ATEİZM YANILGISI-6

 

KÖTÜLÜK PROBLEMİ ÜZERİNE-1

Kökü çok derin, anlaşılması zor, daha çok duyguları ilgilendirdiğinden kabul edilmesi teslimiyete bağlı ince bir mesele…

Ateizmin teizme karşı kullandığı en önemli argümanlardan biri “evrendeki kötülük problemi” argümanıdır. Bu konu sadece ateistlerin değil bazı teistlerin de zaman zaman akıllarına takılan ve izah etmekte zorlandıkları bir konudur. Konunun zorluğu yaratılışın amacı ve gizemi, kader, ceza-mükafat, cennet/cehennem, sorumluluk, cüzi irade gibi derin mevzuları da ilgilendirdiği ve tüm bu alanlarla ilgili derin bilgiler gerektirdiğinden kaynaklanmaktadır.

Bu argüman “ “Tanrı varsa o halde evrende neden kötülük var? Neden kötülüğe izin veriyor? Kötülüğü engellemeye gücü yetmiyor mu? İzin veriyorsa bu mutlak iyi olduğu söylenen bir Tanrı düşüncesiyle nasıl bağdaşır?” şeklinde özetlenebilir. Ve sonuçta “evrende kötülük vardır o halde Tanrı yoktur” çıkarımında bulunur.

Oysa bu yolla Tanrı`nın olmadığı sonucuna varılamaz zira o halde pek tabi olarak ateizm düşüncesinin de şu soru ve çıkarımla karşı karşıya kalması zorunludur: “Tanrı yoksa evrende neden iyilik var? Evrende iyilik var, o halde Tanrı da vardır.”

Görüldüğü üzere evrende “iyiliğin ya da kötülüğün olmasının” doğrudan Allah’ın varlığının ya da yokluğunun kanıtı olarak gösterilmesi sorunludur. O halde nasıl ki ateizm şefkat, merhamet, vefa, sadakat, doğruluk, yardımseverlik gibi iyi hasletleri Allah’ın varlığına dair kanıtlar olarak görmüyorsa insan dışı faktörlerden meydana gelen ve kötülük olarak algılanan hastalık, seller, depremler, felaketler ya da insan davranışlarından kaynaklı olan hırsızlık, cinayet gibi olayların olmasını da “Allah’ın olmadığına dair kanıtlar” şeklinde yorumlamaya mantıklı bir gerekçeleri yoktur.

Bu nedenle burada konunun “-Teist görüşte var olduğuna inanılan- Allah neden kötülüğe izin vermektedir?” şeklinde ele alınmasının daha anlamlı olacağını düşünüyorum.

Konuyu detaylandırmadan önce epistemolojinin alanına giren bilginin doğası ile ilgili şu noktaları dikkate almak gerektiğini düşünüyorum.

-İnsan, sadece aklıyla evrendeki bütün bilgileri keşfedip anlayabilir ve doğru olarak yorumlayabilir mi?

-İnsan zihni ve aklı genelde evreni ve özelde kendi öz benliğini anlamada ne kadar yeterlidir? İnsanların yirmili yaşlarda doğru kabul ettikleri birçok şeyin otuzlu, kırklı yaşlarda aslında pek de doğru şeyler olmadığını anlaması vakidir. O halde içinde bulunduğu hal (sağlık ya da moral durumu gibi), zekâ, zaman, yaş, çevre ve eğitim düzeyi gibi pek çok değişkenin de etkisiyle her an bilgi ve algılama düzeyi değişen bir insan sahip olduğu tüm bilgilerin kesin, doğru ve değişmez olduğunu savunabilir mi?

-Bundan birkaç yüz yıl önce bilinmeyen birçok bilgi şimdi sıradan bilgiler düzeyine indiği gibi bundan yüzlerce yıl sonra ortaya çıkması muhtemel yeni bilgiler de olacaktır. O halde herhangi bir zamandaki sınırlı bilgilere ve sınırlı bir zekaya sahip bir insanın evrendeki tüm zamanlardaki tüm bilgilere hâkim olabileceğinden söz edilebilir mi?

-Bilim dünyası bundan önce gerçekliğine kesin gözüyle bakılan birçok teorinin keşfedilen yeni bilgilerle yıkıldığına şahit olmuştur. O halde bugün gerçekliğine kesin gözüyle bakılan bir takım teorilerin gelecekte yanlışlanması da mümkündür. O halde insan-bilgi ilişkisine hangi gözle bakılmalıdır?

-Bilimsel bilgi, güvenilir ve uzun süreli olmasına rağmen tam ya da kesin bilgi olmayıp değişime açıktır. Çünkü bilimsel bilgiler yeni bakış açıları ve yeni gözlemlerin ışığında, yeni verilerin ortaya çıkmasıyla değişime uğrayabilir (Akerson vd., 2006).

“Çünkü, Karl Popper’ın da dediği gibi bilimsel bilginin ispatlanması için sonsuz gözlem yapılması gerekir, bu da mümkün olamayacağına göre bilimsel bilginin sonsuza kadar geçerli olması söz konusu değildir. Yani bilimsel bilgiler değişime açıktır, geçicilik özelliği taşır. Yeni bir bakış açısı geldiğinde, yeni veriler elde edildiğinde bilimsel bilgi değişime uğrayabilir.”

 

Yukarıdaki prensipler ışığında düşünüldüğünde;

 

-Bütün insanlar sınırlı bilgiye ve zekâya sahiptirler.

-O halde mutlak olarak herhangi bir şey hakkında olumsuz hükümlerde bulanamazlar. Yani herhangi bir şeyin hiçbir şekilde olmadığına dair kesin bir akıl yürütmede bulunamazlar. (Olumlu bir iddia da bulunabilirler, örneğin “güneş vardır” diyebilirler zira bir tek güneş olması “evrende güneş vardır” iddiasını ispata kafidir.)

-Oysa bir insan mantıken, “Allah yoktur” diyemez çünkü böyle bir iddia da bulunmak için evrenin bütününün başlangıcından sonuna kadar olan tüm süresi boyunca mutlak bir bilgiye sahip olması lazımdır.

-Bu imkânsız olduğundan, birisi mantıklı olarak en fazla, “sahip olduğum sınırlı bilgiyle, bir Allah olduğuna inanmıyorum” diyebilir.

-O halde bu düşünce sadece o kişiyi bağlar ve kendisi gibi düşünmeyen (inananları) herhangi bir şekilde suçlayıp, yaftalayamazlar.

Ayrıca

-Bütün insanlar sınırlı bilgiye ve zekâya sahiptirler.

-O halde mutlak ilim, kudret ve irade sahibi olan (Tanrının, Tanrı olabilmesi için zatında bu özellikleri barındırması gerekir. Tıpkı üçgenin üçgen olabilmesi için üç köşesi olması ya da çemberin çember olabilmesi için köşelerinin olmaması gerektiği gibi… Bu konu başka bir yazıda ele alınacaktır.) Allah’ı ve onun nihayetsiz amaca yönelik işlerini sınırlı zamanda; kendi zamanlarındaki sınırlı bilgileriyle; zeka, eğitim düzeyi, çevre şartları, kültürel etmenler vb. gibi birçok sınırlarla kayıtlı olan insan aklının tamamıyla kavraması düşünülemez.

Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım. IQ seviyesi çok düşük ve en alt seviyeyle sınırlı olan birisinin sınıfta Einstein ile karşılaştığını düşünelim. Örnekteki kişi onun tahtaya yazdığı fizik formüllerini ve bu formüllerin amacını, neticesini ne kadar anlayabilir? Ancak kendi sınırları içinde elbette…

Ya da metalden yapılmış, daire şeklindeki bir saatin içindeki akrep, yelkovan, numaralar gibi unsurların kendini yapan usta hakkında düşündüklerini ve akıl yürüttüklerini varsayalım. Örnekteki unsurlar kendi yapıları, şekilleri ve düşünce kalıplarının sınırları dışında düşünebilirler mi? Etten ve kemikten olan kendi ustalarının, tasarımcılarının nasıl bir varlık olduğunu anlayabilirler mi?

Burada anlatmak istediğim “her yönüyle sınırlı olan” insan; “her yönüyle sınırsız olan”  Allah’ın, sınırsız amaca yönelik var ettiği evrenin ve hayatın bütün amaçlarını ve evrendeki gizemin tamamını eksiksiz olarak aklıyla kavrayabilir mi?

Evrenin yaradılışının insana bakan ciheti/yönleri varsa hiç şüphesiz onun bizzat Allah’a bakan yani diğer bir ifade ile doğrudan Allah’ı ilgilendiren nihayetsiz yönü vardır. O halde insan evrenin var edilişinin doğrudan Allah’ın zatını ilgilendiren yönlerini, amaçlarını anlayabilir mi? (Bu konu ileride örnekle detaylandırılacaktır.)

Görüleceği üzere insan aklı sınırsız bilgiye, hikmete, kudrete ve amaca yönelik fiillere sahip olan Allah’ın var etmedeki, yaratmadaki tüm gayelerini, amaçlarını anlamaya kabiliyetli değildir. Zira insan;

Zamanla sınırlıdır. Sadece kendi zamanına kadar keşfedilmiş olan bilgileri bilir ve ona göre yorumlar yapar. Oysa bunun insanı çok yanlış noktalara sürükleyeceği açıktır. Tarih bunun örnekleri ile doludur. (Eskiden dünyanın düz sanılması gibi…)

Mekanla sınırlıdır. Evrenin tamamında birden aynı anda gözlem yapamaz.

Zeka kapasitesi olarak sınırlıdır. Dünyanın en zeki insanı bile sınırlanmış bir zekâ kapasitesi ile düşünmektedir.

Süre ile sınırlıdır. Zira insan dünyanın belli bir zamanında kısa bir süre yaşar. Ve bilgilerini yaşadığı dönemdeki faktörlerin etkisiyle geliştirir. O halde örneğin Einstein ilkçağda yaşasaydı yine kendi yaşadığı dönemde elde ettiği bilimsel bulgulara ulaşabilir miydi? Ya da tersine bundan bin sene sonra yaşasa acaba evren hakkında ne tür bulgulara ulaşacaktı?

Çevre ile sınırlıdır. Zira Afrika’da yaşayan birisi bir başka ülkede yaşayan bir ilkokul çocuğunun sahip olduğu bilgiye bile sahip değildir. Bu aynı zamanda farklı coğrafya ve çevrelerde yaşayan bilim adamları için de geçerlidir. Farklı çevrelerde bulunmak onların bulgularını sınırlayabilir.

Hata ile sınırlıdır. Evet hatasız insan olmaz. En zeki kuramcıların dahi kuramlarındaki hataları fark ederek ileriki yaşamlarında düzeltmeler yaptıkları vakidir.

Yukarıdaki sınırlarla düşünen bir insan sınırsız/mutlak kudrete, ilme, adalete, hikmete ve merhamete sahip olan bir Yaratıcının tüm fiillerinin amaçlarını tüm yönleriyle kavrayabilir mi? Elbetteki bu konuda akıl yürütebilir, düşünür ve irdeler ama konuyu ne derece kavrayabilir? Ve konuyu incelerken ona rehber olacak kılavuzluk edecek bilgi kaynağı nedir?

Bunun ötesinde ileride tanımlayacağım ve detaylandırmaya çalışacağım “kötülük” ve “iyilik” kavramlarını ele alırken görünen olayların ötesinde onların görünmeyen ya da ancak ileride ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlarından bahsetmek mümkündür. Bu da bu kavramların aslında bazen hiç de göründüğü gibi olmadıklarını gösterecektir.

Örneğin;

-Afrika’da yaşayan ve aşının ne olduğunu bilmeyen birisi beyaz önlüklü birkaç kişi tarafından çocuğunun koluna zorla koca bir iğne batırıldığını görse bunu iyilik olarak yorumlayabilir mi?

-Ya da kesileceğinden habersiz olan ve kendisini sürekli en leziz otlarla besleyen sahibinin ne kadar iyi olduğunu düşünen bir koyunu gözünüzde canlandırın. O kesilinceye kadar kendisine yapılan iyiliğin/ikramın ve ziyafetin mutlak bir iyilik olduğunu zannetmeyecek midir?

-Ya da iki saat sonra trafik kazası geçirip hayatını kaybedecek birine bir araba hediye ettiğinizi düşünün. Aslında siz ona iyilik mi ettiniz? Kötülük mü?

Burada ulaşmak istediğim sonuç şudur.

– Olayların sadece görünen taraflarına bakarak oların iyi ya da kötü olduğu sonucuna ulaşılabilir mi?

-İyi-iyilik, kötü-kötülük nedir?

-Evrende mutlak iyilik mi hâkimdir yoksa mutlak kötülük mü?

-Bir yaratıcının olması iyiliğin yararına mıdır? Kötülüğün mü?

Buraya kadar konuya genel bir giriş yapmış olduk. Bu konu oldukça derin, detaylı ve geniş olduğundan konuyu bir sonraki yazımda ele alacağım.

Devam edecek…

Selam ve Dua ile

Metin AYDIN


About the Author
Author

metinlone

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website