Önceleri, “Kabir Hayâtı” idi. Sonra, “Kabir Azâbı” olarak anılmaya başlandı. Çünkü dedikoducu bir toplum olduk ve insanların emeğine haksız yere tecavüz ettik. Bunların üstüne alafranga tuvaletler eklenince, sidiğin üzerimize sıçramasına engel olamadık. O yüzden kabir hayâtımız, azâba döndü.
Niye mi bu sebepler?
Kabir azâbına bu 3 “temel” günahlar sebep oluyor çünkü. Gıybet, kul hakkı ve idrar sıçraması.
Tabii bu uzun bir süreç. Azâba kolay ulaşamıyorsunuz. Önce bir takım sorgu suâlden geçmeniz gerekiyor.
Bunların da öncesinde “Rûmân” denilen savcı melek tarafından ifâdeniz alınıyor. Münker ve Nekir’in mahkemesine çıkmadan evvel, tükürüğünüzü mürekkep gibi kullanarak, parmağınızla kefeninize, dünya hayâtında yediğiniz nâneleri yazmanız isteniyor.
Daha sonra gök gözlü, canavar yüzlü iki melek, ellerinde ateşten topuz ve kırbaçlarla toprağın her iki yanından, bir anda karşınıza çıkageliyor. Bunlar onlar. Münker ve Nekir…
Rabbin kim? Peygamberin kim? Dînin ne? gibi soruların yanında, Mezhebin ne? Amelde mezhep imamın kim? Îtikatta mezhep imamın kim? soruları art arda gelir. Üstelik de Arapça…
Daha siz olayı anlamadan topuzu kafanıza geçiriyorlar. Bir dakika izin verirseniz söyleyeceğim hepsini diye mızmızlanmanız fayda sağlamaz. Çünkü Türkçe, orada işe yaramaz.
Zâten gergin olan ortam, sizin kekelemenizle fırtınaya dönüşür ve beklenen azap gelir.
* * *
Bunlar mizâhi hikâyeler değil, kabir ile alâkalı uydurulan masalların yalnızca binde birinden minik bir parça.
Kabirde bir hayat olduğu inancı, İslâmi bir gerçeklik taşımasa da Müslümanların tamamına yakını tarafından kabûl görür ve inanılır.
Kur’an’daki veriler, bu inancın yanlış olduğunu, birçok âyetine ters düştüğünü ifade eder. Gelin görün ki Tanrının kitabından uzak yaşayan insanların, bu gerçekten haberdar olması beklenemez.
Zâten bu inanç, hadis kaynaklarına ve menkîbelere dayanır. İnancın temelini rivâyet kültürü oluşturduğu için de, Kur’an’a aykırı bile olsa yerleşir ve kendine sağlam bir yer edinir.
Çevrenizdeki insanlara kabir hayâtının bir yalan olduğunu söylediğinizde, alacağınız tepkiden, bunun ne kadar doğru bir tespit olduğuna kendiniz şâhit olabilirsiniz.
Onlara, delilin ne diye sorduğunuzda asla Kur’an’i bir cevap alamayacaksınız. Asla…
Bu inanç öylesine kemikleşmiştir ki, inkâr edilmesi durumunda, sanki tüm inancınızı reddetmiş hissine kapılabilirsiniz. Sünnî ve Şii dünyanın mütevâtir saydığı bir inancı reddetmek, her babayiğidin harcı değildir.
Kur’an, hesap yeri olarak yalnızca mahşer meydanını gösterir. Onun dışında herhangi bir sorgulama yeri olduğunu söylemez. Bu kadar üstünde durulan mütevâtir bir konu hakkında âyet olmaması şaşırtıcı değil mi?
Hem, bundan binlerce yıl önce ölmüş bir insanın, o zamandan bu zamana azap görme süresi ile kıyâmet saatinden bir yıl önce ölen birinin azap görme süresine ne demeli?
Biri 10 bin yıldır yanıyor, bir diğeri 0.001 bin yıl. Bu hiç âdil değil.
Hayâtında her türlü haltı yemiş olan birinin, sırf bu coğrafyada doğdu diye, kabirdeki suâllere cevap verecek olması da öyle…
“Yoo günahkârsa dili tutulacak, cevap veremeyecek.” bırakın şu palavraları.
Kabir hâyatı adı altında, berzah âlemi diye yutturulan şeyin ne olduğundan kimin haberi var?
“Berzah âlemi…”
Berzah, Kur’an’da, engel mânâsına gelir. Denizlerdeki tatlı ve tuzlu suların birleşmemesi için berzah kelimesi kullanılır. Aralarında berzah vardır denir. Ölülerin de dünya hayâtına dönmelerini engelleyen bir berzah (engel) vardır.
Bu kelimeyi âlem diye özümsemişler. Gerçek anlamını öğrenince o kadar anlamsız oluyor ki, kapıkolu âlemi, Trabzon simidi âlemi, A4 kağıdı âlemi gibi absürd bir ifadeye dönüşüyor.
Gerçek şu, ölüm meleklerinin canımızı aldığı andan îtibaren, bizim için Kur’an’da anlatılan süreç başlamıştır. Zaman, bizim için dünya hayâtında anlamlı olduğundan, binlerce yıl önce ölen birisiyle, şimdi ölmüş olan birinin zaman görecesi aynıdır.
Ne hatırlıyosun? Valla hemşire bana 10’a kadar say dedi, 5 diyemeden gittim. Bi uyandım hastane odasındayım.
Arada geçen zamanın bir önemi kalmamıştır artık. Ameliyat 3 saat sürmüş olsa da, bir hafta komada kalsa da, onun için birdir.
“Sûra üflenince onlar, kabirlerinden kalkıp Rablerine koşacaklar. ‘Vay halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın söz verdiği şeydi. Demek elçiler doğru söylemişti’.” (Yâsîn 51-52)
Kabirlerinde Cenneti ve Cehennemi yaşayacak olanların böyle bir tepki vermesi mümkün mü?
Kabir hayâtı hikâyeleri, daha kabre girmeden detaylandırılmış ve Kur’an’a muhalefet buradan başlamıştır.
Ölülerin işitemeyeceği, kabirlerdeki ölülerin bizleri duyamayacağı âyetlere inat, iş, mezara konulan mevtânın, bizim ayak seslerimizi işitip, imamın kıraatıyla dokuz tahtayı yumruklamasına kadar varmıştır. Tööbe Yarabbi…
Hâlbuki, ölünün kendi cesedine ne yapıldığından haberi bile yoktur. O ceset bize ne kadar yabancı ve uzaksa, kendisine de o kadar uzaktır. O, artık o değildir.
Eğer tüm bu yalanlara hâlâ inanıyorsanız size tavsiyem, kabir azâbından kurtulmak için cesedinizi yaktırın veya aside sokturup yok ettirin. Hiç olmadı mumyalatın…