Musa ile Firavun

Şuara Suresinden İzdüşümleri | 2.Bölüm

Kitapta Musa, Harun, Firavun, Firavun’un sihirbazları ve Mısır halkı bugüne izdüşümü yapılabilecek iyi ya da kötü namına örneklerdir. İbret alınması gereken çok ciddi mesajlar içeren Musa kıssaları Kuran’ın birçok yerinde tekrar tekrar ve farklı ayrıntıları göz önüne serecek şekilde değişik üsluplarla anlatılmakta.

26-Şuara 10, 11 Bir vakit Rabbin Musa’ya şöyle seslendi: “Git o zalim kavme!” “Firavun kavmine, artık sakınmayacaklar mı!”

 

Musa’nın şahsında, doğru yola ulaştığını iliklerinde hisseden her Müslüman üyesi bulunduğu toplumda ve kendi seviyesinde Musa gibi üst seviyede olamasa da bir uyarıcı hüviyetindedir. Din inancı bireysel bir sorumluluk olmakla birlikte o bireylerin topluma karşı uyarıcı manada kendilerini görevli hissetmeleri gerekir. Ancak bu uyarış ayıplama, hor görme veya zorlama gibi biçimlerde değil akla, mantığa ve idrake hitap edecek biçimlerde olmalı ve uyarı olarak kalmalıdır. Eğer toplumsal bir uyanış söz konusu olursa, ki bu genelde pek imkân dâhilinde değil gibi geliyor, o durumda toplumsal kurallar insanların genel kabulü çerçevesinde yeniden düzenlenebilir. Ama toplumun genel kabulü aleyhte ve bir Müslüman’ı tehdit eder biçimdeyse o Müslümana düşen, şartlar oluşursa hicret edip dinini daha iyi yaşayabileceği bir başka yere gitmesidir. Yani kimseyi kovmak değil, kendisinin o toplumdan uzaklaşmasıdır. Bunu Musa kıssasında da, bir bakıma Yusuf kıssasında da ve hatta son peygamberin hayatında Mekke’den Medine’ye hicrette de görüyoruz. Alelade bir yaşayışta da bu böyledir. Sizin inancınıza açıkça küfredilen yerlerden geçici bile olsa uzaklaşmanız Kuran’ın öğütüdür.

Doğruya doğru yol alan her müminin farkına vardığı gerçekler, o müminin geçmiş hayatında bilerek ya da bilmeyerek işlediği günahları, isteyerek ya da istemeyerek yaptığı hataları hatırına getirir.  Tüm bunları tekrar tekrar hatırlayıp pişmanlıkla tövbe eden mümin Allah’ın affediciliğine sığınır. Ancak insanlar bu kadar affedici değillerdir. Hele hele halen atalarından gelen dönüştürülmüş inançlarını devam ettirenler, kendilerinden farklı biçimde inanmaya başlayan bu insana sapmış gözüyle baktıkları için o insanın geçmişte yaptığı hataları yüzüne vurmaya bayılırlar. Çünkü bu şekilde onun geçmişten gelen hatalarıyla onun farklı inanışının yanlışlığını ispat ettiklerini zannederler. Yalanlarlar, suçlarlar, alay ederler, maddi manevi işkencelere uğratırlar ve hatta gerekirse öldürürler.

26-Şuara 12, 13, 14 Dedi ki, “Rabbim, onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor; bundan dolayı Harun’a da gönder. Bir de onlara karşı suçluyum; ondan dolayı beni öldürürler diye korkarım.”

 

İşte Musa’nın başına gelen de hiç farklı değildir. Yalanlanacağını tahmin etmiştir. Aynen bizim gibi. Göğsü sıkışmış, zaman zaman bunalmıştır. Aynen bizim gibi. Dilim dönmüyor demiştir. Aynen zaman zaman bizim de meramımızı anlatmakta zorlandığımız, yanlış anlaşılmaktan çektiğimiz ve hatta katılaşmış net kabullerden dolayı bazı hurafeleri hiç gündeme bile getiremediğimiz gibi. Hele hele bizim de Musa gibi geçmişte toplumun aleyhimize kullanabileceği bir takım delilleri varsa ne düşünürüz?… Deriz ki tamam ben bazı gerçeklerin farkına varıp dinimi anlama yoluna girdim ama bunu topluma karşı ben gündeme getirirsem benim o geçmişteki hata ya da hatalarımı gündeme getirirler ve beni üzebilirler, kınayabilirler ve hatta öldürmeseler bile ölmüşten beter eziyetler edebilirler… Benim şahsımda sevdiklerimi de üzebilirler… Ve hatta benim yüzümden anlatılması gereken din doğruları da güme gidebilir. O halde Allah’a öyle bir güvenle yola çıkılmalıdır ki O’nu her an yanımızda hissedebilmeliyiz. O’nun yardımının bizle olduğuna ve insanlardan değil sadece O’ndan çekinmemiz gerektiğine ikna olmalıyız. Peki Allah bize bu garantiyi veriyor mu acaba! Böyle bir durumda kalan bir mümin isek eğer, insanların ezaları olabileceğine dair endişe etmeli miyiz?

26-Şuara 15, 16, 17 “Hayır” haydi ikiniz ayetlerimizle gidin. Muhakkak Biz sizinle beraberiz dinliyoruz. Gecikmeksizin Firavun’a giderek deyin ki: “Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi’nin elçisiyiz, İsrail oğullarını bizimle beraber salıver.”

 

Gördüğünüz gibi endişeye mahal yok. “Hayır, endişeye mahal yok” diyor Allah. Eğer Allah kuluyla birlikte ve ona verdiği böyle bir söz varsa insanlardan çekinmenin ne manası ola! İnsanlar ister eziyet etsinler, ister etmesinler ne farkı ola! İşte Musa yanına kardeşini de alarak bu güvenle Firavun’a gitmiştir. Hatırlayalım bakalım, Firavun bizimkilere ne cevap vermiş?

26-Şuara 18, 19 Dedi ki, “Biz seni daha bebekken alıp yetiştirmedik mi ve hayatının nice yıllarını aramızda geçirmedin mi? Hem de o yaptığın işi yaptın; o halde sen o nankör kâfirlerdensin!”

 

Musa demek ki endişelerinde haklıymış. Fakat Allah’ın dinlediğini bilmek gibisi var mı? Eğer o güven (iman) olmasaydı Musa gibi bir peygamber bile astığı astık kestiği kestik koskoca hükümdara (!) kellesini koltuğuna alarak çıkıp böyle bir teklifte bulunabilir miydi? İman güven iman güven iman güven… İşte mesele bu!

Ve gördüğünüz gibi her zaman eski defterler derhal açılmaya hazırdır Firavunlar tarafından! Seni biz yetiştirdik diyor. Ekmeğimizi yedin diyor. Aramızda bizden biri gibi yaşadın diyor. Üstelik şöyle şöyle kabahatlerin bile olduğu halde nasıl çıkıp aleyhimize iş yaparsın diyor. Bize karşı suçun var ama sen nankörlük ediyorsun, kalkmış dinimize, sistemimize, politikamıza, yaşamımıza, hakaret ediyorsun diyor. Halbuki sen de bu aileden biri idin, hem suçlusun hem de şimdi bu ne saçmalamaktır diye soruyor.

26-Şuara 20, 21, 22 Dedi ki: “O işi o zaman yaptım, şaşkınlardandım. Sonra, sizden korktuğum için sizden kaçtım ve Rabbim bana bilgelik verip beni elçilikle görevlendirdi. O başıma kaktığın nimet de İsrail oğullarını kul köle edinmiş olmandır!”

 

Hani kimilerine göre Kuran’da kölelik övülüyordu! Neyse, devam edelim. Gördüğünüz gibi başa kakma, münafıkların ve kâfirlerin en belirgin özelliklerinden biridir. Bir mümine asla yakışmayacak bir tavırdır. Ama Musa gibi, bir müminin aleyhine bu durum gerçekleşirse hiç çekinmeden cevapları da verilmelidir. Madem ki senin elinden ekmeğini yedim, gerektiğinde senin gibi benim neden ekmek teknem olmadı da senin elinden yemek durumunda kaldım diye sorabilmelidir bir mümin. Senin beni ekmek, soğan ve sarımsakla beslemen senin iyiliğinden değil, köşe başlarını tutup beni köleleştirmenden, işçileştirmenden ve asla patron yapmak istememenden, kendi zenginliğine ulaşmamı istemediğinden ileri gelmektedir, diyebilmelidir insan. Ben sizin için şunu yaptım, bunu yaptım, şimdi kalkmış beni mi sorguluyorsunuz der Firavunlar. Peki hiç sormazlar mı, oturup konuşmazlar mı aykırılarla? Hiç ne söylenmek istendiğini anlamaya çalışmazlar mı? Elbette sorarlar ama maksatları kendi haklılıklarını onları aşağılayarak ve kendilerini yanlılarına övdürerek, kendi sözde doğrularını onaylatmaya çalışmaktır. İşte sormuş o da!

26-Şuara 23 Firavun: “Alemlerin Rabbi de ne demek?” dedi.

 

Firavun’un soru soruş biçimindeki karakteri okuyabilmişsinizidir. Verilecek cevap ne olursa olsun kabul edilmemek üzere sorulmuş sorulardır onların soruları. Dinledi desinler sorusudur bunlar. İşte Firavunlar böyledir. “Hadi bakem bi söyle de biz de anlayak!” derler. Ama Musa’lar hep dürüstçe anlatabilme peşindedir.

26-Şuara 24 “O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki herşeyin Rabbidir; eğer gerçeği kesin olarak görüyorsanız.”dedi.

 

Cevaplar ne kadar makul ve mantıklı olursa olsun Firavunlar her daim aldıkları cevapların üzerinde düşünme değil peşinen beğenmeme yönünde hareket ederler. Ve aynı zamanda etrafındaki şakşakçılarına göz süzerler…

26-Şuara 25 Etrafındakilere dönerek, “İşitiyor musunuz?” dedi.

 

Musa her şeye rağmen devam ediyor…

26-Şuara 26 Dedi ki, “Sizin Rabbiniz ve evvelki atalarınızın Rabbidir.”

 

Elbette ki bu cevap gerçek dini anlatmaya çalışan bugünkülerin başına her ortamda gelebildiği gibi bardağı taşıracaktır. Çünkü atalardan, büyüklerden, eski alimlerden, kemikleşmiş tabuların yanlışlıklarından bahsederseniz onlara hakaret etmeye başladığınız zannedilir. Çünkü herkesin aklı yeterince özgür değildir. En yakınınızdakiler bile bu durumda sizi anlamak isteseler de zorlanmaya başlarlar. Haklılık yönleri de vardır, hele ki Musa’ya benzer çabuk öfkelenen bir coşkunuz da varsa size bu sözlerinizi yakıştıramazlar. Siz de din düşmanları gibi her şeyi yıkmaya çalışmamalısınızdır!!! Firavunlar ise bu durumda daha da öfkelenirler ve sizi delaletle, sapmışlıkla suçlamaya başlarlar ya da iyice alaya başlarlar.

26-Şuara 27 Dedi ki, “Size gönderilen elçi, kesinlikle bir deli.”

 

Musa devam ediyor…

26-Şuara 28 ”O, doğunun, batının ve bunların arasındaki herşeyin Rabbidir, eğer düşünüyorsanız.” dedi.

 

Oysa Firavunlar başkalarının üstünlüğünü, başkalarının otoritesini kabul etmezler. Bölmek istemeseler de eğer bir bölünmüşlük varsa kendi taraftar sayısını artırarak otorite kurmaları doğaldır. Hala karşı taraf direniyorsa, eğer iş bu noktaya gelmişse mevcut kendi kanunları çerçevesinde gereğini yaparlar. Susturamıyorsun hapsedersin, hala konuşuyorsa öldürürsün. Firavunluk budur.

26-Şuara 29  ”Andolsun ki, eğer benden başkasını tanrı edinirsen, seni kesinlikle zindana kapatılmışlardan ederim?” dedi.

 

Daha iyi bir şey beklenmez de zaten Firavunlardan. Mazeret üretmekte zorlanmazlar. Seni suçlamayı kendisini sorgulamaya tercih ederler. Musa’lar ne kadar kanıt sunarsa sunsun Firavun’ların gözünde suçlulukları kolay kolay bağışlanmaz. İşte Musa kanıt sunma peşinde…

26-Şuara 30 Dedi ki, “Size apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?”

26-Şuara 31 Dedi ki, “Doğru sözlüysen getir bakalım onu.”

26-Şuara 32, 33 Bunun üzerine asasını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi; bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bembeyaz oluverdi.

 

Peki bu iki karşı delil Firavunların ikna olmasına yeter mi? Firavunlar mucizelere bile inanmak istemezler. Çünkü kibir boylarını aşmıştır. Gözleri perdelidir.

26-Şuara 34, 35 Çevresindeki ileri gelenlere dedi ki, “Bu, gerçekten çok usta bir büyücü imiş. Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne önerirsiniz?”

 

Gördüğünüz gibi Firavunlar her halükarda mazeret üretmeye, hikâye uydurmaya, bilmeden anlamadan suçlamaya meyillidirler. Etrafındakileri de kendi masallarıyla uyutmakta oldukça başarılıdırlar. Yine de zorlandıklarında kendisini her daim yücelten ve bundan çeşitli menfaatler temin eden danışmanlarına danışırlar elbette. Bakalım danışmanlar ne akıl vermişler!

26-Şuara 36, 37 Dediler ki, “Onu ve kardeşini alıkoy ve kentlere toplayıcılar gönder de, sana tüm usta büyücüleri getirsinler.”

 

Musa ve Harun eylemlerinden dolayı gözaltına alınırken işlerinde usta ve akıllı sihirbazlar saraya çağrılırlar.

26-Şuara 38, 39, 40  Belirlenmiş günün randevusu için büyücüler bir araya getirildiler. Ve insanlara da: ‘Siz de toplanıyor musunuz? dendi.’ “şayet üstün gelirlerse, herhalde bizler sihirbazlara uyacağız.” dediler.

 

Halk da kimin galip geleceğini apaçık göreceği için ve büyücülerin, sihirbazların galip geleceğine kesin gözüyle bakıldığı için gören herkesin gözünde Musa ve iddiası çürütülmüş olacaklardı. Acaba sihirbazlar bu işi bedavaya yaparlar mıydı yoksa onlara da bir menfaat vaat eder miydi Firavun!!!

Sihirbazların getirildiği bölümden itibaren devam etmek üzere…

kalemzade.net

twitter.com: @kalemzade


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Leave a reply

Name (required)

Website