İslam, Haksızlık ve Zulüm Karşısında Etkisiz ve Sessiz Kalacak Bir Din Değildir

İslam, Haksızlık ve Zulüm Karşısında Etkisiz ve Sessiz Kalacak Bir Din Değildir

Her anlamda haksızlık ve zulümlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların katledildiği, yerlerinden ve yurtlarından edildiği, aç ve çaresiz bırakıldığı, en doğal ihtiyaçlarından mahrum kılındığı bir dünyada, Müslümanların da çaresiz ve sessiz kalışlarını izliyoruz. Yeri geldiğinde sayısal çoğunluğumuz ile övünüyor ancak haksızlık, adaletsizlik ve zulümler karşısındaki etkisizliğimiz ve çaresizliğimizi gördükçe gerçekler ile yüzleşiyoruz.

Üstelik Müslümanlar olarak kendi içimizde de aynı şekilde haksızlık ve zulümler sergiliyor, acımasızca Allah’ın saygıya layık kıldığı cana kıyıyor, savaş ve kargaşaların nedeni haline geliyoruz.

Gerçekten de ateş düştüğü yeri yakıyor ve bize değmediği müddetçe zulüm ve haksızlıklara göz yumuyoruz. Filistin, Arakan, Suriye, Irak, Yemen gibi yerlerde ve dünyanın birçok yerinde yaşanan zulüm ve haksızlıklar karşısında İslam dünyası sessiz, duyarsız, çaresiz ve etkisiz.

Arakan’da bazı Budist rahipler, sırf Müslüman oldukları için insanları yakıyor ve katlediyorlar. İslam denince aklına terörden başka bir şey gelmeyen ama Budizm denince sadece Hollywood starlarını hatırlayanlar da Arakan’daki katliam karşısında sessiz kalıyorlar.

Her fırsatta Filistin’in İslam ümmetinin kanayan yarası olduğu söyleniyor, İsrail hükümetinin* haksızlıkları dile getiriliyor ancak haksızlık ve zulümler karşısında kayda değer bir mesafe alınamıyor.

Kimi zaman Müslüman ülkelerde insanlar sokaklara çıkarak durumu protesto ediyor ya da daha organize şekilde birtakım mitingler düzenlenerek çeşitli yerlere göndermeler yapılıyor veya sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar ile haksızlıklara dikkat çekilmeye çalışılıyor. Peki sonra? Bunların hepsi kendi içinde anlamlı ve değerli olsa da sonra herkes dağılarak hiçbir şey yokmuş gibi işine gücüne yöneliyor. Bir anlamda vicdanen rahatlama yaşanıyor ve duruma alışılıyor. Belki geçici de olsa zulme uğrayan Müslümanlara bir parça umut ve biraz ümit verilmiş olunuyor.

İslam dünyasını uykusundan uyandıracak her türlü eylem anlamlı ve değerlidir. Ancak ayağa kalkmak yetmez, dosdoğru, dimdik ve kararlı şekilde birlik içinde ayakta ve hayatta kalmak; ayakta uyumamak gerekir. İslam âlemi ilkelerini terk ettiği Kuran’ı hayata taşımak için ayağa kalkmadıkça, aklını ve vicdanını devreye sokmadıkça, başka hiçbir şey için gerçek anlamda ayağa kalkamayacak ve Allah’ın desteğini göremeyecektir. Çünkü Allah’ın Kitabı’na sahip çıkamayanlar başka hiçbir şeye sahip çıkamazlar: İman edip Resulün hak olduğuna şâhit olduktan ve hakikatin bütün kanıtları kendilerine geldikten sonra hakikati inkâr etmeyi seçen bir halkı, Allah nasıl doğru yola ulaştırır? Allah, böyle zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. (Âli İmran 86)

Kuran’ın rehberliğini ve Peygamberimizin gerçek örnekliğini terk edip İslam’ı da Müslümanlığı da yozlaştırıp etkisiz kıldığımız, kendi içimizde adaletsizlikler ve zulümler yaptığımız, aklın, eğitimin, bilimin, erdemin, ihlas ve takvanın değil dünya hırslarının, paranın ve bencilliklerin peşinde koştuğumuz için ancak sosyal medyada esip gürlüyor, beddualar ediyor ama yeryüzündeki hiçbir zulme engel olamıyoruz! Güya sayımız çok ama hiçbir etkimiz yok! Kendimize gelip uyanmak için kıyametin kopmasını mı bekliyoruz?

Haksızlık ve zulüm sergileyenler bu cesareti nereden alıyor? Haksızlık ve zulüm karşısında sessiz ve etkisiz kalmaya alışmış insanlardan. Kendine hayrı olmayan bir insanın başkasına hayrı olmayacağı gibi kendine hayrı olmayan bir ümmetin de ortaya koyacağı bir hayır olamaz. Allah hiçbir topluma zulmetmez, onları hayırlı ve güzel olandan alıkoymaz. İnsanlar kendi kendilerine zulmederler: Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi kendilerine zulmediyorlar. (Yunus 44)

Oysa Allah’ın insanlığa son mesajı olan Kuran’ın en temel ilkelerini hayatımıza taşıyabilseydik, değerlerimizi tüketmeseydik, her anlamda birlik beraberlik içinde güçlü ve eğitimli olabilseydik ve insanlığın kurtuluşu olan İslam’ın insan aklına ve yaratılışına ne kadar uyumlu bir inanç olduğunu yaşayarak ve örnek olarak insanlara anlatabilseydik, Müslüman olmayanın bile kendisini emin ve güvende hissedeceği, elinden haksızlık ve zulüm gelmeyeceğini bildiği Müslümanlar olabilseydik yeryüzünün neresinde bir zulüm ve adaletsizlik varsa oraya hak ve adaleti götürebilir, insanların zulümden kaçarak adalet ve merhametine sığınacakları emin yerler olabilir ve uluslararası ilişkilerde itibar ve söz sahibi bir ümmet olarak zulümlere dur diyebilirdik. Oysa bugün küresel güçler Müslümanlara zulmetmek için yine Müslümanları maşa olarak kullanıyor ve kardeşi kardeşe öldürtüyorlar. Peki, Müslümanlar neden bu durumda? Müslümanlar elleriyle yapıp ettikleri yüzünden bu durumda: İşte bu, ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir. Şüphesiz Allah, kullara zulmedici değildir. (Enfal 51)

Çoğunluğu karşımıza almanın, haksızlıklarla en güzel şekilde mücadele etmenin, doğru ve ilkeli bir duruş sahibi olmanın bir bedeli ve insana dünyevi anlamda ve kısa vadede zarar getiren ağır sonuçları olabilir. İnsanlık tarihi bu acı gerçeğin örnekleri ile doludur. Ama Allah’a ve ahirete inanan insanlar için gerçek, uğruna ölümü bile göze almaya değecek kadar önemli ve değerlidir. Bütün peygamberler çoğunluklara ve haksızlıklara karşı mücadele vermiş ve türlü eziyetlere göğüs germişlerdir. Önemli olan hesap günü Allah’ın huzuruna getirildiğimizde “Allah’ım, senin bana lütfettiğin imkânları sonuna kadar en güzel şekilde kullanarak haksızlık, adaletsizlik ve merhametsizlikten uzak bir hayat yaşamaya, sorumluluk bilinci içinde duyarlı ve aktif bir şekilde iyi ve güzel olanı önce kendime sonra da insanlara hatırlatmaya gayret ettim” diyebilecek yüzümüzün olmasıdır.

Haksızlığa mı uğradık? İnsanlık tarihi haksızlıklar ile doludur. Allah bize adaleti ilke edinmemizi söyledi. Oysa adalet insanlara ağır geldi; haksızlık ise keyif ve fayda verdi. Sokrates de öldü, onu haksız yere idam edenler de. Hatta O, “Görüyor musun bak seni haksız yere idam ediyorlar” diyen karısına tebessüm ederek “Ne yani haklı yere mi idam etselerdi?” diyecek kadar erdemli ve ilkeli olmayı tercih etmişti. Çünkü çok iyi biliyordu; haklı yere idam edilmek, idam edilmeyi hak edecek bir şey yapmış olmak demekti. Bu yüzdendir ki haklı yere idam edilmektense haksız yere idam edilmeyi tercih etti.

Peygamberler de öldü, onlara haksız yere eziyet ve çirkin davranışlar sergileyenler de. Âlemlere rahmet olarak gelmiş olan Peygamberimizi, küçük çocuklara taşlatıyorlar, üzerine hayvan işkembesi atıyorlardı. Neden? Oysa insanları, adalete, merhamete, iyilik ve güzelliğe çağırmaktan başka bir şey yapmamıştı. Ama önceki peygamberler gibi o da çoğunluğu karşısına alarak gerçeğin yanında durmanın bedelini ödeyecekti.

Ona karşı çıkanlar ona değil, Allah’ın gerçeği apaçık ortaya koyan ayetlerine tahammül edemiyorlardı. Onların durumu da Hz. Salih’in toplumunun durumu gibiydi. Kendilerine Allah’ın ayetleri ile gerçeği getirerek öğüt verenleri sevmiyorlardı: Nihayet, (Salih) onlardan yüzünü döndürüp şöyle dedi: Ey toplumum! Yemin olsun ki, Rabbimin mesajını size tebliğ ettim, size öğüt verdim; ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz. (A’raf 79)

Herkes bir gün ölmüş olacak. Şimdi ortalama yaşa sahip insanların hiçbiri 50 yıl sonra hayatta olmayacak. Kıyamete kadar insanlar, nesiller gelip geçecek. Haksızlık ve adaletsizlik hiç bitmeyecek. Sonunda herkes ölecek ama gerçek, gerçek olarak kalmaya devam edecek. Diriliş günü insanlar tekrar dirilecek ve o gün Allah’ın, gerçeği ve adaleti şaşmaz bir şekilde temsil eden mahkemesi kurulacak. İnsanlar davalaşacak, adam kayırma ve torpil olmayacak, kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak; dünyada kim olduğumuzun bir önemi de kalmayacak. İşte o gün, yaşarken haksızlık ve zulme bulaşanlar derin bir pişmanlık içindeyken, adaleti ve merhameti esas alarak gerçeğin yanında duranlar büyük bir sevinç ve mutluluk duyacak. İşte o gün, iyi ki denilecek! İyi ki dünya hayatındaki çıkarların, hesapların, gücün ve güçlünün yanında değil de gerçeğin yanında yer almışım, adaletsizlik ve haksızlık yapmamışım. İyi ki bu günüme kavuşacağımı unutmamışım. İyi ki zorluklar karşısında yılmamış, iyi ki ilkelerimden sapmamışım. İyi ki Allah’ın beni sınamak için verdiği imkânları kötü niyetler için kullanmamışım. Allah’ım iyi ki sana gönülden inanıp bağlanmış ve iyi ki yalnız sana güvenip dayanmışım. Doğruların, sevinç ve mutluluk günü sanıldığı gibi uzak değil yakındır. Elimizden gelenin en iyisini yapıp sonucunu merhameti kendine ilke edinmiş, rahman ve rahim olan Allah’a bırakmak ve beklemek gerekir. Allah sabreden ve doğruluktan ayrılmayan kullarını seven ve müjdeleyendir: Gevşemeyin, üzülmeyin/ümitsizliğe düşmeyin, eğer gerçekten inanıyorsanız, üstün gelecek olan taraf sizlersiniz. (Âli İmran 139)

* Gerek İsrail yönetiminin gerekse herhangi başka bir ülke yönetimin yaptıkları, doğrudan o ülke halkının tamamına fatura edilemez. Toplumlar içinde bu zulüm ve haksızlıkları destekleyenler de zulümlerin ortağı olurlar. Ancak kimin elinden çıkarsa çıksın hatta kendi ülke yönetimlerinin elinden olanlara da karşı çıkan insanlar olduğu gerçeği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. İsrail hükümetinin yaptıklarından hareketle Yahudi düşmanlığı üretmek çok büyük haksızlık olur. Gerek ülkemizde, gerek İsrail’de gerekse dünyanın çeşitli yerlerinde İsrail hükümetinin bu tarz eylem ve politikalarını kınayan Yahudilerin haksızlık ve zulüm karşısındaki cesur ve mert duruşlarının göz ardı edilmemesi gerekir.

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İslam Ne Değildir?” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 4

Leave a reply

Name (required)

Website