ABESE SÛRESİ:
17-) Kutilel`İnsanu ma ekfereh;
Ölesi insan, ne kadar da kafirdir!.
18-) Min eyyi şey`in halekah;
Hangi şeyden yarattı onu? .
19-) Min nutfetin, halekahu fekadderehu;
Bir nutfeden… (Allah) yarattı onu, onu takdir etti.
B GERÇEĞİYLE YORUM:
“Ölesi insan” ifadesine duygusal olarak yaklaşıldığında “öfkeli bir söz” gibi algılanıyor. Sanki bir şeye kızmış birisinin bir tür sitemi gibi değerlendiriliyor. Hani birisi bir kişiyi sözüyle ya da fiiliyle kızdırır da kızan kişi öfkelenir ve sitemini “ölesi insan, sen öl emi…” gibi beddua ile dile getirir ya, bazıları tarafından Allah’ın bu sözü de öyle değerlendiriliyor. Sanılıyor ki; Allah insanlara kızıyor, öfkeleniyor ve beddua ediyor.
Halbuki Allah insana özgü kızmak, öfkelenmek gibi hallerden beridir, ötedir. Allah bizim gibi kızmaz, öfkelenmez. Allah kızan, öfkelenen, bundan dolayı insanları cehenneme atan bir tanrı değildir. Allah’ın gazabı denen şey ise; sistemine ters bir yaşantı içinde olanların, içine düşecekleri haller, karşılaşacakları olaylar, yaptıklarının karşılığı olarak sistemden alacaklarını ifade eder. Örneğin yüzmeyi bilmeyen denize girerse boğulur. Şimdi deniz o kişiye kızdığı, öfkelendiği için mi boğmuştur; yoksa o kişi sistemin gereğini yerine getirmeyip, yüzme öğrenmediği için mi boğulmuştur? !
Allah kızan, öfkelenen bir tanrı olmadığına göre “ölesi insan” ifadesini nasıl değerlendirmeliyiz? Doğru değerlendirmeyi yapmak için, öncelikle insana ait bu olumsuz duygulardan arınmış olarak ayetlere yönelmeliyiz. Malum “arınmamışlar el sürmesinler” yani “Kur’an’ı anlayamazlar” ifadesi var. İkinci aşamada ise, bu ifadeden sonra gelen ifadeleri, ayetleri iyi anlamamız, birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Bir ayeti veya bir parçasını bütünden kopararak, bütünün ruhuna ters bir yorum getirirsek yanlış yapmış oluruz.
Bütünün ruhuna uygun bir yorum getirmeliyiz. Aksi halde Allah’ı bir tanrıymış gibi değerlendirme hatasına düşeriz. Ayrıca Kur’an-ı Kerim sebebi nüzul ile, derinlikli manası kilitlenesi bir kitap değildir, her çağa hitap eden evrensel bir kitaptır. Ayetlerin Efendimiz zamanında inzal olmasının o an ki sebebi belki sebebi nüzul olabilir, ama bu durum Kur’an-ı Kerim’in her çağa seslenen evrensel kitap olma özelliğini perdelememeli, çağın bilimsel verilerine göre yorumlanabilmelidir.
“Ölesi insan, ne kadar da kafirdir!. Hangi şeyden yarattı onu? . Bir nutfeden… Yarattı onu, onu takdir etti. ” Ayetlerini birlikte değerlendirdiğimizde, “ölesi insan” ifadesinden sonra, insanın kafir yani örtücü olduğundan bahsedildiğini görüyoruz. Peki insan neye karşı kafir yani örtme işlevi yapıyormuş? Cevabı devamındaki ayettir. İnsan hangi şeyden yaratıldığını örtüyor, düşünmüyor. Bunu hatırlaması için, gerçeği örtmemesi için, yaratılışını düşünmesi için de “ölesi insan” ifadesi kullanılıyor. Yani insana denmek istiyor ki; “sen bir zamanlar ölüydün(ölesi insanın manası), beden olarak yoktun, yaratılmamıştın, sen kendi kendini yaratmadın, sen yaratıldın, bunu gör, bu gerçeği örtme”.
Ve Allah insanı bir nutfeden (nutfeden) yarattı, gensel özelliklerle donattı. Bu yaratış gerçeğinin inkar edilecek bir tarafı yok. Tuhaf olan ise, insan yaratılıyor, bunu yaşıyor, görüyor; ama bu yaratımın arkasındaki Yaratıcıyı inkar edebiliyor. Halbuki hiçbir şey kendi kendini yaratamıyor; her şey, her şeyle birlikte her şeyin içinde yaratılıyor. Her şey bir zamanlar ölüydü, yani yoktu, sonradan yaratıldı. Varlığın başlangıç hali ölüm, yani yokluk, sonrasında yaratımla hayat buluyor. O halde yaratılmış her şeyin ötesinde, onların hakikati olan yaratılmamış bir yaratıcı olması gerekli hale geliyor.
Zahir gerçeğiyle baktığımızda Allah yaratan, insan yaratılandır; Allah sürekli diri, insan ölüp-dirilendir. Ayetteki sıraya dikkat edildiğinde ve zahirimize bakıldığında; insanın başlangıcı ölü/yok halidir, insan sonradan diriltilendir, insan gibi her şeyde aynı hükümdedir. Başlangıçta ölü/yok iken sonradan diriltilen bir dirilticiye, yaratana, var edene muhtaçtır. Kendisi diriltilen kendisini ve sonrasında başkasını diriltemez. Başkasının diriltilmesine sadece vesile, yaratılmış kullanılan bir araç olur, kainat gibi… Yaratan olmak için yaratılmamış olmak gerekir, kainat ise yaratılmıştır, bir başlangıcı vardır.
Toparlayacak olursak; Allah “ölesi insan “ifadesiyle insanın önce ölü/yok hükmünde olduğunu zahire bakarak fark etmesini, sonrasında yaratıldığını düşünmesini isteyerek ölmeyen, sürekli diri bir Yaratıcının varlığının gereğine ve bu Yaratıcının yaratılmış olan her şeyden beri bir varlık olduğu gerçeğine ulaştırmak istiyor. Yani Allah kızmıyor, öfkelenmiyor, beddua etmiyor, sitem etmiyor, yaratılanı beğenmemişlik içinde değil, bir gerçeğe(yaratım ve Yaratıcıya) işaret ediyor, bunu fark etmemiz için bize yardımcı oluyor.
20-) Sümmessebiyle yesserah;
Sonra yolu müyesser etti ona.
21-) Sümme ematehu feakbereh;
Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu onu.
22-) Sümme iza şae enşerah;
Sonra dilediğinde inşar etti onu.
23-) Kella lemma yakdı ma emerah;
Hayır!.. Ona emrettiği şeyi henüz yerine getirmedi.
B GERÇEĞİYLE YORUM:
Allah yaratımın genel aşamalarını açıklamaya devam ediyor. Önceki ayette henüz ortada bir nutfe var ve bu nutfe belli özelliklerle donatılmış. “Bir nutfeden… Yarattı onu, onu takdir etti” ayetindeki “yarattı onu, onu takdir etti” ifadesi ile kastedilen henüz nutfe, insan değil. Onun için bir nutfeden denmiş, sonrasında bu cümledeki nutfenin yaratılması, takdir edilmesi gerçeği açıklanarak, onun varlığı da Yaratıcıya bağlanılmış. Yani bu ayette henüz insan bedeni daha yaratılmamış, nutfe yaratılmış. Peki nutfe nerde yaratılır, erkekte. Yani bu ayet henüz erkekte nutfenin oluşması/yaratılmasını açıklıyor. Henüz bu nutfe kadına geçmemiş, erkekte yaratılışı açıklanıyor.
“Sonra yolu müyesser etti ona. ” ayeti erkekteki bu yaratılan nutfenin kadına geçişini anlatıyor. Bakınız, önceki ayetlerde erkekte nutfenin yaratılışından bahsettiğine göre, devamındaki ayetler de nutfenin rahim içindeki yolculuğunu açıklayacaktır. Allah’ın ayetlerinde mana kopukluğu, bir konuyu yarım bırakıp farklı bir konuya geçiş olmaz. Bu gerçek göz ardı edilirse ayete alakasız yorumlar açığa çıkar. Bu ayetin üstündeki ve altındaki ayetleri dikkate almadan, bağlamından kopararak çekip alınırsa, zahirle alakası olmayan, keyfi bir yorum yapılmış olunur.
Gerçekte ise, yaratış bağlamından koparmadan değerlendirdiğimizde, bu ayetin cinsel birleşmeyle, erkeğin nutfenin kadının yumurtasına ulaşma yolculuğunu açıkladığını görürüz. Nutfe rahim yolunda ilerleyerek yumurtaya doğru yol alır. Belki bu ifade tarzımız bazılarınca yadırganabilir. Ama, içinde bulunduğumuz çağda cinsel eğitim tüm detaylarıyla artık ilköğretim seviyesinde ders olarak öğrencilere verilmektedir.
Biz büyüklerin de eğitim amaçlı olan bu hitabeti kabullenmesi, bazı tabuları yıkması gerekiyor, diye düşünüyorum. Kur’an’ın ilk nazil olduğu zamandaki içinde bulunan toplum, o zamanın şartları, insanların durumu, bilimin gelişmemişliği… ayetlerin bu şekilde ifade edilmesi gerekliliğine sebep olmuş olabilir. Ama, içinde bulunduğumuz çağ farklı olup; bu bilgilerden yoksun büyümek, bir çok psikolojik, fizyolojik, sosyolojik, rahatsızlıklara, sorunlara, vahim sonuçlara sebep olabiliyor.
“Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu onu. ” İfadesi de bağlamından kopuk olarak, yaratılış aşamasına dikkat etmeden yorumlandığında insanın bedensel olarak ölüp, kabre konmasından bahsedildiği sanılmaktadır. Ama, ayetlerde daha henüz anlatım babında insan daha yaratılmamıştır ki, ölüp, kabre konulması açıklanmak istensin. Tabi ki nutfe henüz zigot, embriyo aşamalarından geçmeden kendisini beden olarak hayat yolunda bulabiliyorsa, bu şekilde yorum yapan da onu daha doğmadan öldürüp kabre koymasını da bilecektir. Latife bir yana Kur’an’ı tertil üzere, tane tane, tefekkür ederek, aşamalara dikkat ederek, üzerinde dura dura düşündüğümüzde fark ediyoruz ki doğru bildiğimiz birçok şey aslında eksikmiş.
Erkek üreme hücresi nutfe, kadının yumurtalığına doğru yolculuğunu tamamlayıp, yumurta kanalı içindeki bir yumurta hücresiyle birleşir, döllenme gerçekleşir, döllenen bu yeni/yenilenmiş hücreye zigot denir. Yolculuk sırasında nutfe işlevini tamamlamış bir çok parçasını geride bırakır. Nutfe yumurta hücresiyle birleşerek yeni bir hücre/zigot oluşturur, yani nutfe ölür ve zigot olarak, yumurta denen kabre koyulmuş olur.
“Sonra dilediğinde inşar etti onu. ”Sper tarafından döllenip, zigot adını alan bu yeni hücrenin yumurta kanalından rahime düşmesi yaklaşık yedi günü bulur. Bu süre zarfında yumurta hücreleri bölünerek çoğalmış hücre grubu olan bir yapı oluşturur. Sürenin sonunda bu yumurta, rahime düşer ve rahim duvarına yapışarak oradan geçen damarlardan beslenmeye başlar ve artık embriyo olur ve sonrasındaki zamanlarda organlar ve bedenin oluşma süreci ile yaratım devam eder. Böylelikle ana rahminde embriyo olarak onu inşar etmiş yani ölüyü diriltmiş, canlılığını duyurmuş, insanı anne karnında yaratmış olur.
Eğer üstteki ayetlerde insan bedeninin ölmesi, kabre konması, sonrasında diriltilmesi anlatılıyor ise, peşindeki ayette “Hayır!.. Ona emrettiği şeyi henüz yerine getirmedi. ” denir miydi? ! Dikkat buyurun “henüz yerine getirmedi” deniyor, yani “henüz yerine getirmedi ama daha sonra yerine getirebilir” manası var. Ölüp, kabre konanın reenkarnasyonun olmasına imkan olmadığına, sonrasında mahşer günü için diriltilenin, kıyamette koptuğuna göre tekrar dünyaya dönmesi mümkün olamayacaktır. O halde; bu ayette ölüp kabre konan, sonra mahşere diriltilene “henüz yerine getirmedi” denerek, defteri kapamış birinden “yerine getirmesi” gereken bir şey istenemez ve düşünülemez. Yani bu ayet ölüp kabre konmuş sonra diriltilmiş, iş işten geçmiş birine sesleniyor olamaz. Bu ayet dahi göstermektedir ki, yukarıdaki ayetler hep yaratış safhalarını anlatmaktadır, insanın ölmesini, kabre konmasını, diriltilmesini değil.
“Hayır!.. Ona emrettiği şeyi henüz yerine getirmedi. ” ayetinden bizim anladığımız, “henüz yaratılış açıklamasını tamamlamadı, yaratılış aşamalarının anlatımı tamamlanmadı, henüz yaratılış anlatılıyor, Allah’ın emri olan insanın yaratılış aşamaları daha tamamlanmadı, henüz açıklamalar bitmedi, insan daha dünyaya gelmedi, nutfeyken anne karnında inşar olması, diriltilmesi, yaratılması açıklandı” manası şeklindedir.
Bundan dolayı yukarıdaki 21. ayetlette geçen ““Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu onu. ” ayetini yanlış değerlendirip, bedenin ölümüne ve kabre konması” şeklinde yorumlanmamalıdır fikrindeyiz. Allah insanın yaratışını anlattığına göre, “ona emrettiği şey”den kasıt insanın iradesi, çabası dışında var olması, yaratılması manasındadır. “Allah emri” sisteminin işleyen çarklarıdır, mekanizmasıdır; bu mekanizmalardan biri de yaratılış mekanizmasıdır.
Ve bu ayetlerde insanın yaratılışına/yaratılmasına dikkat çekilip, yaratılanın kendini yaratamadığı için, ismi(manası) Allah(sınırsız-sonsuz-tek) olan bir Yaratıcının varlığına işaret edilerek insanların İslam(teslimiyet) üzere sürekli işleyen sistemi fark etmeleri, ölümden sonrada yaratımın devam edeceği, insanın ölüp yok olmayacağı, ölüm ötesinde de yeniden yaratılabileceği gerçeği açıklanmak istenerek, insanların imansız bencil bir hayat yaşayıp, günah, haram, kötülük… ayırt etmeksizin “ne yaparsam, ne koparırsam kardır” zihniyetinden arınmaları amaçlanıyor.
Ayetlerin devamında ise; Allah, insanın yaratılışını bu sefer insanın dışındakilerden örnek vererek açıklıyor. Ve bu örnekler çok ilginçtir ki insanın yaratılış evreleri ve halleriyle birebir örtüşüyor. İnsanın yaratımı hangi safhalardan geçmişse, yeryüzündekilerin yaratımı da aynı safhalardan geçtiği, nutfeden bedene doğru bir oluşumun benzeri şekilde yeryüzünde de yaratımın gerçekleştiği vurgulanıyor.
Çünkü, Allah’ın yaratış sisteminde(Sünnetullah) değişiklik olmaz, yaratılış benzer şekilde devam eder, farklılıklar ayrıntılardadır, yöntemde değil. İnsana yeryüzündeki diğer şeylerin yaratılışı misal vererek, kendisinin yaratılışını anlamaya çalışması hedefleniyor. İnsanı ve yeryüzünü bu şekilde Yaratanın; yine benzer şekilde, benzer yöntemle, ayrıntıları farklı olarak, “yeni”den yaratabileceği/yaratacağı gerçeği fark ettirilmek isteniyor.
Bilimin geri olduğu o zamanlarda, anne karnında yaratımı, yaratımın safhalarını bilmeyen insanlara, anne karnındaki yaratımı anlamaları için ikinci aşamada dışlarındaki, yeryüzündeki yaratım örnek verilerek açıklanıyor ki anne karnındaki yaratım anlaşılabilsin. Yani insanın dışında yeryüzündeki yaratım araç olarak kullanılıyor, birinci aşamada amaç anne karnındaki yaratımın anlaşılması ve asıl amaç ise yaratımdan/yaratılandan yola çıkılarak bir Yaratıcı ve yeniden yaratıma gerçeğinin anlaşılmasıdır..
24-) Felyenzuril`İnsanu ila ta`amih;
İnsan taamına bir baksın!.
25-) Enna sabebnelmae sabba;
Doğrusu biz o su’yu bolca akıtıp döktük.
26-) Sümme şakaknel`Arda şakka;
Sonra Arz’ı bir şakk ile yardık da,
B GERÇEĞİYLE YORUM:
İnsanın yaratılışının benzerinin dışında/dünyada da gerçekleştiğine dikkat çekerek, taamın/yediğinin nasıl yaratıldığını düşünmesi; kendisinin yaratılması ile ilgili benzerliğinin, bağlantısının fark edilmesi, kendi yaratımını anlaması isteniyor.
Evet, gök suyu akmaktadır, nutfeye misal olarak verilmiş. Nutfenin rahim içindeki yolculuğu örneklenilmiş. “Sonra yolu müyesser etti ona. ” ayetinde nutfein rahim içinde yolculuğunun; gök suyun yeryüzüne yolculuğu misali ile anlaşılması isteniyor.
Ve bu gök suyu yeryüzüne, “nutfein yumurtaya girmesi gibi” yararak toprağa girmektedir. “Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu onu. ” ayetinde nutfenin yumurtaya girişi ve zigotun oluşmasıyla nutfenin bu birleşme ile özelliğinin değişmesi, nutfe olarak ölümü, zigot olarak yumurta kabrine girişi; gök suyunun yeryüzünü, toprağı yararak kabrine girişi ile örneklendiriliyor.
27-) Feenbetna fiyha habba;
Orada habb inbat ettik,
28-) Ve `ineben ve kadba;
Üzüm, taze yonca/sebze,
29-) Ve zeytunen ve nahla;
Zeytin, hurma,
B GERÇEĞİYLE YORUM:
Ve gök suyu toprağın içindeki daneleri/habbeleri(habb) döllemekte, inbat etmekte/bitirmektedir. Zigot hücresinin çoğalarak hücreler oluşturmasına, gök suyunun yeryüzündeki toprağın içindeki danelerin çekirdek yapısına girip, onları döllemesi ve ekinlerin bitirilmesi, danelerin oluşması örneklemesi yapılıyor.
Üzüm yonca, zeytin, hurma çeşitlemesiyle tek hücre zigotken 2, 4, 6, 8,.. şeklinde ayrılıp çoğalan hücrelerin yapısal özelliklerine, gensel farklılıklarına işaret ediliyor. İleri aşamalarda bu farklı özellikteki hücreler bölünmeye devam ederek farklı yapıdaki organları oluşturacaklar.
30-) Ve hadaika ğulba;
Sık ve iri ağaçlı/ağaçları sarmaş dolaş bahçeler,
31-) Ve fakiheten ve ebba;
Meyva ve çayır,
32-) Meta`an leküm ve lien`amiküm;
Sizin ve en’am (hayvanlar) ınız için bir meta olsun diye.
B GERÇEĞİYLE YORUM:
Nutfe tarafından döllenmiş yumurtadan oluşmuş zigotun yumurtalık kanalından yaklaşık yedi gün sonrasında(bu evrede zigot bölünerek belli sayılardan oluşmuş hücre grupları meydana getirir) rahim yuvasına düşerek embriyo halini almış olarak, rahim duvarına yapışır ve oradan geçen damarlardan beslenir. Bu rahim içi, yuvası bahçeler, rahim içindeki damarlar ağaçlar, damarlardaki kandan embriyonun beslenmesi meyva, rahim içindeki sinirler ise çayır misaliyle örneklendiriliyor.
Yani rahim içi her şeyiyle bir bahçeye, damarları bu bahçenin ağaçlarına, damarlarındaki kanı bu ağaçların meyvasına, sinirleri de bahçenin çayırına benzetiliyor. Ve bu örneklemelerle o zamanki insanlara, insanın yaratım aşamaları açıklanmaya çalışılıyor; günümüzde ise Allah’ın bir lütfu olan bilim bunu örneklemesiz direkt açıklıyor.
Yeryüzünde bu şeyler size ve hayvanınıza bir meta/faydalanma, beslenme, canlılık olduğu misali gibi; anne rahmi(kan, sinir…) de sizin ve hayvanınızın yani bedeniniz için bir meta, faydalanma, beslenme, canlanma, diriltilme, yaratılma vesilesidirler, zigot, embriyo ve sonrasında bedeniniz için hayat kaynağıdır.
Bu ayetlerden çıkardığımız sonuç ise; ölü/yok iken nutfenin(spermin) dünyasında doğduk. Şu an bize göre nutfe yapısı olarak algılananın dünyasında, o dünyanın bir bireyi olarak yaratıldık, o alemde yaşadık.
Sonra nutfenin dünyasında ölümü tadarak şu an bize göre yumurta olarak algılanan kabre girdik. Ve sonra embriyonun dünyasında ve oradan da yeryüzü dünyasına doğduk. Burada da anne, baba, kardeş, eş, dost, bahçeler… içinde bir alemde yaşıyoruz. Ve şu anda belki de bir varlığın dünya dediğimiz, dünya olarak algıladığımız bir yumurtasındayız. Ve burada da ölümü tadıp başka bir varlığın yapısında, başka bir âlemde doğacağız.
Her âlemimizden getirdiğimiz özelliklerle diğer âlemde yaşamaktayız. Spermin özellikleri, hücrenin genleri fiziksel ve ruhsal halimizi şekillendirdi. O âlemlerde yaşanılanlar özellik, gen olarak yapımızı oluşturdu. Öyleyse bu dünya âleminden götüreceğimiz sahip olacağımız özelliklerle de sonraki âlemi(ahret) yaşayacağız. Bu âlemdeki yaşantımız öbür âlemdeki bedenimizin özellikleri, genleri hükmünde olacaktır.
Kabirlerden, cennetlerden, cehennemlerden geçiyoruz, ölüp ölüp “yeni”den diriliyoruz…. Bu surenin diğer ayetleri de âlemlerimizde geride bıraktığımız yaşantılarımız, yakınlarımız; her bir âlemde sahip olduğumuz özellikler sonucundaki, bir sonraki âlemimizdeki hallerimiz, yaşantılarımız açıklanmaktadır.
Her karşılanan âlemde, sahip olunacak haller, yaşantılar; o âleme götürdüğümüz özelliklerin bir eseridir. Kendisiyle iyi özellikler götüren iyi, güzel bir hayat bulacak; kötü özellikler götüren ise kötü ve çetin bir hayat bulacaktır. İyiler iyilerle, kötüler kötülerle kalpten/kalben ahbap olacaktır, dünyada olduğu gibi. Allah muinimiz olsun.
33-) Feiza caetissahhatu;
O Sahha geldiğinde,
34-) Yevme yefirrulmer`u min ahıyh;
O gün kişi kardeşinden firar eder,
35-) Ve ümmihi ve ebiyh;
Anasından, babasından,
36-) Ve sahıbetihi ve beniyh;
Eşinden ve oğullarından.
37-) Liküllimriin minhüm yevmeizin şe`nün yuğniyh;
O gün onlardan herbir kişinin, kendisine yeter bir şe’ni vardır.
38-) Vucuhun yevmeizin müsfiretün;
O gün yüzler müsfire’dir,
39-) Dahıketün müstebşiretün;
Gülen, müjde edilen şeyi bulup sevinen.
40-) Ve vucuhun yevmeizin `aleyha ğaberetün;
Ve o gün nice yüzler de, üzerlerini toz kaplamış,
41-) Terhekuha kateretün;
Onu da karalık-siyahlık bürür.
42-) Ülaike hümülkeferetulfecerah;
İşte bunlar facir kafirlerin ta kendileridirler.
Hatalar bendendir, isabet kaynaktan…
YAZAN: Saim YUSUF
Yazar : Faik