KUTLU DOĞUM MU, YOKSA KUTSANMIŞ DOĞUM MU?

Son günlerde yine her yerde gül dağıtılıyor ve “salavat-ı şerife” getirilmesi tavsiye ediliyor. Gül dağıtılması, Muhammed Nebi’nin hatırlanması güzel bir şeydir, ama ondan önce hatırlanması gereken Muhammed Nebi’nin getirdiği vahiy/öğretilerdir. Onu ağızla Arapça söylenen ve anlamı bilinmeyen birkaç kez tekrarlanarak, bazen hep bir ağızdan bağırılarak anılmasından önce onu anlamak, onun dünyaya, eşyaya, insana bakışını, Kur’an’ın onu nasıl inşa ettiğini anlamak çok daha mühim bir meseledir. Yani Nebi’yi anmaktan ziyade anlamak önemlidir. Maalesef Ay’ı işaret edenin parmağına bakıyoruz, Ay’a değil. Her mesele de olduğu gibi bu meselede de şekilciliğe kaçıyoruz. Eskiden Kutlu doğum geleneği bugünkü gibi değildi. Mevlithanlar yazılan mevlitleri, ilahileri okurdu. Halk bunları dinlerdi ve içten içe duygulanırdı. (mevlitlerdeki, ilahilerdeki şirk unsurlarını şimdilik es geçiyoruz.) Şimdi ise tam bir kutlama halini aldı. Bu kutlamalar bazen bir hafta, bazen iki hafta sürüyor. Maalesef bu kutlamalarda Peygamber’e atfedilen öyle sıfatlar, meziyetler var ki, insan duyduklarına inanamıyor. Konuşmacı coştukça coşuyor, halk coşuyor, çoluk çocuk ellerinde bayraklar coşuyor, esnaf satış yaptığı için coşuyor, işportacı, seyyar satıcı iş yaptığı için coşuyor; ama dikkatlice dinlenildiği zaman o kadar çok iftira, haksızlık, haddi aşma yaşanıyor ki…

Muhammed Nebi’nin yüzü suyu hürmetine bu kainatın yaratılışını mı anlatalım, Nebi’nin habibullah olmasını mı, kainatın efendisi olmasını mı anlatalım, Müslümanlara şefaatçi olacağını mı anlatalım, o an hazır olan topluluğun gönderdiği selamları aldığını mı, bizi gördüğünü mü anlatalım, bilmiyoruz/bilemiyoruz. Sanırım kutlu doğum haftasının kutlanması Hristiyanların kutladıkları Noel sebebiyledir. İyi, hoş Noel kutlamalarına karşı çıkanlar neden kutlu doğum haftasını düzenliyor ki? Muhammed Nebi bizim için Allah’ın elçisidir de, İsa Nebi Allah’ın elçisi değil mi? Hatta birileri Musa Nebi, İbrahim Nebi, Nuh Nebi, Yusuf Nebi’nin de kutlu doğumlarını yapalım derse buna itiraz mı edeceğiz? Elbette itiraz etmeyeceğiz, ama o kutlu nebileri anmaktan önce an-la-ma-lı-yız, onların getirdikleri vahye kulak vermeli, onu hayatımıza uygulamaya çalışmalıyız. İbrahim Nebi de, Muhammed Nebi de, İsa Nebi de, Musa Nebi de bizim için değerlidir ve hiçbirini diğerinden ayırmayız/ayıramayız. İlahi kelam bizi bu konuda şöyle uyarıyor:

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (2/185)

 

Başka ayet:

 

Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (2/136)

 

Dikkatinizi çekmek istediğim nokta: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Neyse konuyu daha fazla uzatmayalım da asıl meseleye geçelim.

Bugün de okulda din kültürü öğretmenimizin aldığı görev ile bütün öğretmen arkadaşlara gül dağıttığına şahit olduk. Bize de bir gül verdi. Bilmeyenler için söyleyelim “gül” tasavvufta, edebiyatta, kısacası İslam kültüründe Muhammed Nebi’nin simgesi olan bir bitki. Hatta divan edebiyatında Muhammed Nebi’ye atfen gül ile ilgili birçok beyit yazılmıştır. İşte Fuzuli’nin Nebi için yazdığı Su kasidesinden bir beyit:

Suya virsünbâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virsemin gül-zâra su

 

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin/su ile mahvetsin, boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

O din kültürü öğretmenin bize de verdiği gülün ambalajının üstünde şu hadis yazılıydı: “Mahşer günü bana en yakın olanınız, bana en çok salavat getireninizdir.” Evet, burada bir gariplik yoktu. Eğer bu söz Nebi’ye aitse, Nebi doğru söylüyordu. Kendisine salavat edenin ona daha yakın olduğunu beyan ediyordu. Şimdi burada duralım, salavat getirelim/edelim de bunu nasıl yapacağız? Asıl sorulması gereken soru bu sanırım. Şimdi asıl konumuz olan Ahzab suresi 56. ayetin bize ne dediğine gelelim, önce Ayet Cımbızlama ve Tahrif Tekniklerinin kullanılarak bir hareketten/fiilden, bir duruştan bahseden ayetin anlamının sadece dile indirgenerek nasıl çarpıtıldığını görelim. Rabb ne diyor, biz ne anlıyoruz:

Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salat/salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salat/salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (33/56)

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım ediyorlar/ onun için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/ onun için gerekeni yapın ve onun güvenliğini/korunmasını tam bir güvenlikle sağlayınız! (33/56)

 

Sizin de dikkatinizi çekmiştir, aynı ayet ama farklı hem de çok farklı iki tercüme… İlk tercümeyle sanki Allah ve melekleri haşa bir koro kurmuşlar Peygamber’i anıyorlar, ona salavat getiriyorlar ve Allah biz müminleri de bu koroya katıp bizim de Nebi’ye salavat getirmemizi emrediyor gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Ayetin bu anlamıyla hayatımıza ışık tutacak bir yönü kalmamaktadır. Geçmişte yaşamış bir insan peygamber, yerlerinde oturan sahabelerin/müminlerin kendisine ağızla salavat getirdiğini, kendisini övdüğünü ve getirdiği davaya sadece sözle destek verdiğini bir düşünün ve bugünkü biz Müslümanların da salatı/salavatı nasıl anladığını/uyguladığını gözünüzün önüne getirin. Sanırım dinin afyon yüzü bu olsa gerek.

Bir sevgi var ortada bu kesin, ama neye/kime/nasıl bir sevgi bu, anlamak yerine anmak, düşünüp uygulamak yerine oturup boncuk saymak, sevgiyi aşırı övgü/yağcılık olarak görmek, Allah’ın yüklemediği misyonu/görevi Nebi’ye yüklemek…

Oysa ayete öyle bir anlam vermemiz gerekir ki, hem Allah ve meleklerin hem de müminlerin Peygamber için yapacağı/yaptığı şey aynı olsun. Çünkü ayetin girişinde Allah ve meleklerin yaptığı bir şey, Allah tarafından müminlerden de isteniyor. Bu istenen ise Allah ve meleklerin yaptığı gibi peygambere destek olmak, onu korumak ve kollamaktır.

Bu mezkur ayette Allah’ın ve meleklerin peygambere destek verdiği, onu koruyup kolladığı gibi, Müminlerin de peygambere uymaları ve onu koruyup kollamaları, getirdiği davaya sımsıkı sarılmaları ve bu dava uğruna, bu nebevi misyon/görev uğruna Muhammed Nebi’ye teslim olmaları öğütlenmektedir. Bu ayette söz ile yapılan bir duadan/yardımdan ziyade fiilli yapılan bir duadan/yardımdan söz edebiliriz. Ayet bu manada anlaşıldığında her zaman ve zeminde olduğu gibi bizim hayatımıza da yansıyan tarafları bulunacaktır.

ANMAK DEĞİL, ANLAMAK…

Peki bizler Peygamber’i nasıl koruyup kollayacağız, onun güvenliğini nasıl sağlayacağız ve tam bir teslimiyetle ona nasıl bağlanacağız?

Bugün beşer olan resul yok aramızda; ama onun insanlığa verdiği mesaj, yüklendiği görev ve insanın insan olma, Allah’a kul olma yolunda verdiği mücadele insanoğlu var olduğu müddetçe devam edecek olan olgulardır. Bizim üstümüze düşen görev Nebi’nin getirdiği bu vahyi/mesajı insanlara taşımak, onun öğretileriyle önce kendimizi sonra insanlığı yeniden inşa etmektir.

Ahzab 56. ayetteki “yusallune” kelimesine “destek olmak, korumak, kollamak, güvenliğini sağlamak” anlamını vermiştik. Ahzab suresi 57. ayet verdiğimiz bu anlamı desteklemektedir. Allah şöyle buyuruyor: “Allah’ı ve resulünü incitenleri Allah dünyada da âhirette de lanetlemiştir. Onlar için, alçaltıcı bir azap da hazırlanmıştır (33/57).” Allah Nebi’ye destek olmayı, Allah’ı ve Resul’ü incitenler olduğu için istemektedir. Allah’ı ve Resul’ünü incitenlerin dünya hayatında alçaltıcı bir azaba çarptırıldıklarına insanlık şahitlik etmiştir ve bunlar için ahirette de alçaltıcı bir azap vardır.

Allah ve melekleri sadece Peygamber’i desteklememekte, bütün müminleri de desteklediğini beyan etmektedir:

 

“O ki sizi karanlıklardan ışığa çıkarmak için melekleri ile birlikte sizi destekler (yusalli). O, inananlara karşı Rahimdir. (33/43)

 

Ahzab 56. ayette “Salv” kökünden türeyen “yusallune” kelimesi kullanılmış, Ahzab 43. ayette de yine salv kökünden türeyen “yusalli” kelimesi kullanılmıştır. Tercüme yapan birçok yazar buradaki “yusalli” kelimesini Allah’ın rahmeti diye çevirmişlerdir; ama bu yerinde bir tercüme olmadığı gibi kendi tercümelerini de çelişkiler yumağına çevirmişlerdir. Peygamberi muhatap alan 56. ayetteki “yusallune” kelimesini peygambere salavat getirme diye çevirirlerken; bütün müminleri muhatap alan Ahzab 43. ayetteki “yusalli” kelimesini rahmet olarak çevirmeyi uygun görmüşlerdir. Oysa ayetin devamında Allah zaten rahmet kelimesini kullanmaktadır. Bu rahmet ise Allah’ın ve meleklerin müminleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, müminlere verdiği destektir. Allah’ın müminleri desteklemesinden daha büyük rahmet olabilir mi? Elbette olmaz. Allah inananları kendi katında bir ruhla desteklediğini beyan ediyor (58/22).

Allah’ın, meleklerin, Müminlerin Muhammed Nebi’yi destekledikleri gibi Muhammed Nebi’nin de müminleri/inananları desteklediğini görüyoruz:

 

“Bedevilerden bazıları da Allah’a ve âhiret gününe inanır, harcadığını Allah yanında yakınlıklara ve resulün salavatlarını (maddi ve manevi desteklerini) almaya vesîle edinir…” (9/99)

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara salat et (maddi ve manevi her türlü destekle). Çünkü senin salatın (maddi ve manevi her türlü destek) onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (9/103)

 

Velhasıl Allah, melekler ve müminler Muhammed Nebi’yi desteklediği gibi, Allah ve melekleri müminleri de desteklemektedir. Hatta Muhammed Nebi ve müminler de birbirlerini desteklemektedir. Muhammed Nebi bugünkü anlamıyla sadece dil ile bize salavat getirmediğine göre, bizim de ona sadece dil ile değil, getirdiği mesaja uyarak ve o mesajı koruyup insanlara tebliğ ederek ona fiili olarak salavat getirmeliyiz. Yani destek olmalıyız.


About the Author
Author

wejedar

Comments (7)
Leave a reply

Name (required)

Website