi biliyorsun. Ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun.” 11:79 (Y. N. Öztürk çevirisi)
“Bize senin kızlarından bir hak yok” veya “bizim için senin kızlarından bir hak yok” biçiminde de çevrilen bu ifadeye dikkat edelim. Modern anlamıyla bu kişilerin Peygamber’in kızlarıyla evlenme hakları elbette vardır; Peygamber bunu kendisi teklif ediyor zaten (11:78 ). Burada eşcinseller aslında “senin kızlarında gözümüz yok” veya “evlenmeye hakkımız yok” demiyorlar. “Bizim gerçeğimiz kızlarla ilişki kurmak değil” demeye getiriyorlar. “Tanrı bizi heteroseksüel olmak üzere yaratmadı” demeye getiriyorlar. Hak sözcüğünün geçtiği ve yukarıda örneklerini verdiğim öbür ayetlerle birlikte okununca, burada Lut halkının öznel haklardan, yani “eşcinsel haklarından” söz etmediği görülebilir. “Gerçekleştirmemiz gereken şey başkadır.” “Ulaştırmamız gereken şey başkadır.” “Teslim olduğumuz gerçek seninkinden farklıdır.” “Yapmamız gereken başkadır…” Bunları söylüyorlar. Türkçe hak sözcüğüyle yapılan çeviriler yukarıdaki ayetin anlamını ne yazık ki karşılamıyor.
Burada bir şeye karar vermemiz gerekiyor: El hak sözcüğü, gerçek, gerçekleştirilmek üzere olan, olması gereken, ulaştırılması gereken anlamlarında kullanılıyor. Bu çatı anlam, farklı bağlamlarda bir dolaylama olarak kullanılıyor olabilir mi? Örneğin zekat ve sadaka sözcüklerinde örneğini gördüğümüz gibi, yazarın “gerçek” sözcüğünü, okuru amaçlılık bağını düşündürecek biçimde bir vekil sözcük olarak kullanıyor olması, ciddi bir olasılık. Zekat sözcüğü arınma anlamına geliyor ama Kuran bunu “arınmayı ödeyin” biçiminde kullanıyor (30:39 ). Sadaka sözcüğü doğrulama anlamına geliyor ama Kuran bunu “doğrulamayı verin” biçiminde kullanıyor (2:271 ). Yani doğrudan verinti, vergi, ödenti vb. sözcükler kullanmak yerine arınmayı ve doğrulamayı kullanıyor. Aynı biçimde, hak sözcüğünü “kimsesizin ve yolda kalmışın gerçeğini /gereğini verin” ve “bu benim boynumun borcu olan bir gerçektir /gerektir” biçiminde kullanıyor olamaz mı? Sözcüğün İngilizcedeki, Almancadaki ve Fransızcadaki kökenine baktığımızda da benzer bir şey görüyoruz. Right, recht ve droit; üçü de “sağ yön, doğru, düzgün” anlamlarına geliyor. Yani “olması gereken, olması beklenen” anlamı bu sözcüklerin içinde gömülü. “İnsan hakları” benzeri öznel hak anlamı, bu dillere daha sonra eklenmiş.
Kuran’daki hak sözcüğünün modern hukuktaki ve modernizm dinindeki hak kavramının karşılığı olmadığı çıkarımının sağlamasını yapmanın bir yolu, metinde sözcüğün karşıtını aramaktır. Modern hukuktaki hak kavramının karşıtı sorumluluk, yükümlülük, görev, ödevdir. Kuran’daki hak sözcüğünün karşıtı ise batıl sözcüğüdür. BTL kökü metinde 36 kez geçiyor.
Kökün ad türevi olan batıl sözcüğü, “boş, boşuna, geçersiz, hükümsüz, gerçekdışı” anlamlarına geliyor; 26 kez geçiyor.
Kökün geçişsiz çatılı eylem türevi batala, “geçersiz olmak” anlamına geliyor; bir kez geçiyor.
Aynı kökün geçişli, oldurgan çatılı (yuf’ailu babı /form-IV) eylem türevi olan yubtila, “boşa çıkarmak, geçersizleştirmek” anlamına geliyor; 4 kez geçiyor.
Gerçek gerçekleşsin [yuhıkka el hakka] ve gerçeğe aykırı olan yok olsun [yubtıla el batıle] diye; suçlular hoşlanmasa da. 8:8
Ayrıca, şunu söyle: “Gerçek [el hak] geldi; gerçeğe aykırı olan [el batıl] yok oldu. Gerçeğe aykırı olan, kesinlikle yok olacaktır!” 17:81
Bu ayetlerde yuhıkka ile yubtıla ve el hak ile el batıl arasındaki karşıtlık açık seçiktir. Hayvan hakları batıldır, yok hükmündedir.
Kuran’daki hak sözcüğünün right, recht, droit karşılığı olmadığına bir diğer yardımcı kanıt ise Kitap’ta “benim hakkım, senin hakkın, bizim hakkımız, sizin hakkınız” gibi tamlamalar bulunmaması. Yani Kuran’ın bilge yargıçları “Bu kadının kürtaj hakkı var mıdır?” diye sormuyorlar, “Kürtaj doğru mudur /gerekli midir /iyi midir /Tanrı buyruğu mudur?” diye soruyorlar. Veya örneğin “Çocuk yetiştirmek hak mıdır, yoksa sorumluluk mudur?” diye sormuyorlar, “gereklilik midir” diye soruyorlar. Kuran, adaleti hak ve sorumluluk ikiliği üzerinden bile anlatmıyor. Bu ikisinin adaleti oluşturacak biçimde kaynaşması gerekiyor. Modernizm dininde kişilere önce hakları okunuyor, sonra zaman kalırsa sorumlulukları. Böyle olunca amaçlılık perdeleniyor ve yitiyor. Kuran ise her şeyin amacı gerçekleştirmeye yönelik olduğunu hatırlatıyor.
Bundan ötürü Kuran’da “hayvan haklarından” söz edildiğini söylemek için elimizde hiç bir dayanak bulunmuyor.


About the Author
Author

GerceginKitabi

Leave a reply

Name (required)

Website